9
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1140
Okunma

Homer A. Neal’ın ofisi şirketteki pozisyonunun göstergesiydi. İki cephesi boydan boya camla kaplıydı. Masasına ulaşmak için ise epeyce adım atmanız gerekiyordu. Kapısını sekreterlerinden tecrübeli olanı tıklattı ve sonra geriye çekilip beni içeri buyur etti.
Bay Neal masasındaydı. Girdiğimde telefonla konuşuyordu. Oturmamı işaret etti. Deri kaplı koltuklardan birinin ucuna iliştim. Rahat ol dercesine bir el hareketi yaptı, sonra önündeki konsoldan sekreterini çağırdı. Bu sefer genç olanı geldi. Ona beni işaret etti ve dikkatini tekrar telefona yöneltti. Sekreter bana ne içmek istediğimi sordu.
“Varsa latte getirebilir misiniz?”
“Bay Sumner, ne yazık ki bu sabahki keşmekeşten dolayı size sadece filtre kahve verebilirim ya da soğuk bir şey ikram edebilirim.”
“Peki, filtre olsun. Sütlü ama şekersiz.”
“Bay Neal yalnızca %2 yağlı süt kullanmamıza izin veriyor. Sizin için de uygun mu?”
“Uygun, uygun.”
Sekreter daha fazla uzatmadan gitti. Bay Neal konuşmasına devam ediyordu. Sanki ben odada yoktum. Ne konuştuklarını dinlemiyordum. Odaya göz gezdirdim. Yandaki duvarda çeşitli fotoğraflar asılıydı: Homer A. Neal Başkan Reegan’la, Homer A. Neal Başkan Bush’la, Homer A. Neal Başkan Clinton’la. Belli ki Bay Neal Beyaz Saray’da eskiyen bir yüz değildi. Koleksiyonuna W. ile devam edecek gibiydi.
Tekrar Bay Neal’in kendisine baktım. Kulağıma “Bu fiyata izin veremem” cümlesi çalındı. Senetlerden mi bahsediyordu, yoksa araçlardan mı? Dikkatimi başka yere vermek için Bay Neal’in arkasındaki camdan manzaraya bakmayı denedim. Bütün şehir orada, Homer A. Neal’in ayakları altında uzanıyordu. Daha iyi görmek için cama yaklaşmam gerekirdi ama koltuktan kalkamazdım.
Kapı çalındı, genç sekreter kahvemi getirip sehpanın üzerine bıraktı. Patronuna kaçamak bir bakış fırlatıp sessizce çıktı. Bay Neal ise sonunda telefonu kapattı. Masasın bir kenarında duran dosyayı alıp, kapağını açtı.
“Evet Gordon, dosyan bana geldi. Piyasanın orta vadede ne şekil alacağını gayet inandırıcı şekilde raporlamışsın. Sadece teknik bir çalışma olmamış. Global ekonomiye, siyasi trendlere değinmişsin. En azından çaba göstermişsin. Bunu inkar edemem.”
Beğenmemişti. Elimde olsa kalkıp giderdim. Daha bu sabah metroya binerken zencinin biri yanıma yaklaşıp “Sence dünyanın sonu gerçekten geliyor mu?” diye sormuştu. Onu “Hiç sanmıyorum.” diye yanıtlamıştım. Ne kadar da yanılmışım! Dünyanın değilse bile benim dünyamın sonu gelmişti. Şimdi Homer A. Neal’in ağzından bunun ilanını dinleyecektim.
Bay Neal yüzüme bakmadan rapora göz gezdirdi. Sonra gözlüklerinin üzerinden konuşmasına devam etti.
“Raporuna kalırsa yakın ve orta vade gelecekte küçük motorlu arabalar piyasaya hakim olacak. Akaryakıt fiyatları bir daha düşmemecesine yükselecek ve biz dörtçekerlerimizle ortada kalacağız. Bu fiyatların düşmeyeceği kanısına nereden saplandın Gordon?”
“M.I.T., Harvard ve Princeton’dan bir grup akademisyenle modelleme çalışmaları yaptık. Raporun eklerinde çalışmalara katılanların listesi var. Uluslarası durum içinse Woody Woo’da temaslarım oldu.”
“Güzel, güzel. Peki Pentagon’dan kimseyle görüştün mü?”
“Niçin efendim?”
“Uluslararası konjonktür için tabi ki.”
“Hayır efendim, böyle bir seçeneğim olduğunu bilmiyordum.”
“İyi, öğrenmiş oldun.”
Dosyayı masanın üzerine bıraktı.
“Her şey değişebilir Gordon, her şey değişebilir.”
Bu anda onu gördüm. Neal’in arkasında, camın dışındaydı. Göz göze geldik. Açılmışlardı. Bana mı bakıyordu, yoksa ne gördüğünün farkında değil miydi, belli olmuyordu. O an geçince aşağıya doğru düşmeye devam edip gözden kayboldu.
“Sen fiyatların düşmeyeceği öngörüsünde bulunmuşsun ama böyle olmayacağını hissediyorum. Eğer senin tavsiyene uyarsak ileride benzin fiyatları düştüğünde dörtçeker piyasasını Japonlarla Korelilere bırakmış olacağız. En yüksek kar marjımız orada Gordon. Küçük arabalara yönelip yüzde dörtlere şükür mü edelim?”
“Efendim, herkesin o noktada, küçük motorlarda buluşacağını inanıyorum.”
“Eğer… Eğer petrolün fiyatı düşmezse. Düşecek Gordon, düşecek. İlk petrol krizinde de bağıra çağıra büyük motorların sonunun geldiğini söylüyorlardı ama ne oldu? Düştü. Hem de üçte birine. Sen hatırlıyor musun o dönemleri? Doğmuş muydun?”
“Ortaokula gidiyordum Bay Neal.”
Bir tane daha gördüm. Bu seferki Homer A. Neal’in arkasında değil, yanındaki pencerede belirdi. Diğeri gibi erkekti. Başaşağı gidiyordu. Kollarını arkasında kavuşturmuştu. İfadesiz yüzüyle geçip gitti.
Gözucuyla da olsa Bay Neal onu görmüş olmalıydı. Ama bir tepki vermedi.
“Bay Neal, raporda sadece küçük arabaları önermiyorum. Karma motorlular da var. İstediğin büyüklükte yapıp gayet ekonomik olmalarını sağlayabiliyoruz.”
“Demek karmalar da var. Var ama hangi maliyete? Birilerinin onları alabilmesi için fiyatları oynatamayız. Bu da bizi senin küçük arabalarınınkinden de güdük bir kar marjına, hatta zarara getirir.”
“Ama efendim, Japonlar halihazırda üretiyorlar. Bu yönde adım atmazsak bu pazarı onlara kaptırırız.”
Heyecanlanıp ayağa kalkmıştım. Yaptığımı farkedip oturdum. Koltuğa yerleşirken de kendi kendime söyleniyordum:
“Diğer pazarları kaptırdığımız gibi.”
Bay Neal beni duymamazlıktan geldi. Belki de gerçekten düşünüyordu. Kahveye uzandım ama bitmişti. Hiç içmişim gibi gelmiyordu. Yenisi istemek ise seçenek dışıydı.
Bu sefer iki kişiydiler. El ele tutuşmuş iki kadın. Lezbiyen olduklarını düşünmedim. Sadece yalnız olmak istemiyorlardı. Birisi ağlıyordu, diğeri ise aşağıya bakıyordu. Ağlayanın tek ayakkabısı yoktu. Camın önünde fazla kalmadılar.
“Gordon! Burada mısın?”
Dikkatimin dağıldığını farketmişti.
“Evet efendim.”
“Bu raporu şu haliyle sunamam. Hissedarların karşısına çıkıp dörtçekerleri, limoları unutalım, iki litrenin altında motorlar yapalım diyemem. Dersem o toplantıdan sağ çıkamam. En iyisi…”
Cümlesini bitiremedi. Bir patlama sesiyle beraber ofis şiddetle sallandı. Bir süre ne olduğunu anlayamadık. Görünürde hiçbir şey yoktu. Işıklar yanıyor, klima çalışıyordu.
“Neyse, ne diyordum?”
O anda ofisi kapısı aniden açıldı ve içeri tecrübeli sekreter girdi.
“Güney kulesine de bir uçak çarpmış. Binanın derhal boşaltılması gerekiyormuş.”
“Bunu ilk uçak çarptığında da söyledin Agnes.”
“Ama Bay Neal, itfaiyecileri daha fazla tutamayacağım. Bizi yaka paça dışarı atmak üzereler.”
Homer A. Neal canının sıkıldığını belli eden şekilde ufladı. Sonra bana döndü:
“Yapacak bir şey yok Gordon. Çıkalım. Yolda sana nasıl bir rapor istediğimi anlatırım.”