ŞİİRİN HİKAYESİ..
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Elinde belki de eski bi valizle yola çıkmıştı... Yeni hayatlara resim çizmeye.. Gıcırdayan otobüste üç gün hayallerinin şarkısını dinleyerek.. O şehre, hayallerine koltuk değneği yaptığı ayaklarını bastığında güneş ilk dudaklarını yaktı, onun için dua eden annesini hatırlayarak attı ilk adımını içindeki tek duygu merakla.. Merak ediyordu o şehirde alacağı nefesleri...
Karanlık mıydı o şehir, yoksa koşuşan çocukların topraktan havaya kaldırdığı toz mu kapatmıştı güneşin önünü ? Güneşten kararan o çocukların siyah_beyaz hayatlarına renk getirmişti.. Nice umutlarla beraber... Kılıçlarla karşılanmayı beklemiyordu.. İçindeki güdüyü yüreklendirerek attı adımlarını.. Her attığı adımda biraz daha güç verdi içindeki güdüye..Dualara sığındı, tövbelere el verdi, yanında getirdiği renklere bakarak ve umudundan bi yudum içerek dikildi o şehrin görünmeyen güneşinin önüne; şüphelerini sonlandıran soru işaretleriyle..
Sevdiklerinin özlemi sarmalamıştı yüreğini, adlarını sayıkladı üç gün. Sayıklarken uykularını valizinden çıkarmamışmıydı yoksa uykular geceyi mi sevmiyordu o şehirde? Belkide özlediklerine yollanmıştı uykuları... Uyuyamamıştı üç gün ..Yalnızlığını gölgelerin sohbetiyle kalabalıklaştırırken öğrenmeye çalışmıştı o şehirde yaşamanın parolasını... Bi dili olduğunu biliyordu, sadece henüz öğrenememişti, o şehir gibi konuşabilmeyi.. O şehir ki; benzemiyordu deniz kokan güneşli şehirlere.. Kendini flulaştırarak ve sesini içine kapatarak yürüdü kararmış insanların yanında, yürüdü ve geçti.. Anlamaya çalışarak, sıcagında yanarak ve korkarak.... Korktu; en çok geceleri.. Çünkü o şehir görülmeyen güneş battığında naralar atıyordu, karışıyordu. Korkutuyordu.
Yangın yerinden kalan küller kapatırken şehri sabaha, şair daha çok yanaştı insanlara.. Külle kapansa da yürekleri, biliyordu ki küller üflenince yürekleri de yüzleri de hatta o şehir de güneşten daha fazla parlayacak.. o yüzden, O hep, o şehrin insanlarında gizli olanı aradı..
Seslerinde saklanan duygular vardı; söylenenden çok söyle(ne)meyen cümlere takıldı... NELER NELER YAŞADI, acıtan sözler oldu belkide, yahut yüreğini deşen bi çocuk bakışı..Her sorunun bi cevabı vardı cebindeki felsefede, yılmadı! Azmi o’nu görünmez yapamadı, göze battı, sıyrıldı karışmak istediği kalabalıktan. Ne onlara benziyordu ne de onların baktığı yerden bakabiliyordu hayata... Evet farklıydı ama onlar gibiydi de aslında..
Her gece yastığında alışılmış panzer seslerini duyarak uyudu. Sesini duyduğumuzda izlemek için camlara koştuğumuz havai fişek seslerine benzetmeye çalışarak silah seslerini kendi rüyasına misafir oldu.. Yaslanmaya çalıştığı insanların tehditlerine Allah’ın selamıyla *günaydın* derken yüzüne çizdiği tebessümle çocuklara renk yetiştirdi.. Dinlenerek yoruldu.. Saçlarına biraz beyaz sürüldü o şehirde.
Anlamaya sevdalıydı, en çok anlamaya çalıştı, hümanist bi yaklaşımla. O şehre tekrar tekrar bakarak, yanaşarak, sevmeye çalışarak.. Sabrın her insan için ayrı ayrı şekillendiğini gördü sabrederek.. Ve şekillendikçe daha çok sabretti.. Misafirini kılıçla karşılayan tehditkar bakışlardan, yaşamayanın anlamayacagı bilgiler edindi, bozuk para biriktirir gibi cebine koydu tecrubelerini zamanı geldiginde harcamak üzere.. O şehirde öğrenilenlerin öğretmeni korkuydu yabancılar için.. Aslında o da bi yabancıydı.. Korktu ! Ama öğrendi ! Ruhunun acısını dudaklarındaki tebessümle çatıştırarak yeni bi gülüş öğrendi...
Siz bilir misiniz o şehirde yürümeyi... Önüne gölgeni alıp bi adım arkasında yürüyeceksin.
Gözlerin kahverengi toprakta olacak. Kırpmayacaksın kirpiklerini, ölüm korkusu alnını terlecek.. Kalbin hızlı atacak adımların yavaş olacak.. Şair de öyle yaptı; Hayatını şıkıştırdığı odalarda koştu...Bi sayfa kağıdı ve siyah_beyaz kalemi, şuurunu yitiren ‘yok olanın eksikliği’nin başucunda durdu hep ve içki sofralarında sigarasını yaktı..Türküler dinledi ağıt dolu, şiirler yazdı o şehir adına..
Oturduğu sofrada amacı sarhoş olmak mıydı? Şiirler okuyarak ilgileri, gözleri üzerine çekerek insanlara sokulmak mı ? Sohbetin cümlelerini cebine koyup sabah çok şey öğrenerek uyanmak mı? Sebebi ne olursa olsun oturmuştu o sofralara.. Alcaklarını alma derdiye..
Bakmakla görmek arasındaki farkı bilerek gördü kendini değiştirmeye çalışanları, ruhları ikili oynayanları, yıllarla büyümüş bedenlerin imzaladığı kırışmış yüzlerin çocuksu rüyalarını izledi, susarak. Zaman nasıl siyah_beyaz bi fotoğraf gibi eskirdi; o şehirde gördü.. Hala kara suratlıydı insanlar ve kaplumbağa gibi yürüyordu zaman; görünmeyen güneş batınca.. Tekrarlanan, sürüp giden bir şeye doygunluk ve yorgunluk duyarak,usandı, dayanamadığı an kulağına fısıldadı yeniden sevmeyi... Umudu, yakılan ama erimeyen bi mum gibiydi; şark kokulu....
Kendini güçsüz hissetmeye başlamıştı... Sabrının biteceğinden korkuyordu.. En çok o şehirde korkuyordu.. Sığındığı dualar ,yakarışlar çirkin suratlı bişey gibi üzüyordu artık.... Kendini zorlamalardan yorulduğu anlarda istemeye istemeye ettiği beddualarının Tanrı’ya ulaşmamasına seviniyordu masa altlarına saklanarak ve sevincini gizlemek için içiyordu acı suyunu ağzı, dili kamaşarak... Başaramadığını düşünse de ince ağrıları susturmayı hayal ediyordu panzer sesleri arasında....
Hayaller kurdu; bi balıkçının ağında kayboldu çocukluğuna dönerek.. Belli etmese de kendini koruduğu kale diplerinde serseri rolü yaptı; Seyran Tepe’nin delisi oldu güldürmek için içi geçmiş yüzleri, kimi zaman terk edildi, en çok kendiyle konuştu ve kendini alkışladı sur diplerinde...
Her günü bir yıla tekamül eden zaman kadar nefes tüketti o şehirde.. Geldiği yeni hayatlara resimler çizdi tüm renkleri kullanarak, merakını öğrenilmiş tecrubelere dönüştürdü, özlediklerini özlemeye devam etti, anlatılması zor çok şey öğrendi ve öğretti. Zaman kaplumbağa hızında da olsa ilerledi. O şehirden gitme zamanına üç kaldı.... 1_ 2_3 gün... Hayatını şıkıştırdığı odalardan gitmek için üç günü kalmışken mutlu olması gerekmez miydi? Neden daralıyordu içi? Nefes alamıyordu... O şehre gelmeyi ve gitmeyi şöyle tanımlıyordu: * Bir kere doğsam / İki kere ölüyorum.*
Ve hala belirsizdi o şehrin rengi, zamanı kayıptı;yoktu akrebi kovalayan bi yelkovan, geleceği olabilir miydi şimdiki zamanı belirsiz bi şehrin? Toprağında soru işaretleri ekiliydi ve gün üçe bölünmüştü; sabah/ öğlen/akşam... O şehrin nüfusu hiç değişmemiş; her sabah doğan bi bebek için bi yetişkin ölmüştü !!!
Şimdi gitmeye yakın gitmek istemiyordu belkide.. Çok şey yaşanılan bi gri hayat renklere yolculuk yaparken bile zor bırakılıyordu.. O şehir üçe bölmüştü hümanist yüreğini.. Ve içinde dilinde üç kelime; o şehir için.....
Son cümle şair’in di : bana susmak kaldı...
Şair diyor ki ;
Üç diyarbakır var ardımda önümde
Geçmişim, bu günüm, geleceğim.
Fatih Balcı’nın üç diyarbakır şiirine yazılmıştır...( 03.05.2003–2006 //Diyarbakır-Çanakkale).
Ve işte kalemi elime aldıran ŞİİR !!!
BU DİZELERİN İÇİNİ GÖRDÜM BEN...
___________________________________________________________________________
ÜÇ DİYARBAKIR
Bir sabah otobüslerin garip şarkılarıyla
Vardım bu şehrin yamacına
Dudaklarım güneş yanığı, ardımda büyüklerin duaları
Boynunda muskalar
Katıksız bir merakla
Sağa baktım karanlık, sola baktım toz duman
Tüm kılıçlar çekilmişken kentin bağrında
Naralar atarak ilerlerken içgüdünün aslanları
İlerledim salâvat getirdim, gördüm tövbe ettim
Güneşten sertleşmiş bu surlara
Ansızın geldim dikildim
Üç gün uyuyamadım Diyarbakır’da
Üç gün yol geldi burnumdan
Üç gün Diloş Adiloş diye inledim
Karanlık sokaklarda gölgelerle konuştum, parola sordum, söz biçtim
Usulca ve telaşsız herkesin yanından geçtim
Gündüzleri sıcak, geceleri korku içtim.
Bir kül ile her akşam kaplanırken şehir
İnsanlara sokuldum, kül rengi insanlara
Suskunluktan çopurlaşmış seslerinde bir giz aradım
Binlerce yıllık lâbirentlere dolanmış
Şehrin güzelliğini ayıkladım
Bağlar’da çarpıldım, Hançepek’de deşildim
Nerede yürüsem bütün gözlerde seçildim
Panzer seslerine yaslanarak uyudum geceleri
İzli mermilerde havai fişek neşesi aradım
Sabahları cellâtlarıma selam vererek vardım işime
Yirmi sekiz eğilimi cebimde birbirine karıştırdım
Diyarbakır gibi her gün biraz daha aşındım
Anladım en ücra yerlerinde neler yaşanır insanın
Anladım Dicle kaç kıyı ve arasında nasıl kürek çekilir
Anladım sabır nasıl bir örs ve insan nasıl bir cevherdir
Anladım korku nasıl bir öğretmendir
Acıyla sırıtarak diyalektik neymiş burada öğrendim
Bir mayın gibi yürüdüm Diyarbakır sokaklarında
Ardımdaki gölgeleri takip ederek göz ucumla
Odalara sıkıştırılmış hayatların sıkıntısıyla
Doğunun uzun sohbetlerine attım kendimi
Tütün, rakı, şiir ve hüzün komasından
Bir esrime sofrasından alınacakları alarak
Ertesi güne ayıldım
Gördüm kılık değiştirmekten bitkin ruhları
Gördüm kırışmış yüzlere gömülmüş rüyaları
Gördüm görülmekten eskimiş zamanları
Tutarak kararan suratlarda geçmek bilmez akşamları
Bıktığı suretini tekrar sevmesini fısıldadım
Asam yoktu peygamber değildim
Acıydı suyumun tadı
Sevimsizdi, can sıkıcıydı dualarım.
Adres bilmez ve tutmazdı beddualarım
Ne kadar istesem de dindiremezdim sızıları
Balıkçılar’da kaybolan bir çocuktum
Sur diplerinde dinlenen bir serseri
Seyran tepe’nin bayraklı Delisi
Bağlar’da terkedilmiş yaşlı Hamido
Deliller hanının hiç susmayan Kerimi
Üç gün sonra gideceğim Diyarbakır’dan
Durup dururken boğuluyorum
Bir kere doğsam
İki kere ölüyorum
Üç tuhaf gül şimdi düşen bana
Üç tuhaf gül
Rengi, zamanı, geleceği belirsiz
Toprağa ekili, şüpheye
Bir akşam, bir sabah, bir öğlen
Sabah kundak dikilmiş gece kefen
Üç Diyarbakır var ardımda önümde
Geçmişim, bugünüm, geleceğim.
03.05.2003–2006
Diyarbakır-Çanakkale
Fatih Balcı
( DİYARBAKIR’A KUTSAL MESLEĞİNİ İCRA ETMEK İÇİN GİDEN Bİ RESİM ÖĞRETMENİNİN KALEMİNDEN AKAN GERÇEKLER... )
___________________________________________________________________________
gümüş
ankara / 24.o5.2o11
YORUMLAR
Öğrencilik yıllarımda çok geçtim Diyarbakır'dan.
Otogarında çok bekledim.
Bir sarma cigara ile yere çömelip saatlerce bekleyebilmeyi öğrendim.
Yüzümde yazılı olan ve bir tek oralıların gördüğü "burali degildir" yazısını ordada okudum.
Köylerinde otlu peynir yedim.
Camiilerinde kül renkli adamlarla secdeye vardım,aynı kıble üzre.
Bana sardığı ve tükürükleriyle yapıştırdığı cigarasını içtim bir Kürt dedenin.
Elimi omzuna koydum.
Elini enseme koyan köy delisinin.
Ezan okunurken minarelerden
Abdest sırası bekledim şadırvanlarda.
İşte o Diyarbakır'da.
Çok güzel bir yazı,çok beğendim.
Hal ortada.
Tebrik ederim.
Ve Diyarbakır'ı çok severim ben,Diyarbakır'lıları da.
Siz bakmayın olaylara.
İnsanı çok misafirperver,cana yakındır.
Emanete hıyanet etmezler.
Her yerin kötüsü var.
Her yerin iyisi var.
Keşke her yerin iyisi olsa Diyarbakır kadar.
Selam saygı ve dua ile.
dali'nya
DOĞUNUN PARİSDİR DEĞİL Mİ DİYARBAKIR ?
ELBETTEKİ HER YERİN İYİSİ VE KÖTÜ VARDIR..
BANA DÜŞEN KISIM İYİ MİYDİ KÖTÜ MÜYDÜ ?
BUNUN SEÇİMİNİ ŞAİR(Fatih Balcı) YAPMIŞTI..
BANA YAZMAK KALDI..
SAYGILARIMLA..
erolabi
Önemli olan iyilerle olmak.
O zaman kötüleri görmüyor gözleriniz.
Doğunun kalbidir Diyarbakır.
İçinde aşklar besleyen yürek gibi,
İçinden sevgiliye akan şiir gibi Dicle.
Saygı ile değerli kardeş.
dali'nya
yolu DiyarbakIR dan geçen arkadaşlarım
unutamamıştır o şehri..
yazan şaiirde unutmadı..
en çok anlattığı anıları o şehirde...
bu arada neden BAYKUŞ??
dali'nya
Ne demeli ki harika olmuş,
Yazıyı okudum, gittim acayip diyarlara,
Bir de baktim şiir karşıladı beni mükemmel.
Şiiri o kadar iyi anlatan bir yazi yazılmış ki ayakta alkışlıyorum.
Cok güzeldi yazı da şiirde.
Kaleminiz daim olsun efendim.
Saygılarımla.
dali'nya
oyy oyy kim gelmiş böyle güne :))
can'ımmm çok çok mutlu oldum seni burada gördüğüme..
can-ı gönülden kutluyorum..
sevgimle..
dali'nya
çok güzel bir anlatımdı..
gerçeklerin buz gibi koynunda sabahlamış yazan yürek..
çok beğendin değerli yürek..
var olsun kaleme ses olan değer..
dali'nya
hoşgeldin sayfama...
gerçekler acıır bşraz ve üşütür degi mi?
çok teşekkür ediyorum egerli yorumlarınıza..
ve asıl yüreği buz kesen şiirin yazarıdır diyorum.. :)
sevgi ve saygılarımla..
Yarınımız var...
Sadece siz biz ve hepimizin nefesinde barınacak o manaya sahip çıkabilmeliyiz...
Kutladım...
dali'nya
Şiiri görmeden, yazıyı okudum ilk başta...
Bu kadar canlı yazılması karşısında şaşkına döndüm...Çünkü alevleniyordu kelimeler ve bu kelimelerin sesi var deniyordu.
Yazının sonuna doğru gelince, şiiri gördüm...
Ve hem şiirden, hem de şiire ait ufukla yazılmış yazının etkisi ile bir hoş oldum...
...
Üç Diyarbakır var ardımda önümde
Geçmişim, bugünüm, geleceğim.
Üç Türkiye var diyorum ben de..
Dün, bugün ve yarın..
Daha güzel olacağına inanarak ve bu inanca daim sarılaraktan...
Hürmetle efendim..