BABA OĞUL
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Az önce, öldüğü yerden doğruldu ruhu. Kurşunun saplandığı kafatasının dağılan parçaları arasında, çok güvendiği aklını kaybettiği, o melun anı arıyor gibi eğildi üzerine.
“Bozulmuş façan” dedi bedenine.
Sonra “birazdan insana doyar oda. Bunca sessizlikle geçen yılın ardından, içeriye doluşan o bilinmedik yüzleri için kaldıracak mı bakalım?” diye mırıldandı.
Kıracak gibi kapıya vurmaya başladı birileri, ardından sirenler ve mahallenin açılan pencerelerinden neler olduğunu anlamaya çalışan meraklı kadınlar…
“Size ne”diyordu da kimse duymuyordu sesini.
….
Oysa, bu sabah alıştığı üzere erkenden uyanmış ve çıkmıştı yatağından. Hiçbir acelesi olmadan zeytine katık etmişti, dünden masasında unuttuğu kuruyan ekmeği. Nedense bu sabah ev üzerine üzerine geliyordu.
Ferahlamak için dışarı atıvermişti kendini. Ama daha apartmanın kapısına varmışken kenarda yatan bir kedi ölüsü karşılamıştı çıkışını. Kimse de kaldırmamıştı bu saate kadar zavallı hayvanın dokuzuncu canından kalan artığını. “Tiksinme duygusu yüzünden olmalı.Tiksinmek.. merhametten daha büyük bir duygu demek.” diye geçirdi içinden.
Bu nev’i işleri üçe beşe çalışan apartman görevlileri yapmalı diye düşünürdü herkes. Oysa kaldırılacak bir cenazenin hayrı çok uzaklarda kalan bir Dede Korkut hikayesi gibiydi.
“ Havanda su dövüyoruz .Her kavramın içini boşalttık. Devleti yönetenlere savurduğumuz küfürlerin en galizini hak ediyoruz aslında.Rezilliğimiz paçalarımızdan aktığı için çok kirliyiz artık. Söylendiği gibi su sabun paklamıyor ruhumuzu,kirlenmek güzel değil bu yüzden” diye hayıflandı.
Çöpten bulduğu eski bir gazetenin arasına sarmaladı ölü kediyi ve yolda önüne düşen bir ekmek parçası gibi alıp kenara koyup, yoluna devam etti.
Yıllardır işe gidip gelirken gördüğü Emine hanımla rutin selamlaşmasını yaptı.Ama bulutla kaplı Ankara sabahında güneş gözlüğü takmasını yadırgadı.“Hayırdır” diye sordu. “Yok bir şey Cemil bey”derken yanağından süzülen gözyaşı ele verdi sıkıntısını Emine Hanım’ın.
“Beraber yürüyelim” dedi Emine Hanım’a. Aralarındaki yaş farkı ağabey kardeş olabilecek o saygı sınırını kendiliğinden ortaya koyuyordu ve dolayısıyla dedikodu odakları görseler bile uydurabilecek çok malzeme çıkaramazlardı bundan.
“Kahvaltı etmedi iseniz, buyurun bir bardak çayla bir simit yiyelim şu kafede” dedi Emine Hanım’a. “Neyiniz var hayırdır bir sıkıntı mı var?” diye sordu Cemil bey.
Gözlüğünü usulca indirdi Emine. Her iki gözüde şişmiş ve morarmıştı. Cemil bey neye uğradığını şaşırdı bir anda gözleri kocaman açılmıştı, gördüğüne inanamıyordu.
“Hiçbir sıkıntımız yok Cemil abi. Eşimden ayrılmak için bugün adliyeye dilekçe vereceğim. Daha fazla katlanacak gücüm kalmadı” diye söze başladı. Başlanan bu kısa öykünün bir yerlerinden girmenin doğru olmayacağını düşünerek dinlemeyi sürdürdü Cemil Bey.
“Daha fazla dayanamayacağım. Evleneli 17 sene oldu. Düzeltebilirim sandım ama olmuyor.Hayattaki tek felsefesi kendi kazancı olan bir adamla yapamam ben. İçini ben biliyorum. Gelene ağam gidene paşam deme onursuzluğundan payıma düşen o rezil aşağılamaya katlanamayacağım artık. Çıkarıp attım bu sabah elime koluma zorla taktırdığı o kepaze altın parçalarını. Konuşabileceğim biri olur sanmıştım ne kadar yanılmışım. Oysa değil konuşmak aklı bile olmayan bir adama evet demişim meğer. Bu gün her şey bitecek. Onu tanıdığım için kendimi şanslı buluyorum ve 17 sene içinde yaptığı her sahtekârlıkta yanında olmak zorunda kaldığım içinse bedbahtım. Bu geçen zamanda Allah’ın en büyük lütufu ise böyle bir adamdan çocuğumun olmamış olması.”
Ne diyeceğini bilemedi Cemil Bey. Hiç kimseden böylesi sert ve böylesi kararlı hareket edecek bir tavır görmemişti bunca yaşadığı yıl içinde.
“Hayırlısı olsun kızım” dedi. “Sıkıntın olduğunu bilmiyordum, her sabah güler yüzünle karşılaşıp bir selam vermek insanların iç dünyalarını yeterince anlatmıyormuş demek.Her şeyi iyice düşünüp tarttın mı? nefsinle ve öfkeyle hareket etmenin, sonrasında sana zarar vereceğini biliyor musun?” diye sordu. “Biliyorum Cemil abi. Ama dedim ya, zenginlikte hiçbir zaman gözüm olmadı insan evladı olsaydı da ben onu sevmeye devam edebilseydim keşke. Aptal bir adamın akıllı karısı olmazmış bunu anladım.Ama aptal bir adamla evlenecek kadar ahmak olduğumu da iyi biliyorum artık.”diyebildi.Akmak için yol arayan göz yaşlarını tutarak, dinlediği için teşekkür edip ayrıldı Cemil Bey’in yanından.
Düşünceleriyle bir başına kalıverdi Cemil. Yoldan geçen telaşlı adımları seyretti.Soğuyan çayını yudumladı. Duran trafikte öndekine söver gibi kornaya basan insanların tahammülsüzlükleriyle irkildi. Eriyip gitmiyordu kapanan yolda biriken araçlar. Bir iki dakika geçmeden kapılar açıldı külhanbeyi yürüyüşler ve ağız dalaşları, küfürler... Etrafta çoluk çocuk, kadınlar.
“Kirlendik” diye mırıldandı.
Araçların arasından kendine daracık bir rota çizerek karşıdaki gazeteciye yürüdü. Koltuğunun altına sıkıştırıp parkın yolunu tuttu. Kızlar delikanlılar sarmaş dolaş dudak dudağa medeniyetin en olmadık anlamıyla günü öldürüyorlardı.
Çocukluktan yeni çıkmış olduğu gözlerinden belli olan bir kadın kaçamak bakışlarla Cemil Bey’i süzüyordu. Kılığı kılık değil üryan gibiydi neredeyse. Gazetesini yanına henüz koymuştu, kadına bakmadan yeşilliği içine çekmek istiyordu bu beton mezarlığının ortasında. “Afedersiniz yanınıza oturabilir miyim?” dediğini duyduğunda, kafasını kaldırıp şaşkınlıkla “buyurun”diyebildi.
“ Çok seviyorum bu parkı ama hava serin olunca üşüyorum, eviniz yakın mı size gidip bir fincan kahve içip konuşsaydık biraz…” diyerek lafın en orta yerinden gülle gibi girmişti söze genç bayan.
Şaşkınlık ve kızgınlıkla başını muhatabına çevirdi. “Tanışıyor muyuz?” diye öfkeyle ve kısaca sordu. “Yüzüğün yok” dedi kadın. Parmağına döndü bakışı gayri ihtiyari. “Yüzüğün yok demekki bekarsın. Bende bekarım arkadaş olabiliriz diye düşündüm" derken vıcık vıcık ucuz bir sırıtma kondurmuştu yüzüne.
Gözlerindeki gençliğin ifadesi tastamam bu anda kayboldu ve yerini pis bir bataklığın çamuru kapladı.
“Bu kadar mı?” dedi kadına.
“Bu kadar!” diye gevşekçe sokuldu Cemil’e.
“ Nerelisin sen?” dedi kıza.
“Ne önemi var şekerim, dünyalıyım ya daha ne?”
“ Haklısın” dedi Cemil. “Biliyor musun hayat bu kadar ucuz değil, bu teklifinin ardından sana tamam diyecek kaç adam işi bitince boğazını kesip cesedini oraya buraya atabilir diye düşündün mü hiç?”
“Yooo” dedi kadın. “Onları o derece kızdırmam ki ben. O kadar mutlu olurlar ki arkadaşlığımdan, hiç böyle şeyler düşünmezler benim için” diyerek şuh bir kahkaha attı.
Zannediyordu ki böyle davranırsa daha baştan çıkarıcı görünecekti.
“Kim öğretti sana bu işi, kaç yaşındasın?” diye sordu Cemil.
“Kim mi, amann sende kadınım ben bebeğim, kadınlık öğretilebilir bir şey midir?”
“Oturduğundan beri kurduğun en sağlam cümle bu” dedi Cemil.
“Sağol bebeğim” dedi babası yaşındaki adama, elini dizine koydu arsızca. Cemil öteye gitti bankta biraz daha. “Gazetemi okuyup evime döneceğim, bu kadar sohbet yeter sanırım hadi kızım…” diye yol gösterdi kıza.
“Aaa aşk olsun cicişş…” diyerek parmağına bir öpücük kondurup, rujunun Çingene pembesi rengini yanağına bırakıp, kıvırta kıvırta parkın öbür ucuna yürüdü.Cemil Bey kız uzaklaşırken şaşkın bir şekilde ona bakmaktan kendini alamadı.
…..
Gazetesini açtı,manşetler yine birbirine sövüp sayanların ‘olduğunu iddia ettikleri’ ve bir türlü mahkeme edilmeyen dosya sansasyonlarıyla doluydu. Herkes bir diğerini suçluyor, kendiyle ilgili suçlamalara cevaben tek laf etmiyordu.
Fillerin tepişme mevsimiydi yine ve karıncalar ezileceklerini bildiklerinden çokça üremişlerdi zamanlıca. Kalan sağlar bizimdir bilinci tüm sükûnetin temel felsefesiydi haliyle.
Köşe yazarlarına bakındı. Yıllarca herkesin güvenle takip ettiği onca duayen; uzun zamandır itiraflarını kaleme alıyorlardı. Yıllar boyu demokrasi deyip dururken,önceden yazamadıkları ve alıştıkları ısınan suyun hatıralarını kaleme alıyorlardı bu aralar.
Telefonunu çıkardı cebinden, “ne var ne yok” diye sordu karşısına çıkan adama.Daha cevap almadan “Ne vaziyettesiniz, köşelerde oturanlar neler yazıyor takip edebiliyor musun?” diye sordu,alacağı cevabı bilerek.
“Oturup kalmayacak bu zihniyet al aşağı edecez ne olursa olsun” dedi karşısındaki arkadaşı.
“Oğlum oturup bir dinleseniz, konuşsanız. Böyle birbirini yiyerek olur mu bu işler? Rezil oluyorsunuz ahalinin önünde, bağırıp çağırmaktan öteye gitmiyor çabalarınız” diye devam etti Cemil.
“Bir araya gelmek mi? Ne diyorsun Cemil ağabey, görmüyor musun? Adamlar cahil, aptal, üçe beşe tamah eden halkı; aldı arkasına yürüyor. Son nefesimize kadar mücadele edeceğiz bunlarla” dedi telefondaki arkadaşı.
“ Oğlum bi sakin ol diyorum sana, ne bu hiddet bu celal. Böyle yaparsanız kaybedeceksiniz yine. Bırakın şu ‘aptal cahil halk’ söylemini bi kere. Alemin tek akıllısı siz misiniz? Komik duruma düşüyorsunuz. ” deyip,arkadaşının anlamaz tutumuna biraz da sinirlenerek,bir iki hoşbeş ettikten sonra telefonunu kapattı. Hizmetine talip olduklarına aptal demenin, ne büyük bir aptallık olduğunu anlayacakları bir zamanın elbet geleceğini düşündü.
Vakit akşama yakındı. Parkın önünden usulca evine doğru yürüdü. Gelip geçenleri izleyerek evine ulaştı. Demliği koydu ocağa. İki lokma bir şey atıştırdı.
Televizyonu açıp ajansı dinledi. Terör olayları 80 öncesi kadar olmasa da hala hükmünü sürdürüyordu. Bir yerlerde yürüyüşler,sloganlar,Polise atılan taşlar…Çocuklar…Evet, devletin askeriyle savaş oyunu oynarken gerçek kan aktığını gören bu cumhuriyetin çocukları…
Telefonunun çalmasıyla irkildi. ‘Çankaya Emniyet’den komiser Volkan’ diyordu karşıdaki ses. “Ferhat Akçaoğlu için arıyorum buraya gelebilir misiniz?” diye soruyordu.
“ Oğlum…” dedi. “Oğluma kötü bir şey mi oldu?”
“ Buraya gelince konuşuruz” Cemil Bey, “bekliyoruz” diyerek kapattı telefonu.
Karakol’a girer girmez Volkan Amiri sordu, odasını gösterdiler.
“Üzgünüm” dedi Volkan amir . “Böyle kötü bir haber vermek istemezdim ama oğlunuz kendini vurmuş.Bir süredir iş yerinde çeşitli sıkıntılar yaşıyor olduğunu öğrendik soruşturma devam edecek elbet. Ama anladığımız o dur ki oğlunuzu ‘haksız kazanç temin etmekle’ suçlayan bir arkadaşı bu sürecin fitilini ateşlemiş. Patronları durumu araştırıp, aklanacağından emin olduklarını söylemişler ama görünen o ki bu yeterli olmamış.”
Yanında bulunan notta; “Utançla yaşamaktansa ölürüm çok daha iyi. Beni onuruyla büyüten ve onuruna sahip çıkmayı öğreten babama söyleyin; Üzülmek için hiç sebep yok. Tertemiz teslim ediyorum ismimi. Kimse taşıdığım bu isme en küçük iftirada bile bulunamaz. Öyle bir babanın emeği var ki bende istesem de yapamayacağım işlerle anılmaya bile tahammül edemem.” yazıyordu.
Gözyaşlarına hakim olamıyordu cemil bey.
“ Görebilir miyim?” diye inledi,
“Nerede oğlum?”
“Adli Tıp’ta ölüm raporu hazırlanıyor” dedi Komiser.
“ Görmek istiyorum” diye gözyaşları içerisinde üsteledi Cemil Bey.Bir polis arabasıyla hızla ilerlediler gecenin karanlığına.
Buz gibi morgun önüne kadar bir görevlinin yardımıyla yürüyebilmişti.
Yüzünden çekilen çarşafla parçalanan kafatasını gördüğünde, hiçbir şey yokmuş gibi ilerledi oğlunun cansız bedenine. Buz gibi olan bedenin omuz başına “babam benimmmm” diyerek gözyaşıyla ıslanmış bir öpücük kondurdu.
“Ne zaman alabilirim oğlumu”diye sordu.
“Birkaç gün içinde” diye cevap verdi görevli.
...
Haber vermesi gereken kimseleri kalmayalı kaç yıl olmuştu? Acılarda hayatın tatları kadar doğaldı işte.
“Oğlum” diyerek duvardaki çerçeveyi bağrına bastı.
Hiç adeti değilken gidip bir abdest aldı. Anneciğinden yadigar seccadeyi bulup kıbleye doğru serdi. Ağlaya ağlaya vardı secdeye, ‘senden başka kimsem kalmadı nihayet. Al artık yanına’ diye avuç açtı. Ha deyince vaktin gelmeyeceğini bile bile.
Akşamlarını dolduran televizyon sesi olmayınca konu komşunun sesini duyabildiğini fark etti ve ışıklar yanmazken de odalar apaydınlıktı işte.
Yazı masasının çekmecesinden dolmakalemini çıkarıp öpüp açtı kapağını. Temiz bir kâğıt çıkardı. Düzeltmesi olmayacak olan bir talimatname için her şey hazırdı.
Söyleyecekleri bittiğinde son bir kere daha imzasını attı.
Kalemini kapatmadan kağıdın yanına bıraktı. Oturduğu sandalyenin üzerinde unuttu taşımaktan yorulduğu bedenini.
YORUMLAR
Öncelikle tebrikler...
Bir eczacı Zafer var, eski oturduğum mahallede.
Eski mahallem neresi mi; Fatihe bağlı Şehremini semtindeki Küçükhamamın hemen dibinde, Seyitömer mahallesi. Her ne kadar yirmi yıldır Anadolu yakasında ikamet etsem de annem babam hala aynı yerde ikamet ettikleri için sık sık giderim eski mahalleme. Tam kırkbeş yıl olmuş oraya taşınalı, hayal meyal aklımda taşınma telaşımız.
Uzatmayayım Zafer diyordum, eczacı Zafer, iyi çocuktur, hoş çocuktur. Çocuk dediysem o kadar da değil, 1962’li, benden iki yaş büyük. Yaşını nerden mi biliyorum, diplomasında görmüştüm doğum tarihini. Bütün eczacılara asar ya eczanenin en göz önündeki duvarına. Mezun olduğundan beri aynı dükkânda eczacılık yapar. Bir yirmi beş yılı rahat var anlayacağınız.
İyi çocuktur demem, her hangi bir kötülüğünü görmediğimden değil. Sağ olsun mahallenin ekâbir takımı, yaşlıları eczanesini kahvehane gibi kullanır da hiç sesini çıkarmaz. Camiden çıkan soluğu eczanede alır. Çaylarını da eksik etmez. İyi çocuktur demem bundan işte. Ee daha ne olsun, hacca gitse bu kadar sevap kazanamaz belki
Kırk beş yıllık muhitimiz olduğundan yaşlıların hemen hemen hepsini tanırım. Kiminin gençliğini kiminin olgun zamanlarını bilirim. Allah uzun ömür versin hepsine, içlerinden birisine emri hak vaki olduğu bir camiide okuna sela'dan bir de eczanenin kazan mevcudundan belli olur. Necmettin amca, Sudi amca, Nurettin amca, Hasan Basri, Cedid, Hasan Fehmi hayatta kalanlardan aklıma gelenler. Allah rahmet eylesin bestekâr Rüştü Eriç (aynı zamanda apartman komşumuzdu), Kadir amca (Cerrahpaşada anastezi uzmanı idi) Yakup amca(mahalli futbol liginde Adalet spor’un kalecisi idi) vefat edenlerden aklıma gelen birkaç tanesi.
Geçtiğimiz ay ortasında mutad olduğu üzere bizimkileri ziyarete gitmiştim, annem söyledi; şoför İrfan amcada vefat etmiş. Bir üzüldüm. Tevekkeli günlerden Pazar olduğu için eczanede kapalı, yoksa eczanede fark ederdim yokluğunu
İrfan amca eski taksicilerden; 1948 model siyah bir Plymouth taksisi vardı, taksimetresi ön kapı ile ön camın birleştiği yerde dışarıda, cam dipleri boydan boya damalı, siyah lastiklerin üzerinde beyaz halka şeritler. Meraklısı için taş gibi, hazine bir antika araba. Yıllardır şoförlük yapmıyordu. Yedek parça sorunu bir kenara, o arabadan anlayan ustalar kalmadığı için araba da onunla beraber emekliye ayrılmıştı. Buna rağmen arabasını satmamıştı. Bahçenin bir köşesinde öyle durur, aklına estikçe senede bir temizliğini yapardı. Hanımı rahmetli olduktan sonra yalnız yaşardı, çocukları ile arası olmadığı söylenirdi.
Nasıl olmuş diye sordum valideye, anlattı;
Bu Zafer var ya, bütün ihtiyarların evlerinin yedek anahtarları varmış bunda, ne olur ne olmaz diye vermişler. Olur ya; yaşlılık işte, anahtar kaybolursa yedeği Zafer de olsun, şehir dışına gittiklerinde Zafer çiçekler sulasın falan filan. İşte Zafer böyle de güvenilir birisi. İrfan amca eczane ziyaretini iki gün aksatınca Zafer meraklanmış. Akşam eczaneyi kapatınca evine gitmiş, kapıyı çalmış. Kapı açılmayınca yanında getirdiği yedek anahtarla kapıyı açmış. Birde ne görsün, İrfan amca masanın dibinde, sanki sandalyeye oturur vaziyette yerde yatmakta. Ceset o vaziyette taş kesmiş, davul gibi şişmiş, muhtemelen havalar serin gittiği için dışarıya koku vermemiş. Anlattıklarına bakılırsa tabuta sığmamış, tabutun kapağı açık götürmüşler morga.
Eczacı Zafer, Şoför İrfan amca ve diğerleri, işte böyle.
“Günün Yazısı” ödülüne layık bulunan bu yazınız, bilhassa finaldeki "Oturduğu sandalyenin üzerinde unuttu taşımaktan yorulduğu bedenini" satırları vesile oldu, eski mahallemden bu yaşananlar geldi aklıma.
Geçen hafta gene annemlere uğramıştım, eczanenin önünden bir türlü geçemedim.
Saygılar, selamlar
Ağyar tarafından 5/26/2011 10:01:49 PM zamanında düzenlenmiştir.
asran
İhtimal diye düşünüyoruz ama hakikatten başka bir şey çıkmıyor karşımıza.
Gücünüzü toplayıp uğrayacak olursanız, kızınız ellerinizden öpüyormuş der misiniz benim için. Malum bizde adet kızlarımız evden pek çıkmaz, o canım sohbetleri ancak çay ikramında yakalayabildiğimizce işitebiliriz.
Selamlarımla...
Ağyar
Bilmukabele..
Saygılar, selamlar
Ne kadar geniş kapsamlı, nasıl zengin bir yazı. İçersinde dürüstlük, vatan sevgisi, insan sevgisi evlat ve baba sevgisini öyle güzel yoğurmuş, öyle güzel birbirine bağlamış ki, kalemin bu konudaki üstünlüğü hemen göze çarpıyor. Teması ve işleyişiyle çok çok güzel bir paylaşım. Gönülden tebrik ederim.
Sevgimle.
asran
İyi ki bu yazı seçkiye girdi de ben de sizi okuma imkanını buldum.
Gerçekleri söylemem gerekirse.Aşırı yoğunluktan herzaman yazılara ayıracak zamanım olmuyor.
Akıcı sade uslubunuzu ve tarzınızı çok beğendim.Bundan böyle takibeceğim.
Candan kutluyorum efendim.Kaleminiz daim olssun.Selam sevgiler.
asran
Sevgimle...
Öykü kurgusunda ana eksen bir önermenin varlığıdır.Okur bunu öykü boyunca adım adım hissetmeli ve o mihvalde okumasına devam etmelidir.Bu öykünün önermesi ''Dürüstler intihar mı ? edecektir.'' veya ''Biz büyüdük ve kirlettik dünya'yı mı ?''.
Öykülerinin üç olmazsa olmazı- zaman-mekan-kahraman/lardır.Mekan varlığı tavsiri ortaya çıkarır.Yer yer verilen mekan parçacıkları, çay bahçesi,park,karakol,ev daha güçlü tasvir edilmelidir.Öykünün '' o dili ile anlatılması'' yani hakim bakış açısı kullanılması tarafsızlık gerektirir.Kahramanlara verilen diyologların en güçlü'den en zayıfa doğru olması gerekir.Öykü kurgusunda esas kahraman ile yan kahramanlar çok konuşturulması ana kahramının kim olduğu yönünde okuru zorlamıştır.Baba 'nın esas kahraman olduğu varsayılabile diğer kahramanlarından ondan rol çalması sözkonusu olmuştur.Olay kurgusunda tek öykü olduğu düşünülmesi bile en az üç kısa öykünün tek öykü de birleştiği görülmüştür.Esas öykü sanki, bir boşanma hikayesi gibi başlıyor,ardından gençlikte meydana gelen ahlaki çöküntünün ele aldığı bölüme sıçrıyor.Aslında yeni öykü yazım kuramlarında uygulanan ''Çözüm'' kısmı başta verilen yani ''oğul'un intiharı'' ana öyküye geçiyor.Burada yazarın tercihinden olsa gerek iç içe üç öyküyü bir kahramanın günlüğü gibi sunmuştur.Burada öykü için yukarıda sıralamaya çalıştığım kriterlere göre mekan/tavsir-kahraman/lar konusunda yeniden gözden geçirilmesini dilerim.Gün yazarına tebrikler. Selam ve saygılar.
Yahya İncik tarafından 5/25/2011 4:20:07 PM zamanında düzenlenmiştir.
asran
Ana eksen olayların hiç biriydi aslında. Bir gün de insanın ruh halinin ne noktadan hangi noktaya gelebileceğini ve aslında nasıl bir pamuk ipliği tahammülümüz kaldığını anlatmak istiyordum. Olaylar sıradan bir anda üst üste geliverecek günlük sorunlar aslında. Bambaşka hayatlar yaşadığımızın farkında olup olmadığımızı duymak istedim bu öyküde.
İntihar etmeyi onaylamıyorum doğrusu. Bu bir öyküde iki intiharsa aslında biraz ütopik görünüyor ve gerçeklik dokusunu kaybettiriyor mu diye de çok düşündüm doğrusu ama neden olmasın diye düşünmekten de kendimi alamadım.
Öyküyle ilgili verdiğiniz ipuçları ben dahil pek çok kişi için oldukça yararlı bir paylaşım oldu. Bunun için özellikle teşekkür etmek isterim. Bir daha ki çalışmamda tüm bu uyarılarınızı göz önünde tutacağım.
Sevgimle ve selamla...
" Az önce, öldüğü yerden doğruldu ruhu. Kurşunun saplandığı kafatasının dağılan parçaları arasında, çok güvendiği aklını kaybettiği, o melun anı arıyor gibi eğildi üzerine.
�Bozulmuş façan� dedi bedenine.
Sonra �birazdan insana doyar oda. Bunca sessizlikle geçen yılın ardından, içeriye doluşan o bilinmedik yüzleri için kaldıracak mı bakalım?� diye mırıldandı.
****öykünün girişinde bir süre demirledim, gelişme bölümüne geçmek kolay olmadı. ki devamını da aynı heyecan ve hayrınlıkla okudum. imrenerek okudum.. iyi ki okudum.
Tebrikler defterin güle(n)r yüzü :)
asran
Çok teşekkür ediyorum varlığınız ve zeytin dalınızla asıl siz mutluluk taşıyorsunuz emeğinizi verdiğiniz her noktada.
Selam ve sevgimle...
Paranın, riyanın, yalanın yüceltildiği, onurun aşağılandığı bir süreçten geçerken, erdemi anımsatan güzel bir yazı. Kutlarım..
asran
Selam ve sevgimle...
tebrikler yazıya yazarına yerine yakışmış...............................saygımla
asran
KALİTELİ BİR YAZI OKUDUM.
KONUSU VE ZAMAMLAMASI DA GÜZEL.
BU KALEMDEN HEP GÜZELLİKLER ÇIKIYOR. TAKDİR VE TEBRİK EDİYORUM.
SEVGİ VE SELAMLAR.
Engin Tatlıtürk tarafından 5/25/2011 1:28:48 PM zamanında düzenlenmiştir.
asran
ikincisi; ben size küsüm
üçüncüsü; e yeter artık kaleminiz bittiyse bizzat bir tane hediye edeyim en fiyakalısından dolma kalem. Belki mürekkebin kokusu kalbinizi çeler.
son olarak, teşekkür ediyorum teveccühünüze layık olabilmeyi diliyorum ancak.
Sevgi ve selamla...
Engin Tatlıtürk
Vaktim hiç olmuyor.
Yazman emek işi. Şu sıralar ben de kolayısına kaçıyor ve vakit buldukça okumaya çalışıyorum.
Sizleri okumak ve sitenin kaliteli havasını teneffüs etmek de mürekkep kokusundan geri kalacak birşey değil.
Sevgiler, saygılar ve selamlar.
Nazik jestinizle bana şeref verdiniz.
asran
Doğrusu jest yapmayı bile bilen biri değilim, sert bir babanın kızıyım, ama alabildiğine sevgi dolu bir kalbi vardı. Rahmet olsun.
Sevebiliyorum ama jest yapamıyorum hasılı. Jest yapayım derken rest çekiveriyorum, arasında fark var mı sahi :)))
Şaka ettim lütfen yanlış anlamayın işin gerçeği hakikaten özlettiniz.
Engin Tatlıtürk'ü özleyenler parmak kaldırsın derim sitenin nesir sayfasında ayaklanma çıkar eminim :)
Siz lütfen sağlığınıza çok dikkat edin. Yazacağınız güne kadar sabrederiz biz yine eşimin söylediğiyle bitireyim "kadın anadolu'dur sabır zor olmamalı".
Engin Tatlıtürk
Muhterem eşinize de sevgi selamlar.
Allah'a emanet olunuz.
Günün seçkisine ve değerli yazarına tebrikler. Seçkiyi fazlasıyla hak eden bir öyküydü..
asran
Şu anda dün kaçırmış olduğumdan dolayı kendime kızırıyorum Sevgili Lütfiye Hanım. Çok güzeldi.... Hep yazın ne olur... Sevgilerimle...
asran
Özletmeyin kendinizi bu kadar çok bize de yazık :)
Selam ve sevgimle...
Nermin Kaçar
Çok içerikli bir yazı... Anlatılanlarsa, günümüz...
Bir yanda onurlu yaşam diğer yanda onursuz yaşamlar...
Adam, kendi sessizliğinde iyi bir dinleyici; gözleriyse derya deniz...
Onurlu bir babanın oğlunun ölümüne sebep neydi? diye düşündüm. Oysa oğluna vereceğini vermişti onur adına ne varsa...
Ama sistem... Böyle işler olmuştu yabancısı olmadığımız bu dünya... Cinnetlerin dünyası olmuştu...
Birileri böyle olmasını istemişti sanki... yoksa ne diye küçücük çocuklar savaş oyunları oynasınlardı...
Filler ve karıncalar geldi aklıma sonra...
Ne çok şeydi anlatılanlar hiçbir şey yokmuş gibilerin içinde...
Ömrüm kısalıyor yeni yeniden aklıma düştükçe yaşananlar ve gerçekler...
Olsundu, ömrüm kısalsa da dileğim artıyordu ya "Allahım yeni bir dünya...!" derken.
Umut da güzeldi...
Kutladım, sevgiyle...
asran
çok şey yazmak istiyorum yorumunuza : "Sevgimi kabul edin lütfen."
Yeniden görüşmek üzere selamlarımla...
Çelişkilerle dolu bir dünyada yaşıyoruz.Filim şeritleri gibi sağımızdan solumuzdan ,evlerden ,bahçe duvarlarından,sokaklardan,hatta en yakın komşumuzun en sessiz hallerinden akıp gelen hayatları yaşıyoruz.Kimileri görmüyor işte,kimileri es geçiyor,kimileri sessiz kalıyor .Kimi zamane kültüründen besleniyor 'kirlenmek güzeldir diyor meta değerlerinin en acımasızlığında şirinlik taslıyorlar .Cepleri doldurmanın güzelliğinde kirlenmenin kutsallığını yaşıyorlar.Kimileri ise yine taşıdığı değerlerin yüceliğinde lekelenmenin ve kirlenmenin (iftiraların ) altında kalıyor ve ölümü seçiyor.Çelişkilerle dolu bir toplumda yaşıyoruz akıl tutulmaları.Kişinin sığındığı yer ise ne acı değil mi ,yok olmanın soy ağaçları yalnızca.
sevgiler
asran
Selamlarımla sevgili laci.
Günün yazıları ve günün şiirlerini vitrine çıkaran bu köşeleri seviyorum...
Çok değerli yazılar bazen okunmadan geçilebiliyor...
Ki bu köşe bu şansızlığı azaltmış oluyor doğal olarak...
Okunası üzerinde düşünülesi ve emek verilmiş bir çalışmaydı yeniden kutluyorum ...
Mehtap ALTAN tarafından 5/25/2011 12:43:28 AM zamanında düzenlenmiştir.
asran
Mehtap ALTAN
bildiğim tek şey günyüzüne çıkacak o kadar duygu, kurgu ve değerli kalem var ki...
senin gibi benim gibi :) bizim gibi...
Acı bir hikaye, Kurgu olduğunu umuyorum..
Güzel bir anlatım dı. Ellerine sağlık .
asran
Selamlarımla...
asran
Hiyy!!
Teşekkür ediyorum. Bir gün yüz yüze de konuşuruz bu mevzuyu, ah keşke bugün bir çalışmanız olsaydı diye çok bekledim doğrusu.
selam ve sevgimle...
Aynur Engindeniz
"Hiyyy" ama gerçekten doğal bir çığlıktı. Tam geminin yan yattığı bir anda "Kara göründü" diye bir ses duyulmasıyle verilen doğal tepki:))
NOT: "Hiyy" derken nefes içe doğru çekilirse, yorumcunun ne demek istediği daha iyi anlaşılacak efendim. Dışa doğru nefes verilirse, ifade İngilizce gibi anlaşılabilir..
Tekrar kutluyorum.
asran
Selam ve sevgimle...
Fulya CODAL
çok çok onur duydum, güzellikler için buradayız hepimiz
nicelerine inşllh..
sevgiyle..
Çok başarılı. Gülen yüzünüzün bu satırları yazmak da zorlandığı kesindir.
Hüzün yazılarınızda kalsın gülen yüzünüze uğramasın.
Ne güzel siz yazabiliyorsunuz, üfff yaa.
Sevgiler güzel yüreğinize.
asran
Sizde yazabilirsiniz Sevgili Nilgün. Bi gün bi anda tutamayacaksınız kendinizi ve öykünün sonuna gelip kendinize okuduğunuzda yazdıklarınız hıçkırıklarınızın sebebi olacak hatta.
Selam ve sevgimle...
Az önce, öldüğü yerden doğruldu ruhu. Kurşunun saplandığı kafatasının dağılan parçaları arasında, çok güvendiği aklını kaybettiği, o melun anı arıyor gibi eğildi üzerine.
“Bozulmuş façan” dedi bedenine.
Sonra “birazdan insana doyar oda. Bunca sessizlikle geçen yılın ardından, içeriye doluşan o bilinmedik yüzleri için kaldıracak mı bakalım?” diye mırıldandı.
Kıracak gibi kapıya vurmaya başladı birileri, ardından sirenler ve mahallenin açılan pencerelerinden neler olduğunu anlamaya çalışan meraklı kadınlar…
“Size ne”diyordu da kimse duymuyordu sesini.
Bu bölümden bence müthiş bir yazı çıkar/ hep kanatlı büyük kapının sonrası merak edilir ya..
Düşündürücü ve güzel
saygıyla
asran
Selam ve saygımla...
asran
Giriş; fragman tadında, devamı hakkında bütün ön yargıları ve hazları bastırıyor.....bana, uzun sayılabilecek bir deneme...
asran
Bütün yazılarınızı okumuş bir şahıs olarak diyebilirim ki; en başarılı ve en dolgun çalışmanız. Yazan kişinin son çalışmasının en iyi çalışması olması çok güzel bir şeydir.
Sıkça işlenen bir konuyu, kendinize has bir üslupla anlatarak, sıradan olmaktan çok uzak, özgün bir yazı ortaya koymuşsunuz. Anlatımın canlılığı ve doğallığı bende öykünün yaşanmış olduğuna dair bir his uyandırdı. Gerçi yaşanmamış öykü yoktur elbette...
Genellikle yazılarınızın kıyısında köşesinde bir ölüm teması saklı. Aslında yazı hakkında daha çok şey söyleyebilirim ama, bazıları yazıyı okumadan yorumlara bakar, yazının esprisi kaçsın istemem.
Her zaman söylediğimi söyleyeceğim yine: Daha sık yazı eklemelisiniz. Örnek olabilecek yazılar gittikçe azalıyor.
Kutluyorum.
Sevgiler.
asran
Öncelikle teşekkür ediyorum Aynur hanım, yeni çıkanlar arasında Ahmet Uysal Bey'in bir kitabı var bu ara elimde. Hiç acele etmeden etüd ederek okuyorum. Okurken başaramadıklarım ve yapmak istediklerimle ilgili çözümlere ulaşmaya çalışıyorum. Bulabilirsen -ki bulabilirsin şu marka olmuş kitapçıda var- sana da tavsiye ederim çünkü yazmak konusunda çok ciddi bir tavrın var bende yaptığı etkiyi belki sende de mümkün kılar.
Kitabın içeriği ve yazarının siteden bir arkadaşımız olması dışında ikinci kitabında izlediği yolu arayıp bulurken çok fikir veriyor insana.
Daha sık eklemeyi bende istiyorum ama işlenen konuların dışında bir bambaşkalık yakalayabildiğim de ancak içime siniyor. Bir de işin başka bir tarafı yazdıklarımı kaybediyorum çoğu zaman :) Hangi dosyaya kaydediyorum ne başlık veriyorum nasıl bulamıyorum ben de kızıyorum kendime doğrusu.
Selam ve sevgimle...
Aynur Engindeniz
Yazdıkalrınızı kaybetmek...Demek evde bir öykü deryası var. İçine atılanı daha bulmaya Hak götüre...
Kutluyorum tekrar.
asran
asran
o buz gibi morgların önünde nice babalar yavrularının soğuk bedeninde kayboldu...
yaşam, sınavın arefesindeki kıblesi hüzünlü yangın aslında...
Tebrikler sevgili Lütfiye...
asran
Ahmet Uysal Bey'in kitabını okurken bambaşka bir yöne sürüklendi kalemimin gayreti. Bu çalışmayı ayrı gayrı tutuyorum. Bu tamamen etüd edilen bir çalışmanın ardından aradığını bulma yoluna giren bir çalışma oldu bu manada.
Meraklısına ille de tavsiye ediyorum. bAŞKa Hayat, başka türlü yol açacak kalem tutanları.
Mehtap ALTAN
Kayseri'ye gittiğim zaman ilk işim bu kitabı edinmek olacak...
Kalemindeki gayret beni de gayret ettiriyor...