- 987 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Toros'un oldu dağlar
TOROSUN OLDU DAĞLAR.
,
Güneşin temiz ışığı bulutların ardından ışıdıkça ağaçlarla kaplanmış mahalle soğuğu aydınlıkla yeniyordu. Ufuk beyaz ışığını yutmaya hazırlanırken Melik balkondan manzaraya hayranlıkla yeniden baktı. Bitmesini istemiyordu bunun.
Acısı ve ızdırabı çektiği kışın soğuğuydu. Hasta da değildi. Adeta merhaba diyen baharla birlik olmuştu. Baharın ağaçları otları çiçekleri mevsimin bulutları havası ışığı her biri can gelen yere doğru bakıyor Güneşe “Gitme kal biraz daha” diyorlardı. Onun canlandıracağı hayatlar vardı öbür tarafta. Yeni uyanmışlar yeni buluşmalar yeni sevinçler. Her biri bahara müptela olmuşcasına sabırlıydılar.
Bitmeyen bir öyküydü hayat. Herkesin yaşadığı tattığı bıraktığı hayat. Gece karanlık. Onun güzelliği başkaydı.. Heyecanın can bulduğu ıssız ağaçlıklar bile coşkuyu biliyordu. Bitmesin denilen heyecanlar vardı orada. Melik’in arka balkonundan gürünüyordu. İliklerine kadar yaşayabileceği yerdi baktığı yer. Neydi o heyecan ani bir coşku mu. Öyle değil. Yoksa çektiği soğuğun acı ve ızdırabının sonu mu Öyle bir şey. Her şeyin güzeli bile imrenirdi o heyecana. Melik’in bildiği yerdi oralar. Bir zamanlar gitmişti. Yalnızken keşfedeceği bilinmeyenin gizem yaşamlarıydı. Ağaçlar niye bu kadar ilgisini çekiyordu. Evet buydu onu cezbeden Sonunda o ağaçların ne olduğunu öğrenmişti. İğde ağaçlarıydı onlar. Doğanın korumak için sakladığı heyecanı.
İşte yine saklanıyordu. İğde ağaçları ona ne anlatıyordu öylede hemen susmuştu birden. Melik saklayanlara teşekkür etti. Biten bir ninni gibiydi. Ama olsun. Sarhoşluğu yaşatan doğa. Aşk olsun sana iğde. Ne güzel de saklanıyorsun.” Diye söylendi Melik. Yalnızlığını gidermişti geçmişi ve iğdeleri unutarak. Akar suyu olan topraklara uzandı. Balkondan çay görünüyordu. Suyu çağlayan yatağında öyküleri ile yaşayan onun uzun yolu. Kim bilir nereden başlayıp nereden bitiyor
Dinleniyordu hep ırmağa baktıkça. Bir zamanlar kenarlarında gençler ile bitlikteydi. Girmişlerdi çayın içine. Yüzmeyi bilenler tadını çıkarıyordu. Denemek gerekir diye girmişti Melik çayın içine. Yüzmeyi bilenler tadını çıkarıyordu Denemk gerekirdi diye girmişti Melik çaya. Kulaç atılarak yüzülüyordu. O da kulaç atarak yüzdü. Sudan çıktığındaydı aç olduğunu hissettiği an. Arkadaşları ile para topladılar aralarında. Kendi ile gitmişti bir arkadaşı öğle arası ziyafet siparişine. Melik karnı aç yiyeceği ekmeğin içinde et.
Kim bulmuştu ki bu tarifi. Eskiden olmalıydı. Kurban bayramında ekmek arası yenen et. Ebeleri dedeleri içine yeşillik doğramıştı da tat gelmişti yediğine Hala tadı damağındaydı. Zevkle yapılan ziyafet bir zamanlardı. Köyünü terk edenler geliyordu buraya yerleşmeye. Büyüdü mü ki şehir. Melik hiç hissetmezdi şehrin hızlı büyümesini. Bir fabrika yapılmıştı bir zamanlar. Un fabrikasıydı. Köylünün değirmeniydi bir zamanlar o. O değirmendi buğdayı öğüten Taş dönüyordu buğdayı ezerek. Öğütülen unu aldı eline. Sora denedi taşın ortasına buğdayı avucu ile döktü. Fazla döküldü mü taş yavaşlardı. Belki de durur değirmen bozulurdu.
Bir okul gezisiydi o anlar. Bir ırmağın önünde yapılmış elektrik santralini de gezmişti. Piknik denen şey ile o an zevkin doruklarına ulaşmıştı. Yumurta istiyordu arkadaşından. Birlikte yediler. Halasının oğlu ile üçü birden tepenin en doruklarına çıktılar. Diğer öğrencilerde yörenin köylü çocukları ile maç yaptılar ırmakta yüzenler. Olimposun çocuklarıydı onlar. Aşil hayrandı onlara. Truva kahramanları onlardı. Olimposun çocukları. Toros’un oldu dağlar. Çocukları ölümsüz.
Tuna Mustafa Yaşar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.