HAZNEVİ KARDEŞ NE KAYBEDERSİN.......!
İşte hüznün bir ince sızı olup düştüğü yeni bir an içime… Bir aldatanın ebedi aldanışı dökülürken önümdeki sayfaya, dilime düşecek şey dua mı yoksa ah mı bilemiyor; susuyorum aldatmaya çabalayanın ebedî aldanışına… Susuyorum; gece kadar mahzun bakışlarım…
Sen ey, nefsin karanlık dünyasında meftun zavallı esir!
Kim bilir kaç kez, aldattığını düşündüğün insanlar kadar aldandın sen? Kim bilir kaç ateşten çembere attın kendi ellerinle varlık elbiseni?
Yüreğimi dibe çekiyor batağa sağlanmış ellerinden dökülen sözcüklerin… Maraza uğramış gibi çarpılıyorum harflerin havadaki titreşimleriyle… Ürkekliğim çığ gibi büyüyor; göremeyen gözlerin, işitemeyen kulakların, idrak edemeyen kalbin için eyvah çanları çalıyorum...
Nefsi sebebiyle esfeli sâfilîne reddedilen gaflet ehli ey! Yazık değil mi sana? Sen ki dilediği takdirde yaratılmışların en güzeli… Mutlu musun? Mutlu ediyor mu bu kara dünyan seni? Bu acımasızlık, bu katliam neden? Yazık etmiyor musun kendi kendine? Ne kaybedersin ki güle çevirsen başını bir kez, bir çeksen gülün kokusunu içine? Bir yudum tatsan velîler sofrasının aşk şerbetinden?
Kaynar kazanlara attığın bedenine zulüm değil mi bu yaptığın? Ârifin mutluluk kervanına varmak varken, şeytanın memnuniyet halkasına tutunmak neden? Neden taguta yem ediyorsun bedeninde saklı hazineni? Ruhun, ezeli sığınağına hasret! Sana nûrundan nûr üfleyen Rabbinin kokusunu almıyor musun yoksa? Neden şeytanın sultasında ateşe mahkûm ediyorsun ebediyetini? Dünya Allah’ın en sevgilisine dahi bırakılmamışken, senin aldatarak aldanan yüreğine mi kalacak sanıyorsun? Ciğerimi talan ettiğin kadar, talan olacağından haberin yok mu hâlâ? Rüşd yolunun bekçileri her devre, her kavme müjdelerle gelirken, Hakk gününde nezirin sesini işitmedim, diyebilecek misin?
Aç gözlerini… Kendini mahkûm ettiğin gibi başkalarını da mahkûm etme karanlığına… Bilsen ki o peşinden gittiğin kara sultan, ebedî âlemde karşına geçip nasıl gülecek sana… Bilsen ki; kimsenin kimseden kaçamayacağı o dîn gününde; “Ben size bir vaatte bulunmadım, sizi sadece kendime davet ettim, Allah da davet etti ama siz ona değil bana inandınız, bana geldiniz. Bana değil kendinize kızın” diyecek ardından gittiğin şeytan…
Bilsen ki kalbinin rahmet kapısı açılana yağar, nur yağmurları gökten. Bilsen ki bir tek dileğine, cennet bahçelerinin müjdesi var Rabbinden… Ama bilmiyorsun, kapatıyorsun kapılarını Hakk’tan gelen kurtuluş müjdesine… Mühürlenen kalbin üzere ölü bir hayat seçiyorsun…
Ölmek değil, ölümü bilmemektir acı olan ey gâfil yürek! Ölüm ki, bize hayat vereni bilmeden geçen her saniyeden ibaret… Ölüm ki, rızaya eremeden, dünya hayatını yaşarken emaneti sahibine döndüremeden değiştirmek mekânı… Ölüm ki, her katından feryatlar yükselen korkunç ıstırap sahnelerinde, “Yarab! Onlara iki kat azap ver” diyerek ardından gittiği ateş ehli için lânet dileyenlerin âhı… Gayrısı bayramdır ol Hakk dostuna… Ölmek değil, kavuşmasıdır âşığın mâşukuna…
Ya sen hangi yolu seçtin ey zavallı kardeşim? Tez ver kararını, tez aç kapılarını taş duvarların… Düşün ki neye yarar; bir asrı geçkin yaşasan dünya denen geçici handa? Karşılığında gideceğin ebedî hayat varken, nasıl bu kadar fütursuzca uzatıyorsun ellerini tutuşturulmuş ateşine Allah’ın… Nasıl uçurumlara atıyorsun kendini korkusuzca?
Geceyi güne, güne geceye devşiren Rabbinin kudret eli, varlıklar âleminin her zerresinden sana uzanırken; Hakk davet, semalardan inip gönül âlemlerini titretirken sen nerdesin? Bir kalbin var senin de, yaratılmış her canlı gibi… Ama henüz diriltemediğin, yürek elbisesini giydiremediğin bir ölü kalp taşıyorsun.
Be hey zâlim! Rahmet kapısı örtülü, zulmet kapısı açık kalbinle, zebanilere malzeme biriktirdiğini görmüyor musun? Görmüyor musun; aldattığını sanarak aldanan sensin… Görmüyor musun ne kadar zavallı, ne kadar da acınacak hâldesin?… Bir kaldırıp baksan şu gelir geçer âleme? Hayy olsan, desen ki; bir sahibim var benim; beni benden çok seven. Bir kez canı gönülden O’nu dilesen…
Ne mi olacak bir dilesen? Kelebekler uçuşacak gönül otağına dilediğin anda sen… Hangi yanlışın içinde olursan ol bir dileğinle örtecek Rabbin çirkinliğini, adım adım nurlanacak, güzeller içinde güzele dönüşeceksin. Hiç görmediğin renkte açacak çiçekleri dalların… Ağaçlar, varlığını muştulayacak sana, aşkın en çılgın zamanlarının…
Yanacaksın, yana yana bulacaksın kendini o demlerde… Ruhun ayrılacak bir kâmilin himmetiyle vücut saraygâhından… İlerleyeceksin gök katlarında birer birer. Gün gelecek, vuslat müjdelenecek sana ve sırra ermenin keyfiyetinde hiç olacaksın… Erenler gibi ermiş olacak ruhun. Sen bu dünyada yaşamaya devam ederken, ruhuna meab olacak ezelî yurdun…
Dilersen, bir değil, bin mucize kapısı açılacak gözlerinin önünde… Dilersen, bu kara karye bir anda dönüşecek bir düşler ülkesine… Ağlayacaksın; ağladıkça açılacak gözpınarların… Bir yangın ki; saracak gönül bahçeni, kül diye ardından kızıl kızıl gül goncaları toplayacaksın…
Ne kaybedersin ki bir dilesen? Vakit varken hemen şimdi şu anda O’na dönsen… Ah zavallı kardeşim ne kaybedersin ki bir düşünsen? Düşünsen ki sen bu dünya evine, kara bayrak açmaya değil, Rabbi bulmaya geldin… Bilsen ki bulmanın tek yolu gönülden dilemektir.
Sen ki bir fizik vücut içinde ruh ve nefs üzeresin… Dön ey Rabbimden nûr taşıyan, sen ki güzellik üzeresin.
HAZNEVİ SELÇUK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.