AKŞAM ÜSTÜ
Bu akşam vakti, zamanın ve hayatın kırıldığı bu tuhaf duraksama, size, daha önce yaptığınız bütün anlaşmaları bir daha gözden geçirme hatta onları değiştirme imkanı veriyor, çıktığınızı sandığı bir merdivenin aslında indiğiniz bir merdiven olduğunu düşündürebiliyor, yaptığınız nice akıllı hamleden acı duymanızı sağlıyordu. Usulca kıpırdaşan eflatuni bulutların arkasından kaybolmaya hazırlanan lal rengi güneşin denize, ışığa, ziyade bir gölge gibi çarpan ziyası yer yer pembemsi hareler oluşturuyor, neredeyse her şeyin renginin ve biçiminin değiştiği bu akşam vakti sümbüli bir masalın meçhul ve meraklı alemine kapılarını açıyordu.
Hiçbir şey gerçek değilmiş gibi gözüküyordu, zamanın seyri sanki durmuş, bilinen her şey bilinirliğinden kopup gitmişti.
Hayattan kısa bir süreliğine de olsa ayrıldığımız ve garip bir şekilde bu ayrılışta hayata ait bir başka hakikate ulaştığımız, tabiatın kendi sihrini bir başka sihirle bozduğu, duman mavisiyle bir seyyare kızıllığının çeşitli tonlarda iç içe geçtiği bu anda, hayalin hayata hükmedebileceğine inanıyordu insan.
Yaşama macerasının belki de iki nefes sürecek bu molasında, hayatla ilişkimizdeki bu tuhaf duraksamada, kıpırdaşan eflatuni bulutlar gibi değişik duygular, birbirlerinin içine geçerek, kabararak, büyüyerek, ele geçirdikleri durgun boşluğa istila ediyordu.
Zaman ve hakikat kırılıyordu.
İsimsiz pişmanlıklar, nedensiz hüzünler, manalandırılamayan neşeler, sahipsiz özlemler, bilinmeyen arzular, aniden susuvermiş bir şarkının notaları gibi dağılıyordu odanın içine.
Ezberlediğimiz şarkı susuyor, havada kalmış notalar kuşkular ve sorular yaratıyordu.
Öyle bir sessizlik çoğalıyordu ki o sümbüli bir masalın içinde, daha önce duyulmuş bütün sesler şüpheli bir hale geliyor, daha önce görülmüş bütün renkler soluklaşıyordu, hayat bütünüyle yeni bir ışığın içinde yeniden bilinmedik bir şekilde oluşuyordu.
Unutulmuş bir ses berraklaşıyor, geçmiş bir alemin şekilsiz girdabında biçimini kaybettiğini sandığımız bir görüntü her bir köşeden bir parçasını toplayarak beliriyor, kim bilir kim için akıtılmış bir damla gözyaşı, bilinmez kiminle paylaşılmış bir kahkaya eşlik ediyor, Çoktandır söylenmeyen bir mısra bir daha duyuluyor, sonsuza doğru uzanan geceler, keskin sabahlar, saflığın ve günahın kokuları, zamanın tozlarını silkeleyerek canlanıyordu.
Hayat başka bir türlü yaşanabilirdi duygusu, pişmanlıklar yaratıyordu.
O pişmanlığa ise “Hayat başka türlü yaşanabilir” ümidinin neşesi karışıyordu. Hiçbir şey göründüğü ve bilindiği gibi değildi, evet buna inanıyordunuz.
Hayatın bir parçasını yeniden elinize alabilir, her parçaya, bir kuyumcunun birazdan yontacağı bir elmasa baktığı gibi, bu akşam vaktinin ışıklarına tutarak bir daha dikkatle bakabilir, daha biraz önce size çok kıymetli gözüken bir parçanın değersizliğine karar vererek onu bir köşeye bırakıp onunla değiştirmiş olduğunuz bir başka parçanın değerine inanıp onu göğsünüze bastırabilirdiniz.
Bu akşam vakti, zamanın ve hayatın kırıldığı tuhaf duraksama çok uzun sürmüş bir yolculuktan tarihe geri dönmüş bir seyyah gibi, bir zamanlar çok iyi tanıdığınız ama onlara ihtiyacınız olmadığını düşünüp geride bıraktığınız duygularınızı yeniden keşfediyordunuz. O duygularla bambaşka bir hayat kurabilirdiniz ama kuramamıştınız. O duyguları terk etmiştiniz.
Deniz duman mavisi değildi, bulutlar eflatuni bir kaynaşma içinde görülmüyordu güneş lal rengini almamıştı, pembemsi gölgeler yoktu deniz üstünde, hayat bir anlığına durmamış, zaman kırılmamış hayaller hakikatlerin arasından yüzünü göstermemişti o zamanlar.
Ama o büyük hakikat şimdi kendi ağırlığıyla kırılıyor, parçalanmış bir ayna gibi hayatın her parçası bir diğerinden kopuk olarak ortaya çıkıyor, her biri kendi hakkını arıyor, tek bir görüntünün içinde saklanmış olan nice kıymetli çizgi, kendisinden yeni bir hakikat yapılmasını talep ediyordu.
Daha çok güldüğünüz bir hayat yapabilirdiniz, daha çok ağladığınız kendi teninizi ve kendi duygularınızı daha çok hissettiğiniz bir hayat yapabilirdiniz, dokunduğunuzda size haz veren hiçbir şeyden vazgeçmez, hiçbir arzuyu bir koku karşılığı elden çıkarmazdınız, size utanç dolu bir çıkar sağlayacak diye bir sessizliğin içine gömülmeye razı olmaz, hayatınız boyunca gizli gizli övüneceğimiz bir haykırışla isyanınızı seslendirebilirdiniz, birini sevdiğinizde “sonra ne olacak” diye sormadan yürüyebilir, sonra ne olacağını yaşayarak öğrenebilirdiniz.
Hayatı bir başka türlü yaşayabilirdiniz.
Ama yapmamıştınız.
Şimdi her şeyin rengini ve biçimini değiştirdiği bu akşam vakti, gerçekler gerçek gibi gözükmüyordu, bir ninni gibi yarı uykuda dinlediğiniz şarkı susmuş, ayna parçalanmış, durgun bir sıkıntının içine hapsolmuş duygular başkaldırmıştı.
Hakikat şüpheli bir şeydi şu birkaç dakikada. Yaşanmamış olanlar yaşanmış olanlardan daha gerçek duruyordu.
Zaman belirsizdi.
Ne gündü, ne geceydi, aydınlık değildi ama karanlık değildi, var olan bir gün kaybolmamış, gelmekte olan gece henüz var olmamıştı, zaman kırılmış ve sizin hakikatlerinizi hayatınızla birlikte kırmıştı.
Bir hayat kırığından yaşanmamış ama yaşanabilir kaç hayat çıkıyordu.
Sümbülî bir masaldı bu, garip pişmanlıkların ve ümitlerin iç içe geçtiği bir masal.
Kısa bir andı.
İşte masal bitiyor.
Deniz karardı, ışıktan ziyade bir gölgeye benzeyen hareler kayboldu, bulutlar durulup lacivertleşti, lal rengi güneş, bulutları kenarında bir iki an daha ayarlanacak birkaç damla kızıl ışık bırakarak bulutların altında kaldı, gece belirdi.
Zaman kırığını onardı, hakikatleriniz yeniden hakikatleriniz.
Her şey yerli yerinde.
Geride “Hayat başka türlü yaşanabilirdi” diyen belli belirsiz bir pişmanlık ve “Hayat hala başka türlü yaşanabilir” diyen acı veren kırık bir ümit kaldı.
Sanırım, o da birazdan geçer..........