- 700 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NOT DEFTERİMDEN
irem’in günlüğü
…esmer bir günün hikayesi olurdu sabahtan beri açmayan gökyüzü elini attığı her şey çığlık atıyor büsbütün canını sıkıyor geçmek bilmiyordu zaman saçlarını taramak istese oldum olası boşa harcanmış sayardı hiç barışık değildi belki aynanın parıltısı ile yüzü aydınlanıyordu biraz fakat içi boş bir sessizlik kaplıyor sonra sığmıyor yetmiyordu oda farkında olmadan mı dağıtıyor yoksa yerli yerinde olmayı mı istemiyordu eşyalar bir türlü istediği düzeni kuramadığını düşünüyor dünyaya kapalı bir hayatı kendisine mecbur tutuyordu irem , yok bu böyle olmayacaktı kendisine dokunmayan bir yer olmalıydı dünyada bu kalabalık bu şehir ve onun dinmeyen uğultusu ve caddelerin sahte sanal renklilikleri hiç biri hitap etmiyordu huzur ve güzellik olarak daha farklı daha bambaşka bir şeyler olmalıydı odanın içinde bir sağa bir sola bakındı son yazılılara girilecekti sıkı ders çalışma günleri yakındı ders kitaplarına gözü kaydı uff..hepsinden nefret ediyordu sanki ama öğrenci gerçeği buydu kaçamazdı kaçınılmazdı da kendisini tutsak gibi hissetti üstüne üstüne gelen yığın yığın ağırlıklar olarak gördü kitap defter kalem silgi çanta hiç biri yüzünde tebessümler açtırmıyordu kardeşinin okul dergisi gözüne çarptı fotoğrafını gördüğü ne güzel yerlerdi dağlar bayırlar yemyeşil tepeler oraya buraya serpilmiş evler yerleşim alanları mahalle köy sayıklar gibi mırıldanmaya başladı işte dedi işte aradığım böyle bir dinginlik sükun ve sessizlik yerleri ah şu yayla resimleri şu çeşit çeşit renkte çiçekler ağaçlar ve çam ağaçlarının çevrelediği ya da arasında kalmış köyler akan bir dere veya bir göl irem’in aklını başından aldı içinde kıpırdayan mutlu hisler sanki çalınmış bir zamanın merkezine çok yakınmış gibiydi adeta bu odanın dışında diyar diyar gezintilere çıkmış gibiydi dışardan kendisini gözetleyenler başka bir boyuta geçtiğini trans halinde olduğunu düşünebilirlerdi evet yamaçlara kurulmuş önü alabildiğine açık yemyeşil bağ-bahçe-dere-tepe-koyun-kuzu-tavuk-horoz-kaz-ördek..gibi hayvanlarla kalabalıklaşan bir köy sahi neden olmasın tekrar aynanın önüne geldi başına bir tülbent köylü güzeli olduğunu hayal etti bir öyle bir böyle tülbenti kullanarak kendisine fotoğraf seçti kah gözleri açıkta yüzünü kapatıyor kah yarım bağlayarak yüzünü aynaya seriyordu her hali ile güzel olduğunu düşündü bir iki ritim bularak kendine genç bir köylü güzeli olarak nasıl oynayabileceğini bile figürleştirdi sonra vazgeçti en olmayacak işlerdendi lise ikinci sınıftaydı ve önünde daha iki yıl vardı sonra ver elini üniveriste beş yıl da o alacaktı derken yedi – on yıl gibi aşılmaz yıllar vardı kim bilir neler değişir köprünün altından ne sular geçerdi “ireeemm…” annesinin sesi ile kurduğu düşleri bir kenara bıraktı daha doğrusu odanın duvarlarına diğer sırlarını paylaştığı gibi bunu da sakladı eğer bir gün çalışma hayatına geçer hedeflediği başarıyı elde ederse işinin muhakkak bir köy yakınında olmasını isteyecek sık sık hafta sonları köy havası köy besinleri ile rahatlamayı huzuru kovalamayı çocuklar gibi koşup kırlarda yuvarlanmayı ağaçlara çıkıp meyveler toplamayı düşünecekti veya bir çiflik evi olsun isteyecekti neyse her şey için daha zaman vardı şimdi akşam yemeği zamanı fakat her öğün bir işkence bir türlü iştah denen duyguyu yeterince tatmadı şu naciz bedeni annesi annesi güzel annesi üzerine düştükçe kendisini çekiyor sanki inatlaşır gibi oluyordu oysa annesinin fedakar ve katlanılması zor huyları için gösterdiği sabrı biliyordu sevinçte ve hastalıkta her zaman baş ucunda en güvenilir gördüğü annesine haksızlık yaptığı için zaman zaman derin pişmanlıklar yaşardı odasına çekildiğinde itiraflarını dört duvara anlatır ışığını söndürür hiçbir aydınlığı hak etmiyormuş gibi kendini gecenin karanlığına atardı sessiz ağlayışlarını hiç sezdirmeden “..geliyorum anne..” terliklerini aradı bulamadı vazgeçti giymekten annesinin söylenmesine razı olarak sofranın kurulu olduğu odaya geçti kapıları olmayan odalara geçişlerdeki rahatlığa bir diyeceği yoktu ama kendi odasına kapandığında bunu çok istiyordu ah sofrada köy tarhanası olsaydı içinde acısı ile her çeşit baharatı ile ( akşam akşam bu köy kurgusu gerçekten bilinçaltı yaşatıyordu ) ah ne iyi olurdu köy ekmeği ile veya sacda yufka yanında yoğurt biraz bal biraz yağ ( tereyağı )ama sofraya oturduğunda gerçekle yüzleşiyordu hiçbir şey köyü hatırlatmıyordu sadece tv. seyreden kardeşine seslendiğinde ekranda gördüğü belgesel görüntüler bir köy ortamıydı ah harika ya..!!
Mustafa kaya
19.05.2011/Çengelköy
www.mustafakaya.net
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.