23
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
3524
Okunma
"Müflis tüccar eski defterleri karıştırır" demiş atalarımız.
Hasta oluyorum bu "atalarımıza" inanın.
Her şeye bir laf bulup bizi çıplak bırakmışlar sanki.
Yahu,söylemeyin bir kaç söz de biz de veciz bir iki cümle kuralım ki; gelecek nesiller "atalarımızdan erolabi demiş ki" diyebilsin. Veya "atalarımızdan Bedri Tokul abimiz demiştir ki " deseler çok mu abartmış olurum.
Bir hafta önce "Ergenekon dağının eritim ve geçit açılması ihalesi işinin mütahidi"nin dedesi olduğunu iddia eden asıl adını nerdeyse unuttuğum,lise yıllarından beri ruh isminin "Kür Şad" olduğuna inandığından bütün arkadaşlarımızın o isim ile çağırdığı "Bayram Ali" ile karşılaştım Beyazıt’da.
Görür görmez aklıma o eski defterler ve sayfaları arasında sıkışıp kalmış karın kaslarımızın ağrısından sabaha kadar uykusuzluk çektiren anılar geldi.
"Bayram Ali" olarak yazılsa da resmiyette ona ya "Bayramali" veya "Kürşadali" derdik.
Gözünde simsiyah gözlükler,üzerinde koyu kahverengi takım elbise ile bana doğru gelen şahsın bir zamanların milli mücadele kahramanı,ülkemizi "komoniz Rusya" nın eline düşmekten son anda kurtarmış büyük fikir ve aksiyon adamı "Kürşadali" olduğunu anladığımda heyecandan bayılacaktım az kalsın.
Sarıldık,güldük ve ikimiz birden "heyy gidi eski günler" dedik.
Evlenmiş,iki çocuğu olmuş.
Daha doğrusu önce evlenmiş sonra "bizum kari iki uşak etti" dedi hafif gururla sırıtarak.
İkimizin de müsait vaktı olduğundan bir yerde oturup sohbet edelim dedik.Bayramali " Az ilerde Türkocaği var ,ora gidelum" dedi.
Aptallık bende Kürşadali gibi bir yiğidin çayocağında sohbet edeceğini beklemem aptallık olmaz mıydı?
Derhal dediğini uyguladık.Türkocağının yanında güzel bir nargile ocağı var orada oturduk.
Bana yaptığı siyasi amellerinden bahsetti.
Bir zaman yurtdışında çalışmış.Gemilerde önemli görevlerde bulunmuş. O soğuk savaşın bittiği,sıcak çatışmaların yaşlandığı zamanlarda biz televizyon başında sıcak evlerde sıradan bir haber gibi seyrederken dünyada olup biten cinayetleri,o değerli insan uluslararası sularda seyreden koca gemilerde memleketimizin çıkarları için çalışıyormuş.
Bulaşıkçı olarak.
Tabi o iş bir "kamuflajé" olarak kendisine devletimiz tarafından tevdi edilmiş bir vazife olduğundan, gizliliğin anlaşılmaması için işini hakkıyla yapmaya gayret etmiş.
Bazı zaman açıkça "su koyverdiğini" de itiraf etmedi değil.Mesela açık denizde önüne konulan bulaşıkları toplayıp denize attığını,sonra da kaptana gidip " Usta birisi tabak,çanak,kaşuk,çatal çaldi" diye de şikayet ettiğini büyük bir devlet tecrübesi ve edebiyle anlattı,doğruya doğru.
Bir gün gemiye dalan ajanların makine dairesinde fotoğraf çektiklerini görünce ,geminin sıcak su borularında kızgınlaşan ,adeta ateş döken suyu üzerlerine fışkırttığını ,içlerinden iki ajanın üçüncü derece yanık vaziyetiyle acilen hastaneye kaldırıldığını,diğer ajanların ufak tefek yanıklarla sedyelerle karaya taşındığını anlattığında ,bu ülkenin hiç de kolay ayakta durmadığını,her yerde bu mübarek ülke için canını seve seve tehlikeye atabilecek gerektiğinde bir gül bahçesine girercesine verebilecek "Bayramali"lerin destanları geldi aklıma.
Sonradan, fotoğraf çekenlerin makine dairesinde dizel motorların ateşleme pistonunun üzerine işenmesi sebebiyle arıza yaptığını,parçanın değiştirilmesi için resimlerinin çekildiğini söylediklerinde, Bayramali güvertedeki borunun içerisine işediğini hatırlamış,fakat o borunun ta makine dairesine kadar uzandığına bir türlü inanmamış.
Belli ki ajanlardan bazıları dizel motorların üzerine çişini yaparak bir tür şifre ile istihbarat merkezlerine haber gönderiyordu.
Avrupa kıyılarından geçerken plajlarda halkın üst üste olduğu (kalabalık yani) saatlerde geminin geminin iki haftalık pis su ve atık deposunda biriken insani atıkları,yağ,kirli balast suları,slop ve çöpü ,ayrıştırıcıyı kullanmadan dizel pompa ile denize deşarj edince , sahildeki insanların tahliyeden bir saat sonra açıkta bekleyen gemiden duyulan çığlıklarını gülerek seyrettiğini anlattı.
Bütün bu gayretli ve fedakar çalışmalarının neticesinde kaptanın anlaşılmaz bir asabiyet içerisinde olduğunu ve işten çıkarıldığını hayretlerini tekrar tekrar belirterek anlattı.
Ben de hayret ettim.
Eşiyle ayrı yaşadığı için çocuklarını çok az görebiliyormuş.Üzüldüğümü belirtince "Ya sikma canuni ben istesam görurum olari da ,istemeyirum" dedi.
Eşiyle boşanmamışlar fakat aile içi şiddetli salaklık sebebiyle ayrı yaşıyorlarmış.O kendisini salona atmış,eşi ise evin diğer bölümlerini kullanıyormuş.Banyo ve tuvalet kısmı sınırın diğer tarafında kaldığı için o mahaleleri pek kullanamıyormuş.
Sebep? diye sorduğumda bana "Ben Avrupa’liyim.Oriya çok kaldum,oranun yaşantisini ,huyini suyini özliyirum.Alişamadum Türkiye’ye" dedi.
"Nasıl yani?" dedim şaşırarak.
Bana "Yahu ben gemilere çaliştum ya ha ondan.Ben şindi hep Avrupali gibi düşüniyirum,yaşayirum.Aliştum ne edeyim" dedi.
"Ne kadar kaldın gemilerde?" diye sorduğumda bana eliyle işaret ederek "uç ay" dedi.
Üç aylık bir sürede bir tek makine dairesindeki arıza nedeniyle dört gün limanda kalmış ,ve bu süre zarfında sadece iki defa umumhaneye gidebilmiş bunun arta kalan zamanında gemide yaşayıp "Avrupa"nın huyunu,suyunu velhasıl kültürünü bu kadar içine çeken başka bir insan var mı?
Yok.
Öyleyse Bayramali’nin dedikleri ve hayattan beklentileri farklılaştı diye suçlamamak gerekir.
Eğer o yemekte eşinden sofrada mum ve kırmızı şarap istiyorsa,haklı değil mi?
Sofrada içyağı ile pişirilen karalahana çorbasının yanında mum ve kırmızı şarap hangimiz arzulamayız?
Sabahleyin eşinden güleryüzlü bir "mönjürt" beklemek çok mu Avrupa’da üç ay yaşamış,denizde bile olsa oraların havasını ciğerlerine çekmiş çağdaş bir insan için.
Tuvaletin taharet hortumunu kaldırıp Avrupalılar gibi kağıt kullanmak onun ve ailesinin de hakkı değil mi?
Babasının yanında sigara veya viski içmek çok mu acaip?
Güldürmeyin beni bu zamanda bu takıntıları olan bir Türk gösterebilir misiniz?
O yıllardır traş olduğu halde cinsiyetine bir halel gelmemesi için yüzüne bir zerrecik krem sürmemiş,sürülememiş olduğu halde şimdi vücudu baştan aşağı yağ ve ağır kokuyorsa suç kimin ?
Avrupalılar gibi uluorta yerde( evde,kahvede,camiide-namaz esnasında değil-,dolmuşta,belediye otobusünde,gece yatarken yorganın altında) gazını vücudundan def ediyorsa(o..ruyorsa) bu medeni kişiliğin ona verdiği bir hak değil mi?
İmam’a ne oluyor?
"Camiiyi b..ka sardın" diye hakaret ediyor ona.
Eşinin hakkı var mı "Boğuldum" diyerek o kışın soğuğunda camları açıp Bayramaliyi üşütmeye,o zaten yeterince üşütük.Denizler zaten soğuk.
Neden belediye otobüsündeki insanlar onu durağa gelmeden attılar araçtan?
Dolmuş şoförü hadi asabiydi Karadenizliydi dövdü,ya diğerleri?
O eski Türk adetlerini de buram buram yaşayan biri aynı zamanda.
Bir ara "Şaman" olduğunu duymuştum.
Ortak arkadaşlarımızdan biri köyde elinde bir tüylü nacak,başında horoz kuyruğundan yolduğu tüylü bir şapka ile " Angez mangez tenegrez" diyerek dualar ve büyüler yaptığını anlatmıştı bir kaç yıl önce.
O hala Orta Aysa steplerinin havasını soluyan ruhu gururla taşıyan Avrupalı Türk.
O hala "Leyön Dünür" nişanı için mücadele eden ,gözleri çekik olsun diye kenarlarını sürme ile uzatan at sırtında doğmuş ataları gibi yaşamak gayesinde olan has bir Asyalı.
O içimizden biri.
Ve oldukça iri.
Allah sabır versin ailesine de bütün memleketimize de.