- 2086 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Üryan Duruşun Masumiyetindeki Giz
Hep söylerim yaşam, sınav için bize bahşedilen bir çeşit kıyamet yolculuğudur… Kurgusunda ıslatırken yakan ve yakarken ıslatan şıklar diyarının insan hükümlü çeyiz sandığıdır da bazen… Zaman içinde yaşadığımız olaylarda doğru işaretlediğimiz her şık, ölümün köprüsü ile ulaşacağımız gerçeğe bizi bir adım daha emin ulaştıracak ışıktır…
Bazen sorgularım, adımlarımdaki devinimin bana düşen gölgesini… Her sorgumun gölgesini bir ayaz bastırır… Bilirim ayaz üşütmek için çıktığı yolda yakarak görevini ifşa eden bir elçidir… Bense bu elçinin eteklerine yağan ateş yağmurunun çöl duvağı olurum çoğu kez…
Ve duvağımdan akarken hatalarımın al yanaklı tablosu, avuçlarımda sıkmaktan incinen fırçam firar eder… Her firar ediş tuvalime yansıyan tecrübenin acı şefkati olur ruhumun tenhalarında…
Umudun işveli salınışına tutunan telaşlı yanımın beni mest edişinde bir dem nefes alsam da hep soluk soluğa hep kırık dallar senfonisine sancak dikmektir önsözüm aslında…
Yaşamı sorgularsam eğer,
Yaşam çıplak bir duruşun net kırılmalarındaki su sesi midir?
Ya da ruhun her bir köşesine serpilen kıyafetlerin defilesindeki sahte mırıldanmaların lâbirenti midir?
Yoksa yaşam kıyafetlerinin çığlığına, soyunmanın merhemini süremeyenlerin kalabalık yalnızlığı mıdır?
Peki ya Soyunmak!...
Ben hiç giyinmedim ki soyunayım !...
Yolun yarısına gelmiş hikayeyken!… Bir gün, imlediğim her mananın, yağdığım her kuytunun, kanat gerdiğim her üşümüşlüğün otağına kıyafet dikmem gerektiğini fısıldadı bana zifiri kırılışlarım… Diktiğim her kıyafeti yüreğimin akıl odasına giden tüneline teyellemem gerektiğini zerk etti kırılışlarımın dehlizine sükûnetini sızdıran gölgeler… Hiç akılcı gelmeyen bu fısıltılar ruhuma kangren sızılar serpse de ben şartsız, çıplak ve hesapsız duruşun avlusunda büyütmeye devam edecektim geleceğimi…
Avaz avaz kılıflarını çıplak ruhuma giydirmeye çalışan sayıklamaların yolunu, atlasın gelinine duvak olan yıldızlar kesti birgün… İkilemin kavruk saçlarına takılan düşünce kalabalığımı bastırmak için üzerime abanıyorlardı sessiz sessiz… Her biri soluğuma, arşın soluğunu katıp, sorgulayan yanıma perdeler açıyorlardı ince ince…
Sonra o davetin parmak izine kıvrılıyordu yorgun, üşüyen ve korkunun sunağında düğümlenen yanım…
Martıların sesini kaybettiğim günün ertesiydi bu devinimin kutsalına yaslanan kıpırtıların, ruhumu kendi şölenlerine davet edişleri… Müthiş bir misafirperverlik tam donanımlı bir sunumdu… Tek davetli bendim ve kalabalık bir ev sahibi pozisyonu vardı karşımda… Sahne de yüzlerindeki maske takılı bir sürü insan silüeti vardı… Yıldızlar onları daha net görmem için mehtabın yüreğine bir dirhem çığlık banıp çehreme sürüyorlardı ışıklarını… Işıklarındaki her kasılışın sonu, maskesinin ardına sığınanın ateşi küllünde emzirilen sahteliğinde parçalanıyordu… Gamzelerimdeki çukurlara dolan küller genzimi dele dele geçiyordu sahnenin kıyamet köprüsünden… Sahnedeki her maskeli masalın gözlerime değen ateşini eritiyordu çıplak ruhum…
Şölenin sonunda beni yine yeryüzüne uğurlayanlar, martıların sesine sessizliğimi yükleyen güven nakaratının sahipleriydi… Güneşin zülfüne dem olan sûr-u gül namelerinden tutun, martıların kanadında bana kardelenlerin gülüşünü eken karıncaların gölgelerine kadar, kocaman bir cansızlığın en canlı ordusu eşlik ediyordu… Kalpleri ruhları olmayan ama bana akan denizlerinde insan yanıma dokunan sıcacık yoldaştı onlar…
Ruhlarındaki şehirlere kat kat kıyafet dizenlerin inadına ben şehrimin kaldırımları da dâhil olmak üzere hiçbir yerinde bir zerre fazlalık ve emanet koku bırakmayacaktım… Biliyordum ki yaratılışın bana sunduğu zenginliğin sandığında olmaması gerekenlerden biri de ruha monte edilmemesi gereken kıyafet dolabıydı… Askılar vardı ama askıların boş kalması adınaydı aslında vuslata gidişin yolu!… Buna da sınavın tuzak soruları ve şıkları deniliyordu…
İnsanlığın coğrafyasında insanca dolaşırken, yüreğimin topraklarına ve güneşimin zülfüne makas atanların maskeli masalında kayıyordu ayaklarım… Dizlerimdeki dermanı her düştüğümde yine beni düşürenlerin kozasına salacak kadar da gözü kara bir çocuk taşıyordum içimde...
Toprağında üşüten yaşamın, göğünde ısıtan bu şöleninden sonra kendimi onarmaya önce yüreğimden başladım… Duvarlarına nem sağılmış her bir köşemi tek tek ateş böceklerinin kanadında kuruttum… Rüzgârına hesap yükleyenlerin tırnakları duvarlarımı yıkmasın diye…
Ve aklımın surlarına diktiğim bayrağımı, sökülmeyen ve yırtılmayan bir tını ile kusursuzlaştırdım… Dalgalanışımı sahte sarılışlarının naylon dokunuşunda parçalamasınlar diye…
Sonra mı?
Sonra zamanın zirvesine saldığım kardelenlerimin etrafını yine benim ruhumun çıplak düetine eş şiirler ile donattım… Dizelerini en sağlam kumdan kalelerin çığlıkları ile büyüttüm… Büyüttüğüm çığlıkların her bir finaline yıldız yıldız düşler ektim… Ki toz bulutlarının biçtiği entariler üzerimi kapatmasın diye…
En sonrasında da ruhumun kuytularında beslediğim çıplak yanımın kırık pencelerini taktırdım sessizliğin bana vuran kıyısız denizine… Kulaçlarıma takılan, sınır dışı edilecek kelimelerin kafa tutuşunda yorulsam da ben olmanın, maskesiz bir yolcu olmanın hazzını almış yanım durmadı… Tam yol ileri!
Şimdi yaşamın kıyısız kumsalında yürüyorum çoğala çoğala… Tıpkı sessizliğin sesini dinlerken felsefi düşüncelerinin sınırında, lâbirentlerinin her birine kapılar açan bir düşünür gibi!
Susun! Martıların sesini duyar gibiyim…
Mehtap Altan
YORUMLAR
Yaşım kaçtı bilmiyorum hiç martı görmemiştim. Bir şiirimde martı'yı yazmıştım; sonra İstanbul'dan bir dostumla görüşürken ona sordum, martılar beyazmı diye. Şiirlerden beyaz olduklarını seziyordum sadece..Eğer beyaz değilseler yerlerine hiç uygun düşmemiş olacaklardı. Evet beyazlar dedi, neden sordun? Hiç dedim beyazmılar diye öğrenmek istedim. Evet, sonradan gördüm ki beyazmışlar..Renklerini evet ama seslerini ben de hiç sevmedim...
Biz kaç boyayla boyandık, oysa martılar halen beyaz...
Çok beğenerek ve severek okudum...Yürekten kutladım.Selam,saygı...
Susun! Martıların sesini duyar gibiyim...
Yediğim martının tadı aklıma geldi de şimdi, küsüverdim imgelerden:)
İmgeler de yağmura benziyor çoğu zaman..
Yağar, yağar ve yağar...Islatır..Hasta eder...Sen onu unutursun ama o seni hiç unutmaz... Eğer ki romatizman yok ise, geleceği zamanı da pek bilemezsin...
Baya yorgun bir yağmurdu bu yazı da...Ben gerçekten çok yoruldum okurken...Ve hasta edecek beni de..belli...
Hürmetle ablacım...
HakkınSesi
Okurken yorulmamın sebebi de, yazmak için zorlaması bu yazının...
Kelimeler bazen o kadar çok ağır kalıyor ilhamların üstünde, sen kaçmak için yine kelimelere sığınıyorsun..
Yoksa ...başa türlü bir yorgunluğu olabilir mi?
:)
Mehtap ALTAN
bazen de çaresizliğimin çaresi oluyor !
yorgunlukların ardındaki güzelliklere hep diyelim o vakit ...
Mehtap ALTAN
ne vakit bitsem
bir martı sesinin tılsımında harmanlarım düşlerimi...
teşekkürler sevgili _cânâ_ ...
İçsel yolculuk, hem de çok ağır... Benanlatıcı bir bilinç akışı... Bunu iyi yapıyorsun, içine bir de öykü yerleştirsen, yani biraz da büyülü gerçek, işte o zaman çok daha doyumsuz olabileceğini düşünüyorum. İmgelerin fazlaca, ama durağan olmayan anlatım tarzın kusur arayanı eli boş gönderiyor...
Kutlarım.
Mehtap ALTAN
teşekkürler...
Mehtap ALTAN
teşekkürler lacivert...
Konuşabilir miyim?
Pek çok insanın aksine, martıları da, çığlık çığlığa felaket getiren seslerini de sevmem. Ama senin eserlerindeki martılar bana bildiğim martıları unutturuyor.
İçindeki en tenha kıvrımı bile bilir insan. Ve yine en iyi kendisi alır köşe bucağına biriken tozları...En iyi kendi ruhunu yazar yazar...Kurgu da olsa kendi ruhundan bir şeyler katar cümlelere...Yazıda gölgeni görmekte zorlanmadım.
Senin imge aşkını bilmeyen yok. Benim de düz yazılarda imgelerin fazla oluşunun okuyucuyu yorduğunu savunduğumu...Ama sen tarzını öyle oturtmuşsun ki, imgelerin beni yormuyor. Aksine çoğu kez hayranlık uyandırıyor. Emek ürünü, düşünerek yazılmış şeyler eserlerin. Bir de onlara sahip çıkışın yok mu? Bu çok taktire şayan bir durum.
Ağır bir anlatım, derin bir konu ama şiir tadında bir okuyuş sunmuşsun okuyucularına...
Kutluyorum.
Çokça sevgiyle...
Mehtap ALTAN
teşekkürler ENGİNDENİZİM...