- 1626 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Mülteci Bir Düşünüşün Adıdır Sevda
Ölümsüz düşünüşlerin penceresinden bakıyorum uzağa, ufkumda sevda günlüğü
Siyah bulutlardan sızıyor aşk, bu renk coğrafyasında hayat fısıltılı yaşam döngüsü
Kimliksiz acılar ekiyorum doğurgan ovalara seninle, ruhumda sevinin mağrur gülüşü
Gelişini bekliyorum mutluluğun mabedinde, sevdan ki, mülteci bir yaşam düşünüşü
Sislerle harmanlanan acıların avurtlarına çöken ayaz bir sabah pençesidir sevgi, bir kuşun sırtında dolaşır vakitli vakitsiz uzak denizleri. Hıçkırıkla demlenen dağlar yıkılır üzerimize, umarsız ömrümüze harcarken biz günleri. Hüzün kıran düşler büyütürüz avuçlarımızda bıkmadan, toprak çamurla sıvanır yine de, gövdemizin terine dokununca güneşin sıcacık elleri.
Göğümüzün çıplak desenlerine serince gönül boşluğumuzu, gölgelerin valsı başlar birazdan. Çığlık geçişleriyle aydınlanır gece, söz oluruz yaşamın bam teline. Her dokunuşumuz kimliğimizdir, her sözümüz içimizdeki o asil sessizliğimizdir. En varsıl değerlerin kaçamak bakışlarında bir ’merhaba’nın derin izi vardır ve her izin damlalarında aslında yaşanacak an’lar saklıdır. Kaynağını arayan sularca yürürüz derinlere, uçsuz bucaksız bu renk coğrafyasında bizim de kendi ruh rengimiz vardır.
İncitilmemiş hiçbir günah bir bedenin telinden geçerek sahibini bulmamıştır. Tılsımlı fısıltıların düş artıklarıyla beslenen kuşların yorgun ayakları gökyüzünde bunun için kanamıştır. Sezgilerle dağılan bir sesin etrafına bunun için gece üşüşür, her düşünüş bunun için sessizliği kucaklamıştır. Ahraz bir ömür süreriz yine de gönlümüzün yasak mabedinde, öpüşlerimizdeki mor sözcükler aşka dokunmadıkça hep kanamıştır.
Kendini ıslatan bir sağanak altında aşkın şemsiyesine gülümser göz, yanaktan süzülürken sevda denilen o kaygan köz. Yağlı urganlar sıkar yüreği, içli bir şiirin nakaratıyla tümcelenirken öz. Aşk gün olur yaşam denizlerimizde bizi dalgalarına taşıyan kaptan, gün olur ruhumuzun dar odasında üzerimizde sırılsıklam olan o aşk desenli mintan.
Mülteci bir düşünüşün adıdır sevda. Olmazların sunağında kendi ruhumuzu gizlemektir.
Yoksul umutların kıyı kentlerine saraylar inşa ederek bir ömrü bir içten sarılışa feda etmektir. Durduramadığımız bütün sızıların içsel kürelerine güneş gecikince azar yaramız. Hep varsıl duruşmaların komplo kurgularında tükenir er şafaklarda şarkılarımız. Bir gül olur yaşamak, kırılır dalından uzaklara düşer asaleti soluk yolculuklarımız.
Hiç durmayacak, asla durdurulamayacak bir zamanın öte yakasına gitmek gibidir hüzün. Biriktirdiğimiz bir iç ağrısının kendi kabını dalgalandırmasıdır. O sol ağrıdan kopararak hayata serpiştirdiğimiz ve adına da yaşamak dediğimiz kırık düş artıklarıyla büyür yüreğimiz. Bir rastlantı anahtarını çevirdikçe parmaklarımız, kör kilitleri açmaz olur biçare sözlerimiz. Unutulmuş yarınlar zemherisinde gül’ler kışkırtılı bir kahkahayla dökerken yaprağını, gül mavi olur, mavi gül rengine kapılır ve aşk bir ay ışığı sonatıyla kendini kendinden soğutur. Kıymık batar tene, ten acıyarak sokulur aşkın gizemli gezegenine.
Ve belki de bir düşünüşün en mahrem yerinde mola vermek, çürük hayallerin testilerinden sular içmek kana/kanayarak, sokulmak bir enginin gölgesine, dudaklarımızdaki hüzzam aldanışları avuç içlerimizde saklayarak. Susmamak/kanamamak/yanmamak/ve paralanmamak ve en soylu isyanımızdır oysa en çok gecelerde yârin gülüşlerini düşleyerek gökyüzüne haykırmak. Savruk bir zaman kaybıdır yokluk, bir rüzgârın kahkahasına sürünce öpüşlerimizi. Sızıyla kendimizi tarttığımız zamanların düş caddelerine topuklarımızın tozu düşünce sarsılır gövdemizin hüzün yükleri, acıtır kimsesizliğin yakasını aşkın gülüşleri.
Uzaksa mavi, kan içilir geceleri bir çanaktan. Tuzak olur siyah renkler, kan damlarken dudaktan. Yalnızlık gergefine özlem tutunur, yürek kanar, bir aşk sözünü sakınmaz olursa mızraptan. Kırgın bir masayı sehpaya çevirirse zaman devşirilmiş umutlarla sallanır ipte çoğu zaman yaşanılan. Kırık bir dil olur içimizdeki yaşayan, kanar aşk, kan damlar bekleyişlerin sallandığı halattan.
Bir zamansızlık düşünüşünün sözleri raks edince perdede, hercai sorguların kimlikleri atılır denizlere. Yanağımızdaki yaş yüreğe yürüdükçe ve ruhumuzdaki gelgitleri sokak köpekleri kemirdikçe can bedeni arar, uzaklarda bir yaşanmışlık öyküsü hicranlı denizlerde ay ışığını bekler. Hep yorgun bir şafak esnemesiyle kıvrılırız gün ruhumuzun hüzzam yaralarını sarar iken. Kılıflar aradığımız yaşanmışlık deltalarına rüzgâr eser, buz kendi ırmağını geçerek kıyısını düşler ve aşk, keşkelerin kapsüllerindeki mermiler gibi göğsümüze işler.
Yangın düşüne sarılıp yattığımız gün dönümlerinde bir yalnızlık dumanı dalar penceremizden içeri, yanaklarımızdaki kurumuş yaşları silmek için. İç çekişlerimizin perdelerine hicranın kokusu sinmiştir ve avuçlarımızda kanar yaşam dövmeleri. Her duman kendi ocağını terk eder bir gün ve her ateş kırmızı bir sevda artığıdır.
Selahattin Yetgin