Sevişirim Hayalinle
Küsüyordum. Küstükçe içime kapanıyor, içleniyordum. Hep acıklı şarkılar çalsın istiyordum, artık görmek istemediğim dudaklarında. Özlesin istiyordum beni, ilişkimizi. Yersiz ağlasın, titresin istiyordum. Tıpkı ben gibi…
Ayrıldık işte. O parmakla gösterilen ‘güzel’ beraberliğimizden eser yok şimdi.
Pılısını pırtısını, bir de benim yarınlarımı alıp gitmesinin ardından geçen aylar öğretti bana; üç gün sürüyormuş bu yüzyılın acısı. Birkaç hafta sonrası başka biriyle fingirderken gördüğümün ‘o’ olduğuna içimi inandırmam epey zor olmuştu.
Yeni tanıdığı birinin onu bu denli mutlu ediyor olabilmesi mi bana tuhaf gelen yoksa içimdeki kıskançlık genlerinin bana bir oyunu mu beni bu denli kendimden uzaklaştıran. ‘O’ benim her şeyim, bir tanem, içime sığdıramadığım için nasıl bu denli nefret kokan duygular besleyebiliyorum. Sırf beni anlaması için, pişman olması için, nasıl bu kadar insanlıktan çıkabiliyorum.
Aşk; sen en dertli yara, en ummalı bela, bırak artık yakamı…
Onun da benim eşyalarıma sarılıp, koklayıp hülyalara daldığını düşlemek ne çocukça. Sevdiğimiz yemekleri pişirip, içi burkularak ve kimselere demeden, -bizim için- keyifle bir duble rakı içtiğini ummak, bizim şarkımızı tüm gün diline dolayarak ev işi yaptığını sanmak…
Öğren artık şapşal oğlan; yaşam sen kadar romantik değil.
Kimse artık sen gibi, baban gibi aşkı için şiirler yazmıyor. Sevdası için dünyayı karşısına almıyor. Kendinden vazgeçip ‘o’na adadığı gözünü güvenip de rahatça hayallere yumamıyor.
Turnaları bekledin hiç Bektaşi olmadan. Ölenlere yandın hiç savaşa girmeden. Bir aşk büyüttün, günün birinde seni yiyeceğini bilmeden. O aşk hırpalar durur seni, eritir uzuvlarını ama öldürmeden.
Ölüm; bu kadar şeyden sonra senden çekinmiyorum.
25.05.11
Nadir