- 978 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
KALBİM ORADA KALDI!..(4)
Dimitri,eşi ve kızı Natalia,gecenin sessizliğinde Türk komşularını kapıdan
uğurladılar.Yıllardır birbirlerinin kalplerini kırmadan geçinip gitmişlerdi.Son zamanlarda Balkanlardaki milliyetçilik hareketleri ile ivme kazanan düşmanlıklardan kendileri de bir şey anlamış değillerdi.Çetelerin baskılarına ister istemez boyun eğmekten başka çareleri yoktu.Karşı gelseler,”yapmayın, etmeyin,dostluklarımıza gölge düşürmeyin” deseler,bu tepkileri sonucunda;milis güçler tarafından ihbar edilip,canları ile bedelini ödeyeceklerini çok iyi biliyorlardı. Her şeyi,tarihin değiştirilemeyen akışına bırakmaktan başka çareleri yoktu. Susmak,sanki bir sığınma aracıydı adeta…
Natalia:
-Bir daha gelecekler mi,Sait amcalar? Diye sızlandı.Babası Dimitri, sessiz kaldı.Annesi Maria,kızının duygularının ne boyutta olduğunu ve hangi denizde fırtınalara yakalandığını çok iyi biliyordu. “ Gelecekler…” diye umutlarını kırmak istemedi. Bir daha yan yana olamayacaklarını,bunun imkansız olduğunu söylemenin hiçbir anlamı yoktu. Kızının Reşit’le olan aşkını düşündükçe; yüreği, yıllar öncesi kendi aşkının acısıyla kıvrandı…Murat’a olan platonik aşkının sonucunda nasıl hüsrana uğradığını buruk bir şekilde anımsadı.Dudakları titredi,ağlamaklı oldu…
Köyün köpekleri, uzun uzun havlamaya devam ettiler, gecenin derinliğinde.Yağmur,inceden inceye çiselemeye başladı.Beş ve yedi numaralı lambaların titrek ve ölgün ışıkları,kapatılmayı unutulmuş perdelerin aralıklarından dışarıya doğru süzüldüler…
Sait ve Nazike,avludan içeriye girdiklerinde;maşanın mangala vurulan tiz sesi,kulaklarını yaladı. Sait, “Anamın bir derdi var yine maşayı vurduğuna göre” diye içinden geçirdi.Anasının yattığı odaya yöneldi.Nazike de aynı duygular içerisinde, eşinin peşinden adımlarını, hızlandırdı. Kapıya yanaşmışlardı ki;Sait,birden eşinin kolunu kendine doğru çekti,yüz yüze geldiler.Yıldırım hızıyla kafasına üşüşen düşüncelerini açıklamalıydı.Saklamanın, gizlemenin hiçbir anlamı ve zamanı da kalmamıştı artık.
Fısıltı derecesinde eşinin kulağına;
- Yarın sabah erkenden yola çıkacağımızı anama söyleyelim de boşuna işkillenmesin,dedi.Kapıyı gıcırtı ile açıp içeriye girdiler.İhtiyar kadın,sitem etmekte gecikmedi.
-Gelin, nerde kaldın gızım?Eve Rum çeteleri girse hiçbir şeyden haberiniz olmayacak.Uyudunuz mu yoksa? Bir saatten beri tangırdayıp duruyordum.Altımı yine ıslattım;donum sırılsıklam oldu…
Nazike,duvardaki çivide asılı duran lambanın beş numaralı camını el yordamıyla bulup çıkardı.Kocasına,
- Kibritini versene,dedi. Sait,iki denemede kibriti yaktı,lambanın fitiline uzattı.Fitilin ucundaki ışık,lipir lipir etmeye başladı.Nazike, elindeki sisli camı,lambaya geçirdi.Odaya yayılan loş ışık altında her şey puslu görünüyordu. Nazike,kaynanasının altını temizledi,yeni don giydirdi. İhtiyar kadın,yeniden doğmuş gibi memnuniyetini bildirmekte gecikmedi.
- Sağ olasım gızım.Allah,tuttuğunu altın etsin. Oğlu Sait’in odada olduğundan hala farkında değildi.Gözleri uzağı seçemiyordu.Odanın puslu ortamında dikkat edecek önemli bir şey yoktu nasıl olsa. Yine de olabilecek olayları sezinlemişçesine kafası meşguldü.
-Torunlarım nasıllar? Sait,evde mi?
-Buradayım,ana dedi Sait.
Yaşlı kadın,yarı mahcup halde;
-Gözlerim görmeyince işte böyle seni bile seçemedim oğul…
Sait,biraz sonra anlatacaklarından anası üzülmesin diye yatağının dibine oturdu.Başını okşayıp,gönlünü almaya çalıştı.
-Canım anam benim.Senin varlığın yeter.Allah,seni bizim başımızdan eksik etmesin.
-Sizin de acılarınızı göstermesin.
Lafı fazla uzatmanın gereği yok diye düşündü.
-Bak ana,sana güzel bir haberim var. Mustafa Kemal Paşa,bizleri Türkiye’ye çağırıyormuş. Hemen gitmemiz lazım.Hem de yarın sabah erkenden yola çıkacağız.
-Öyle mi,der demez yatağından doğrulmaya çalıştı.Gözleri doldu. Heyecanla oğluna ve gelinine “yaklaşın” diye eliyle işaret yaptı.Her ikisinin de boyunlarına sarıldı,kesik kesik hıçkırmaya başladı. Sevinçten ağlıyordu…Bir süre öylece kaldı. Sonra biraz önceki duygusallığından kurtulup,bir şeyler anlatmaya başladı:
-Kulaklarınızı iyicene açıp beni dinleyin yavrucuklarım,yerin kulağı vardır;bu söyleceklerimi kimseler duymasın ve içinizde sır gibi kalsın. Odanın köşesinde duran ceviz sandığını gösterdi.
Onun dibinde rahmetli babandan yadigar olan altınlar var.Rahmetli; onları,panayırlardaki güreşlerde kazanmıştı. Çıkarın bakalım.Kara günümüzde lazım olacak bundan böyle…Hadi elinizi çabuk tutun.Madem ki yarın gidiyormuşuz…He, söylemeyi unuttum.Beni bu halimle nasıl götüreceniz, Sait?Size yüklük olacam valla…
Sait ile karısı,aynı anda:
-Sen merak etme,tasalanma ana.Evvel Allah,hep birlikte Türkiye’ye varacağız sağ salim…
Köşede; yıllardır bekleyen sandığa, umuda sarılır gibi kucak açtılar.Üzerindeki yatak ve yastıkları,odanın boşluğuna yitip sandığın kapağını açmaya hazırlanıyorlardı ki;
-Anahtarı bende diye seslendi,ihtiyar kadın.Geceliğine firkete ile tutturduğu yerden çıkarmaya çalışsa da parmaklarında o gücü bulamadı.
-Geliver gızım,çıkar şunu buradan,dedi Nazike’ye…Nazike,küflenmeye yüz tutmuş çengelli iğneden anahtarı aldı.Sandığın deliğine sokup sağa çevirdi iki kez,sonra kapağı kaldırdı.Sandık ağzına dek doluydu,kaynanasının anılarını kapsayan Osmanlı libaslarıyla…Uzun zamandır açılmayan sandıktan inceden bir küf kokusu yayıldı burunlarına doğru.Burunlarının direği sızladı sanki. Tek tek çıkarıp dışarıya sandığın kenarına istif ettiler. İhtiyar kadın, yattığı yerden nefesinin yettiğince yüksek sesle konuşmaya çalışıyordu.
-Libaslarımı da götürelim, bırakmayalım burada. Her bir parçası,apayrı anılarla dolu,altın değerinde…
Sait ile eşi göz göze geldiler. Bakışlarındaki ifadeler, aynı duyguları taşıyordu.Öncelikle “yükte hafif pahada ağır “olanları kurtarmak zorundaydılar.Her şeyden önce de canları geliyordu.Sağ salim kendilerini bir atabilselerdi anavatana.Gerisi kolaydı…Mal,mülk hepsi yerine gelirdi.
Sait:
-Sen, merak etme ana!Neyin var neyin yok hepsini de götüreceğiz.Bir şeycik kalmayacak burada.Bir çöp dahi…
İhtiyar kadın,kendi kendine mırıldanıyor;ta düğününden kalan libasların anılarını anlatıyordu…
Nazike’nin eli,yuvarlak olarak sarılmış olan beyaz bezin sertliğine dokunca;
-Hah işte buldum,dedi. Bezi,heyecanla ve buruk bir sevinçle açmaya çalıştı.Sanki kırk düğüm yapılmış gibiydi beyaz bez.Düğümü çözdükçe,bir diğeri geliyordu ardından.Son düğümden sonra altınların sıcaklığını hissetti parmaklarında.Beş Reşat altının vereceği güçle kendilerine güvenleri biraz daha yoğunlaştı.Birbirlerine bakıp gülümsediler…
-Zamanla yarışacağız,dedi Sait.
-Neler yapmamız gerekiyorsa hemen hazırlıklara geçeyim,dedi kocasına.
- Bolca yumurta kaynat,bir tencere de makarna pişir.Teknedeki somunlardan alalım.Ben de kağnı arabasını yerinden çıkarayım.Anamı, çocukları ve erzakları kağnı arabasının üzerine yerleştirmeye çalışırız.Biz yürüsek de fark etmez.Kağnının bir tarafına merkebi bağlarız,diğer tarafına da ben geçerim.Öyle gitmeye çalışırız Kayalar’a doğru.Kayalar’a varırsak Selanik’e ulaşması kolaylaşacakmış.Öyle söyledi,arkadaşlar.Onların da duyduklarına göre diğer köylerden birkaç gurup Selanik’e gitmişler bile…Hadi hanım,sen hazırlıklarına başla.Ben de ne yapmama gerekiyorsa yapayım, boş durmayayım…Ha aklımdayken naylon torbasını nereye sokmuştuk.Havalar,bozuk gidiyor.Yağmur falan yağarsa yollarda perişan oluruz.
-Kilerde olması lazım.Bak bakalım oralara…
Nazike,önce yumurtaları koydu alüminyum tencereye.İbrikteki suyu da içine boşalttı.Ocağın içindeki saç ayağının arasına odun parçalarını sıkıştırdı.Çıra parçasını yakıp altına sokuşturdu.Odun parçaları alev alıp tutuşmaya başladılar.Ateşin kızıllığı,odayı aydınlatmaya çalışan beş numaralı lambanın titrek ışığına destek oldu,güç verdi.Odanın içerisi biraz daha aydınlandı.Tencereyi,ateşin üzerine koydu.Ateş,isli tencereyi yalayıp beline dek yılanın dili gibi kıvrıldı…
Reşit,odanın içindeki devinimden neler olup bittiğini sezinlemeye çalıştı.Kıvrak bir zekası vardı.
-Hayırdı ana,gece vakti yumurta pişirmek de neyin nesi?
Nazike,Reşit’le çoğu şeylerini paylaşmaya başlamıştı.Artık onun çocukluktan çıkıp delikanlılığa adım attığını düşünüyordu. Hele de komşu kızı Natalia olan gönül ilişkisinden sonra daha da anlamıştı gerçek bir delikanlı olduğunu.Hurşit,Murşit ve Ayşe çoktan uyumuşlardı.
- Beklenen son geldi artık oğlum.Yarın sabahtan itibaren yollara düşeceğiz.İstikamet Türkiye.Hepimiz de büyük bir sorumluluk altına girdik.Birbirimize kenetlenip kopmayacağız.Sen,kocaman bir adam oldun artık.Kardeşlerine sahip çıkacaksın.Bizler,ölsek bile onlara kol kanat gerip hayatta kalmayı becereksin. Tamam mı yavrum?
Reşit,anasının kendine güvenmesine ve büyük bir insanla dertleşiyormuş gibi konuşması hoşuna gitti.Böbürlendi.Kendinden emin bir şekilde:
-Merak etme anacığım!Ben varken korkmayın!..dedi.
Gece yarısından sonra bambaşka bir telaş ve hareketlik kendini gösterdi.Tarlalarda tütün kırmak için gecenin kör karanlığında uyanmaya benzemiyordu bu.Yine köydeki çoğu evin beş ve yedi numaralı lambaları yandı,perdelerin altından dışarıya,karanlığa doğru ışıklar, titrek olarak huzmelerini gönderdiler…Akşam saatleinde başlayan yağmur,dinmiş;gökyüzü açılmıştı.Yıldızlar,yalım yalım parlıyorlardı...
Sait ve bütün hazırlıklarını bitirmişler,evden ve de köyden ayrılış saatini bekliyorlardı.Saat tam üçte köy meydanında fanus ışığı,üç kez yanıp sönecekti.Verilen bu işaret,köy meydanına Türklerin toplanma işaretiydi.Herkes son hazırlıklarını bitirmiş olacaktı.Gelemeyenler ya da gelmek istemeyenler,köyde kalıp Yunanlı olmayı kabul edenler konumuna düşeceklerdi. “Ya özgürce yaşamak ya da Yunanlı olmak.İkisinden biri tercih edilmek zorundaydı.
Sait,avluya çıkardığı kağnı arabasının aksını bir güzel yağladı.Gecenin ölüm kokan zifiri karanlığında ses çıkarıp çetelere davetiye göndermemeliydi. “Diğer Türkler de aynı tedbiri almışlardır “diye düşündü. Kağnı arabasının üzerine çaput dolu yataklardan birini serdi, kaymaması için arabaya bağladı,değişik yerlerinden. Eşi Nazike ile birlikte önce yaşlı analarından başladılar.Sait,koltuklarının altından,Nazike de kalçalarından tutup,aşağıya avluya indirdiler.Yaşlı kadın,bildiği bütün duaları mırıldanıp, “Allah’ım bizlere kolaylıklar ver,çetelere yakalanmadan Türkiye’ye gitmek nasip et” diye yalvarıyordu. Hurşit,Murşit,Ayşe hala uyuyorlardı.Uykunun derinliğinde neler olduğunu anlayamadılar.Reşit,hemen zıplamıştı yataktan.Farklı bir heyecan ve üzüntü vardı içerisinde.Dün,kırlarda görüştüğü Natalia düştü belleğine.”Demek ki son görüşümmüş” diye iç geçirdi.Belli belirsiz daldı gitti,gecenin yıldızlarla dolu zifiri karanlığına. Tam o esnada bir yıldız kaydı.Bir daha…Bir daha kaydı…
Sait:
-Hadi oğlum gidiyoruz!
Merkep,kağnı arabasına koşulmuş,diğer tarafı boştu. Nazike,kocasını ikaz etti.
-Ahırdan ineği çıkarsana. Onu da diğer tarafına bağlarsın. “Bu kadın,benden çok akıllı valla.Halbuki eşeğin eşi ben olacak,birlikte kağnı arabasını çekecektik” diye düşünmüştüm.
Çok geçmeden sarı kız da kağnı arabasına bağlandı.
-Eksik bir şeyimiz kalmadı değil mi?dedi Sait.
Nazike,önemli bir şeyler unuttum mu acaba diye odalarının içerisinde fır dönüyordu.Aşağıya indi,kümesin içinden sesler geldi.Çil horoz ötmeye hazırlanıyordu.Önemli bir şeyler unutmuşcasıma;
-Tavuklar!..
-Tavukların sırası değil şimdi.Gürültü yapıp,dikkatleri üzerimize çektirirler!..
Sait,Kağnı arabasının üzerine baktı.Her şey yerli yerindeydi.Anası ve çocuklar,yan yana yatıyorlardı.Reşit,babasının yanında hazırdı.
Gecenin soğuğu,yüzlerini yaladı.Sıkı sıkı giyinmelerine rağmen vücutları titredi.Korkuyla karışık bir titreme,ürpermeydi,bu...
Nazike ve kocası Sait,bildikleri duaları okuyup,gecenin karanlığına daldılar…
DEVAM EDECEK...
YORUMLAR
Hikayeniz beni çok etkiliyor. Sebebi belki de köklerimin aynı yöreye ait olmasından kaynaklanıyor. Benim babamın dedesi Selanişk' ten mübadele ile geldiğinde henüz bebekmiş. Türkiye' de yani Mudurnu' daki köyümüzde bir aileye evlatlık verilmiş. Sonra da o evin kızı ile evlendirmişler. Babamın babası sarışın ve mavi gözlüydü. Bu anlattıklarımı da ondan duymuştum. O da babasından duymuş tabii ki. Devam Ayhan Bey. Çok güzel gidiyor. Tebrik ediyorum. Saygıyla...
Veysel bey,seni şimdi daha çokm takdir etmeye başladım. Açık sözlü olana bayılırım.Zaten bilgi paylaşmak için vardır.Kapalı kutularda saklamak için bilgi öğrenilmez.İnsan,etrafına ne kadar faydalı olursa bence sosyal yönü daha aktif sayılır.
Sizin belitttiğiniz tarihleri ben,şu anda elimde mevcut olan kitaptan inceledim. Benim dedem,1924 ya da 25 de gelmiş.(1924 olabilir) Çocukluğumda dinlediğim öyküleri,kurguyla yoğurup yazmaya çalışıyorum(daha önce belirtiğim gibi) Bu esneda bir takım hatalarım,yanılsamalarım tabi ki olacaktır.
Bu öyküyü,buraya asmamdaki amacım da; göremediğim eksiklikleri, sizler gibi edebiyat aşığı arkadaşların desdeği ile görmek...
Daha önceden de dediğim gibi burası bir okul.Bu okulda en iyi öğrenci de var,vasat da var,zayıf da var,çok zayıf olan da var...Burada önemli olan;en iyi arkadaşların,kıskançlık krizlerine girmeden benim gibi zayıf öğrencilere desdek verip bir üst sınıfa atlattırmak...
Biz,edebiyata sevdalı insanlarız. Kim,bize bir adım art niyet beslemeden yanaşırsa,biz de ona iki adım yanaşırız...Aksi takdir de " sepet koluna,herkes yoluna" gider...
Belirttiğin hataları,gözden geçirip düzelteceğim... Yazıya hayal dünyamdan katkı yaptığım için biraz gerçek dışı kalıyor olabilir...
Saygım sonsuz efendim...
Selamlar.
ayhansarıkaya tarafından 5/21/2011 9:54:23 PM zamanında düzenlenmiştir.
Veysel Başer
Farkındaysanız romanın anlatımıyla ilgili en ufak bir eleştirim olmadı.
Sadece tarihsel konulardaki uyumsuzlukları dile getirdim. Bundan sonraki bölümlerde benzer uyumsuzluklar görürsem sizi yine uyaracağım. (Düzeltme yapacağınızı dile getirdiğiniz için.)
Başarılarınızın devamını dilerim. Saygılarımla.
Tarihi roman yazmak hayli zor olmalı. Epey araştırma yapmak zorunda kalacaksın gibi geliyor bana Ayhan Bey. Veysel Bey sizin için biraz araştırmış. Öyküde göç başlıyor haydi kolay gelsin. Türkiye'ye sağ salim gecekler mi acaba mereklandım şimdi.
Roman diliniz güzel. Tebrik ederim.
saygımla...
ayhansarıkaya
Saygılarımla.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Araştırma yapmak için hiç zamanım yok. O yazdığım roman araştırma yapmadan yazılacak türden bir roman değil çünkü. Çok eskiyi elimde veri olmadan anlatamam. Veri bulmak için de o dönemdeki canlı tanıkları dinlemek zorundayım. Yazılı bir kaynağım yok.
Merhaba Ayhan Bey,
Bari bundan sonraki bölümlerde olsun yakın döneme ait malzemeleri 1925 yılına götürmeyin. O yıllarda alüminyum kaplar vardı ama ateşe dayanıklı tencere yoktu. Naylon ise, 1938 li yıllarda ortaya çıktı. Kağnıda aks olmaz. Eksen olur. Onu da bildireyim istedim.
Bir başka konu ise, Türkiye ile Yunanistan arasındaki mübadele anlaşması gereğince göçmenler, Türk ve Yunan temsilcilerinin yanı sıra, Milletler Cemiyeti'nden ( O zamanki Birleşmiş Milletler) kişilerin de bulunduğu komisyonların gözetiminde yurtlarından ayrılmıştır. Mal ve milklerin tespiti yapılmıştır. Yunanistan'dan Türkiye'ye 500 000 dolayında
Türk gelirken Türkiye'den 1 500 000 dolayında Rum gitmiştir. Elbette acılar, zorluklar, haksızlıklar, perişanlıklar yaşanmıştır.
1911 -1913 yılları arasındaki gibi çok büyük acılar yaşanmamıştır. Sizin öykünüz, 1925 yılını değil de 1912 Balkan savaşı dönemini kapsıyor gibi. O dönemde, Rum, Sırp ve Bulgar çetecilerinden çekilen zulümler, tarihimizin en acı sayfalarından birisidir.
Bu açıklamayı size yararı dokunabilir diye dile getirdim.
Başarılar dilerim. Saygılarımla.
ayhansarıkaya
Saygılarımla...