- 670 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
K U N D A K
Kundak tamamlamadır, sığınacak kapıdır. Nesnelerin kundakları olmasa veya ellerinden alındığında dağılır gider, perişan olur, hiçbir şey de var olamaz. Kundakların içerisinde yaratıldık, kundakların içinde geliştik, kundaklarla bezendik, kundağın içerisinde kavrulduk, kundakların içerisinde yaşıyoruz ve son olarak bir kundağın içerisinde toprağa gömüleceğiz.
Kundak bir muhafazadır, koruyucudur, savunucudur, sarmalayandır, büyütücüdür, hamidir, yetiştirendir, sınırdır, kabuktur ve icmalen ihatadır. Bazan yağmurdur seldir, bazan fırtınadır hortumdur, bazan kardır boradır, bazan ateştir ışıktır, bazan depremdir volkandır vs. her şeydir. Merhamettir, sahiplenen ana kucağıdır, aileyi ayakta tutan çevreleyen anadır, koruyan babadır. İçerisinde korunduğumuz, yaşadığımız evlerimizde kundağımız değilmidir?
İnsan anatomisine bir göz atalım. Bir kundağın içerisinde teşekkül ettik, kundaklara belenerek büyümeye başladık. Vücudumuzu sarmalayan dış ve iç derimiz en büyük kundağımız değilmidir? Hayat suyumuz olan kanımız, kaslardan oluşan incecik arterler (kundaklar) içerisinde dolaşmaktadır, keza kanın içerisindeki alyuvarlar, akyuvarlar, trombositler vs. kundakları içerisinde hareket etmekte ve görevlerini yapmaktadırlar.
Saymakla bitmeyen kundaklı hücreler topluluğundan oluşan kalbimiz, beynimiz, midemiz, barsaklarımız, ciğerlerimiz, dalağımız, kemiklerimiz vs. her biri içi içe kavralayan kundaklar sayesinde yaşamakta, ayakta durmakta ve bizi de ayakta tutmaktadırlar. Sanki neyimize güveniyoruz, faniliğimize mi, yok oluşumuza mı, yoksa bir gün elimizden alınacak olan mallarımıza mı? Ne yazık ki kundaklar içerisinde ki parçaların bir araya gelmesiyle bir araya gelen bizler, ne oldum delisi olduk, her an isyan eder olduk, şükrünü eda edemiyoruz. Sadece dış görüntümüze, gücümüze bakarak başkalarını beğenmiyoruz. Akıl ve mantık kundağından çıkıp kendimizi kundaklıyoruz.
İnsanın yapısal ve anatomik olarak kundakları olduğu gibi, var oluşunun nedeni olarak, hayatta kalabilmesi, yaşayabilmesi için bir kundağı vardır. Bu kundak hiçbir zaman görmediğimiz, bütün duyularımızı ve organlarımızı idare eden duyan, gören, hisseden, düşünen, inanan insanın ruhudur. Tek yaşamsal hayat kaynağımız odur. Nasıl ki bir kundaktan çıkıldığında her şey dağılıyorsa, sarmalayan ruh kundağı da insanın bedeninden çıktığında o beden dağılır, basit bir hal alır, yok olur ve toprak olur. Ama bu ruh sahipsiz değildir, var olan ruhlarında elbette ki bir kundaklayanı vardır. Kundaklanarak arşive alınan kundaklar da bir gün deşifre edilmek üzere karşımıza çıkacaktır.
Bir ağacı misal olarak ele alalım. Ağacın kökleri toprağın kundağında yerleşir, beslenir, suyunu alır. Güneşin kundağında fotosentez laboratuvarını çalıştırır, Ağacın her yıl üst üste kabuk bağlayan kundakların içerisinden kök ve dallar arasındaki iletişimlerini sağlar, hatta o kundaklardan ağacın yaşını tespit edersiniz. Aynı şekilde bir meyve düşünün. En dışta koruyucu kundağı, kabuğu, iç bölümlerinde dilimlerini kavralayan zarları vardır. Yaratılan her canlının anatomisinde kat, kat koruyucu kundakları mevcuttur. İçerisinde bezenerek süslenerek yaşarlar ve bizlere ikramlarını sunarlar.
Öte yandan birde kundaklama hadiseleri vardır, bu da kundağın şer ve şeytani sıfatıdır. Zira bu bir isyandır, başkaldırmadır, başkalarının malını imhadır, yıkımdır, intikam ve öç alma duygularının ortaya çıkmasıdır. Bugünkü bilimlerin ilerlediği ve insanların daha modern bir seviyeye, daha çok kültür seviyesine ulaştığı devrimizde, sırf sesini duyurmak veya şuuraltı infilak ve ihtilaçlarını ortaya çıkarmak bahanesiyle böyle hak arayışları varsa, bunun adı barbarlıktan, kaba kuvvetten başka bir şey değildir. Kundaklama yaparak halkın yararına olan, kullandıkları kundakları bozmak, yakmak yerine, neden karşısına daha güzel kundakları ortaya çıkarmıyoruz, kendimizi ve çevremizi sevdirmiyoruz? Kendimizi ispat etmenin en güzel yolu da budur.
Aklımızın ve ilimlerin yetersiz kaldığı uçsuz bucaksız, sınırsız bir kundak vardır. Bu kundağın içerisinde karanlıkların ve ışıkların hâkim olduğu büyük bir kundak vardır. Bu kundağın içerinde yani feza boşluğunun içerisinde sayıları büyüklükleri ve bize uzaklıkları keşfedilmeyen saman yolları, yıldızlar, gök cisimleri vardır. Keza güneşin himayesinde ve emrine verilen kundağında ki dünyamız gezegenler ve onlarında kundağında ki uyduları vardır. Dünya da içerisinde ki, iç içe büyükten küçüğe doğru kundakları oluşturan büyük bir kundak değilmidir? Yeryüzünde var olan canlı cansız varlıkların tümünü kucaklayan atmosfer tabakalarının muhafaza ettiği havanın, her noktayı sarmaladığı bir kundağı bir hâkimiyeti vardır. Havanın yapısını teşkil eden moleküller ve onların da içerisindeki atom parçacıkları da kundakların içerisinde hareket etmektedir. Kundağının içerisinde, içerisindeki canlıları kundağına alan okyanuslar, denizler, göller vardır. Geceyi ve gündüzü saran karanlıkların kundağı vardır, güneşin kundağı hâkimiyeti vardır.
Düşünecek olursak, gittikçe kucakların içerisinde küçülen, sığınan bir kucak bir kundak oluşmaktadır. Bu kucaklar öylesine sonsuz bir şekilde küçülerek devam eder ki artık onu kimse göremez, bu görünmeyen olgular, ruhlarımızdır, yaratılan meleklerdir ve bize meçhul olanlardır. Ne gariptir ki, Mensup ve mesul oldukları âlemleride onlar kucaklar, onlar idare eder, onlar kundağına alır, onlar idame ederler.
Miadı dolunca, zamanı gelince insanın kundağı açıldığı gibi, dünyanın, güneşin, yıldızların, fezanın kundakları da açılacaktır. Birikim yapan kayıt altına alınan günahlarımız sevaplarımızın umumun içerisinde kundakları açılacak ifşa edilecek, gizli kameralarımız açılacaktır. Kimi mükâfatıyla kimi hüküm giydiği cezasıyla layık olduğu yere doğru yol alacaktır.
Sonuçta doğduğun zaman bir bez parçasıyla kundaklanırsın, öldüğün zamanda yine bir bezle kundaklanırsın ve toprağın kundağında yok olursun. Dünya kurulduğundan bu yana hep bu şekilde devam etmektedir. Akıbetimiz bizden öncekilerin akıbetinden bir farkı olmayacaktır. Bu taşkınlığımız, kabına sığmamazlık, kibir ve dünya malını kalıcı sahiplenmeler niye? Yoksa kendilerini ilah olarak ilan eden, kendilerine ebedi mülkler yapan Firavunlar gibi mi olduk?
2011
Mustafa CEYHUN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.