- 1017 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Rapor
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Homer A. Neal’ın ofisi şirketteki pozisyonunun göstergesiydi. İki cephesi boydan boya camla kaplıydı. Masasına ulaşmak için ise epeyce adım atmanız gerekiyordu. Kapısını sekreterlerinden tecrübeli olanı tıklattı ve sonra geriye çekilip beni içeri buyur etti.
Bay Neal masasındaydı. Girdiğimde telefonla konuşuyordu. Oturmamı işaret etti. Deri kaplı koltuklardan birinin ucuna iliştim. Rahat ol dercesine bir el hareketi yaptı, sonra önündeki konsoldan sekreterini çağırdı. Bu sefer genç olanı geldi. Ona beni işaret etti ve dikkatini tekrar telefona yöneltti. Sekreter bana ne içmek istediğimi sordu.
“Varsa latte getirebilir misiniz?”
“Bay Sumner, ne yazık ki bu sabahki keşmekeşten dolayı size sadece filtre kahve verebilirim ya da soğuk bir şey ikram edebilirim.”
“Peki, filtre olsun. Sütlü ama şekersiz.”
“Bay Neal yalnızca %2 yağlı süt kullanmamıza izin veriyor. Sizin için de uygun mu?”
“Uygun, uygun.”
Sekreter daha fazla uzatmadan gitti. Bay Neal konuşmasına devam ediyordu. Sanki ben odada yoktum. Ne konuştuklarını dinlemiyordum. Odaya göz gezdirdim. Yandaki duvarda çeşitli fotoğraflar asılıydı: Homer A. Neal Başkan Reegan’la, Homer A. Neal Başkan Bush’la, Homer A. Neal Başkan Clinton’la. Belli ki Bay Neal Beyaz Saray’da eskiyen bir yüz değildi. Koleksiyonuna W. ile devam edecek gibiydi.
Tekrar Bay Neal’in kendisine baktım. Kulağıma “Bu fiyata izin veremem” cümlesi çalındı. Senetlerden mi bahsediyordu, yoksa araçlardan mı? Dikkatimi başka yere vermek için Bay Neal’in arkasındaki camdan manzaraya bakmayı denedim. Bütün şehir orada, Homer A. Neal’in ayakları altında uzanıyordu. Daha iyi görmek için cama yaklaşmam gerekirdi ama koltuktan kalkamazdım.
Kapı çalındı, genç sekreter kahvemi getirip sehpanın üzerine bıraktı. Patronuna kaçamak bir bakış fırlatıp sessizce çıktı. Bay Neal ise sonunda telefonu kapattı. Masasın bir kenarında duran dosyayı alıp, kapağını açtı.
“Evet Gordon, dosyan bana geldi. Piyasanın orta vadede ne şekil alacağını gayet inandırıcı şekilde raporlamışsın. Sadece teknik bir çalışma olmamış. Global ekonomiye, siyasi trendlere değinmişsin. En azından çaba göstermişsin. Bunu inkar edemem.”
Beğenmemişti. Elimde olsa kalkıp giderdim. Daha bu sabah metroya binerken zencinin biri yanıma yaklaşıp “Sence dünyanın sonu gerçekten geliyor mu?” diye sormuştu. Onu “Hiç sanmıyorum.” diye yanıtlamıştım. Ne kadar da yanılmışım! Dünyanın değilse bile benim dünyamın sonu gelmişti. Şimdi Homer A. Neal’in ağzından bunun ilanını dinleyecektim.
Bay Neal yüzüme bakmadan rapora göz gezdirdi. Sonra gözlüklerinin üzerinden konuşmasına devam etti.
“Raporuna kalırsa yakın ve orta vade gelecekte küçük motorlu arabalar piyasaya hakim olacak. Akaryakıt fiyatları bir daha düşmemecesine yükselecek ve biz dörtçekerlerimizle ortada kalacağız. Bu fiyatların düşmeyeceği kanısına nereden saplandın Gordon?”
“M.I.T., Harvard ve Princeton’dan bir grup akademisyenle modelleme çalışmaları yaptık. Raporun eklerinde çalışmalara katılanların listesi var. Uluslarası durum içinse Woody Woo’da temaslarım oldu.”
“Güzel, güzel. Peki Pentagon’dan kimseyle görüştün mü?”
“Niçin efendim?”
“Uluslararası konjonktür için tabi ki.”
“Hayır efendim, böyle bir seçeneğim olduğunu bilmiyordum.”
“İyi, öğrenmiş oldun.”
Dosyayı masanın üzerine bıraktı.
“Her şey değişebilir Gordon, her şey değişebilir.”
Bu anda onu gördüm. Neal’in arkasında, camın dışındaydı. Göz göze geldik. Açılmışlardı. Bana mı bakıyordu, yoksa ne gördüğünün farkında değil miydi, belli olmuyordu. O an geçince aşağıya doğru düşmeye devam edip gözden kayboldu.
“Sen fiyatların düşmeyeceği öngörüsünde bulunmuşsun ama böyle olmayacağını hissediyorum. Eğer senin tavsiyene uyarsak ileride benzin fiyatları düştüğünde dörtçeker piyasasını Japonlarla Korelilere bırakmış olacağız. En yüksek kar marjımız orada Gordon. Küçük arabalara yönelip yüzde dörtlere şükür mü edelim?”
“Efendim, herkesin o noktada, küçük motorlarda buluşacağını inanıyorum.”
“Eğer… Eğer petrolün fiyatı düşmezse. Düşecek Gordon, düşecek. İlk petrol krizinde de bağıra çağıra büyük motorların sonunun geldiğini söylüyorlardı ama ne oldu? Düştü. Hem de üçte birine. Sen hatırlıyor musun o dönemleri? Doğmuş muydun?”
“Ortaokula gidiyordum Bay Neal.”
Bir tane daha gördüm. Bu seferki Homer A. Neal’in arkasında değil, yanındaki pencerede belirdi. Diğeri gibi erkekti. Başaşağı gidiyordu. Kollarını arkasında kavuşturmuştu. İfadesiz yüzüyle geçip gitti.
Gözucuyla da olsa Bay Neal onu görmüş olmalıydı. Ama bir tepki vermedi.
“Bay Neal, raporda sadece küçük arabaları önermiyorum. Karma motorlular da var. İstediğin büyüklükte yapıp gayet ekonomik olmalarını sağlayabiliyoruz.”
“Demek karmalar da var. Var ama hangi maliyete? Birilerinin onları alabilmesi için fiyatları oynatamayız. Bu da bizi senin küçük arabalarınınkinden de güdük bir kar marjına, hatta zarara getirir.”
“Ama efendim, Japonlar halihazırda üretiyorlar. Bu yönde adım atmazsak bu pazarı onlara kaptırırız.”
Heyecanlanıp ayağa kalkmıştım. Yaptığımı farkedip oturdum. Koltuğa yerleşirken de kendi kendime söyleniyordum:
“Diğer pazarları kaptırdığımız gibi.”
Bay Neal beni duymamazlıktan geldi. Belki de gerçekten düşünüyordu. Kahveye uzandım ama bitmişti. Hiç içmişim gibi gelmiyordu. Yenisi istemek ise seçenek dışıydı.
Bu sefer iki kişiydiler. El ele tutuşmuş iki kadın. Lezbiyen olduklarını düşünmedim. Sadece yalnız olmak istemiyorlardı. Birisi ağlıyordu, diğeri ise aşağıya bakıyordu. Ağlayanın tek ayakkabısı yoktu. Camın önünde fazla kalmadılar.
“Gordon! Burada mısın?”
Dikkatimin dağıldığını farketmişti.
“Evet efendim.”
“Bu raporu şu haliyle sunamam. Hissedarların karşısına çıkıp dörtçekerleri, limoları unutalım, iki litrenin altında motorlar yapalım diyemem. Dersem o toplantıdan sağ çıkamam. En iyisi…”
Cümlesini bitiremedi. Bir patlama sesiyle beraber ofis şiddetle sallandı. Bir süre ne olduğunu anlayamadık. Görünürde hiçbir şey yoktu. Işıklar yanıyor, klima çalışıyordu.
“Neyse, ne diyordum?”
O anda ofisi kapısı aniden açıldı ve içeri tecrübeli sekreter girdi.
“Güney kulesine de bir uçak çarpmış. Binanın derhal boşaltılması gerekiyormuş.”
“Bunu ilk uçak çarptığında da söyledin Agnes.”
“Ama Bay Neal, itfaiyecileri daha fazla tutamayacağım. Bizi yaka paça dışarı atmak üzereler.”
Homer A. Neal canının sıkıldığını belli eden şekilde ufladı. Sonra bana döndü:
“Yapacak bir şey yok Gordon. Çıkalım. Yolda sana nasıl bir rapor istediğimi anlatırım.”
YORUMLAR
Öykünüzün güne gelmesine çok sevindim. Kurgusu, anlatım zenginliğiyle mükemmeldi. Tebrik ederim. Selamlarımla.
İlhan Kemal
Aysel AKSÜMER
Laf aramızda depremde yazı yazmak bayağı zor oluyor bir yandan monitor sallanıyor bir yandan masa. Üstüne bir de kullanıcısı eklenince durum daha da vahim hale geliyor. Anlık bir olay ama hafızada uzun yıllar kalıyor.
Saygı ve selamlarımla.
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
Kahveler soğusun, dert değil. Evimde sürekli taze kahve yapılır. Hatta gece yatarken de makine sabah kendiliğinden çalışmak üzere ayarlanır. Kahve kokusuna uyanmak uyanmamak kadar güzeldir.
Aysel AKSÜMER
O patron bana birini hatırlattı hem de çok yakınımdaki birini...
Güne yakışan bir çalışmaydı yine...
Kutladım...
İlhan Kemal
Teşekkür ederim güzel yorumunuz için. Saygılarımla.
Uçak çarpmış ama adam halen koltuğundan vazgeçememiş...
Allahtan ki itfaiyeciler duruma el atmışlar da sökmüşler onu koltuktan...
Ne kötüdür binbir umutla bir işe sahip olacağı kapının yüzüne kapanmasını yaşamak...
Ve “Sence dünyanın sonu gerçekten geliyor mu?” diyen zencinin sözü nasıl da düşündürüyor insanı..
Her insanın kıyameti kendi ölümüdür. Ya da umutlarının tükendiği an...
Yazıyı okurken bir zengin oldum bir de yoksul...
Bir umutla doldum bir de umutsuzlukla...
Sonra da aklıma şu dünyanın düzeni geldi, ister istemez...
Rant savaşı...
Kutladım, saygımla.
İlhan Kemal
Bay Neal'in durumu bu değildi gerçi. O daha çok oyuncaklarına dalmış, bu arada mutfakta yangın çıktığını farkedemeyen çocuk durumundaydı. O durumda büyükler çocuğu koltuklarının altına alırlar ve evin dışına çıkarlar. İtfaiyeciler de öyle yapmış.
Metro istasyonunun koridorlarında bu hikayeyi kurarken bir zenci yanımda bitiverdi ve sözünü ettiğiniz soruyu bana sordu. Ben Dünya Ticaret Merkezinden atlayan insanları hayal ederken böyle bir sorunun çıkagelmesi bana çok anlamlı gelmedi, kendisini öyküye davet etmek zorunda kaldım.
Saygılarımla.
İlhan Kemal
O qué
Onlar hayatımı güzelleştiren yegane tutkular.
Ama insanları yönetmek gibi bir tutku olamaz, ayrıca ben Neal'ın davranışlarından, hırsından, kendini tanrı ilan etmesinden hoşlanmadım.
Ve onu Jigsaw'un ellerine teslim etmek istiyorum !
Kimsecikler de karışamaz :)
İyi geceler
İlhan Kemal
Bir önerim var: Gerçekten Neal'i jigsaw'un eline verin. Öyle bir sahne olsun, karanlıkta Homer gözlerini açar. Tamamını yazmanıza gerek yok, sadece ilk oyuna kadar.
O qué
Bak sen şuna melek görünümlü bir şeytanmış meğer, diyorlarmış benim için :D
Yok yok ben vazgeçtim, Neal'ın aşık olmasını bekliyelim. Ama karşılıksız:)
Bu kafi .
İlhan Kemal
Depremin şoku geçti. Aysel Hanıma çok güldüm sonra...Bu kadar defter aşkı pes dedim:)
Yzıya ilk yorumumu düşerken onu saçında kurdelasıyla göreceğimi biliyordum nasılsa...Dedim ya size; İlhan KEMAL'ce olsun diye. Hakikaten öyle olmuş. İlk kez bu kadar uzun yazdığınıza şahit oldum. Tabi size göre uzun, bana göre normal.
Hep yazın istiyorum ama, ne olacak bendeki bu kıskançlık, kara kara düşünmekteyim:)
Kutluyorum, hem de yürekten.
Saygılar.
Aynur Engindeniz tarafından 5/20/2011 12:26:56 AM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
Teşekkür ederim öncelikle yorumunuza, sonra da kıskanılmayı harika bir duyguya çevirmenize.
Aynur Engindeniz
Evet -hey gidi- Marina'da ricama rağmen uzatmamıştınız öyküyü. Bu iyi oldu. Bir de bir düşme öyküsü sözünüz var, unutmadınız umarım. Gerçi sipariş üzre yazılmaz ama, zaten fikir sizin. Sorun olmaz diye düşünmekteyim.
Kıskanmaya gelince, ben herkesi kıskanmam, kıskandıklarımı da sevmişim demektir. Tarzınızı seviyorum.
Saygılar.
Aysel AKSÜMER
İlhan Kemal
Bir takım sapkın kişiler vardır, bazı felaket ortamlarını severler. Örneğin ben patlayan havalardan, kasırgalardan, dahası hortumlardan hoşlanırım. Hatta yakında öyle bir bölgeye taşınacağım için de içim içime sığmıyor. Ama ne kadar yoldan çıkmış olursanız olun depremin hiç bir cezbedici tarafı yok. Tsunamisi olmasa doğanın en zararsız olaylarından biri olabilir ama kendi yaptıklarımızla onu felakete çevirmeyi başarıyoruz.
Gelelim asıl önemli konuya (Biraz daha kahve?). Aynur Hanıma düşme öyküsü sözüm vardı. O öykü kafamda gelişti, yazıya döküldü ve bugün güne geldi. Bir değil, birden fazla düşenin öyküsü oldu. Sadece kamerayı onlarla beraber hareket ettirmedim, sabit bir yere, Homer A. Neal'in ofisine sabitledim. Bir olasılık kabul etmeyeceksiniz ama ben sözümü tuttum.
Aynur Engindeniz
ikinci haber bu...
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
Öykünüz harikaydı.Tebrik ederim. Bana bir iş anımı hatırlattınız. Çok yoğun çalışırdık ve hata yapmama üzerine programlanmıştık resmen. Bir akşam yine mesaideydik. İçeride amirim var ben yan odada harıl harıl bilgisayarda yazı yazıyorum. Monitör sallanmaya başladı. Ben aşırı yorgunluk olduğunu düşündüm. Bir yandan yazıyor bir yandan da masanın ayağına bakmaya çalışıyordum. Derken ben işi yetiştirmek adına bir elimle monitorü tutuyor tek parmakla yazmaya devam ediyordum. İçerden amirimin sesi geldi "Aysel çabuk çık dışarı! Deprem oluyor! Ben ayağa kalkmaya çalıştım fakat yürüyemedim bile. Deprem bir süre sonra durdu. Hem korktuğum hem de sonra çok güldüğüm bir anımdır. Depremde bile yazı yazdım yani. Saygı ve selamlarımla.
İlhan Kemal
Sizin başınızdan geçen de absürd bir öyküye çevrilebilinir: Çalışıyorsunuz ama amiriniz çığlıklar atarak dışarı kaçıyor (Önunki gibi karısı olan biri nasıl delirmez ki), mesai arkadaşlarınızdan biri panikle pencereden atlıyor (Borçla da yaşanmazdı ama buna da değmezdi. Bulurdu Ahmet kumar borçlarını ödemenin bir yolunu. O kolay olanı seçti), monitör devriliyor (Ucuzcu müdür, Çin malı almış) ama siz hala çalışıyor ve bahane buluyorsunuz.
Beğendiğinize sevindim. Saygılarımla.
Aysel AKSÜMER
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
Aysel AKSÜMER
Deprem bölgesinde yaşayanları düşündüm de ne kadar zor. Paylaştığım anımın olduğu güne kadar deprem nasıl bir şeydir karşılaşmamıştım. Tamam depremin sözlük anlamını biliyordum ama yaşamak gerçekten korkunç bir şey.
Görümcem Denizli'de yaşadı uzun süre. O kadar sık oluyor ki artık alıştık. Dua edip hayatımıza devam ediyoruz diyordu.
Edebiyat Defterinde olmaktan ve sizleri tanımış olmaktan dolayı mutluyum.
Aynur Engindeniz
Ço k hırslı işine bağlı, gözü işten başka bir şey görmeyen patron.
Bina yıllacak ama işe, raporlara devam diyor.
Gülümsettiniz. Hayal gücünüz yine öne geçmiş,
Tebrikler, güne düşebilir.
Sevgilerimle...