- 1171 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Arap Saçı
Mart sürprizle dolu, bazen bahar, bazen kara kış...
Güneşli bir gündü. Öylesi güzeldi ki; insanlar caddelere dökülmüş, depolarına güneş doldurup, kıştan kalma, üzerlerine yapışmış kalmış depresif yorgunluğu atıyorlardı. Yolun trafiğe kapalı alanında kurulmuş sallanan atlar, minik tahteravalliler işgal altındaydı. Çocuklar sabırsızlıkla sıralarını bekliyor; henüz sıra beklemenin ne anlama geldiğini bilmeyecek kadar küçük olanları ise, seslerinin yettiğince bağırıp, psikolojik şiddet uygulayarak, bir an önce, haklarını kullanan diğer çocukları indirmeğe çabalıyorlardı. Psikolojik şiddet; kullanmayı bilmeyenlerin üzerinde oldukça etkilidir.
Kadın, bedensel olmadığı halde, beyinsel bir yorgunluk halindeydi, öğlen paydosuna tam on iki dakikası kalmıştı. Makasını, usturasını dezenfekte edip, yerlerine yerleştirdi, yere düşen tarağını kaldırıp, onu da dezenfekte etti. Kafasında yalnızca, olabildiğince çabuk dışarı çıkıp, en güneş gören masada okkalı bir kahve içmek vardı. Evde bıraktığı tüm çözümsüz sorular, evde dursundu. O şimdi yalnız baharı koklamak istiyordu.
Kapı açıldı...
İçeri giren adam, bahardan nasibini almış, yüzündeki mutlu ifadeyi, girdiği salonun gri duvarlarına rağmen saklayamıyordu. ’’ Merhaba. ’’ dedi kadına daha da içten gülümseyerek. Kadın da gülümsedi; ’’ Selam, seni beklemiyordum. ’’ dedi. ’’ Bahar üzerimize çöktü, dışarısı harika ve böyle havalarda en sevdiğin şey, güneşe bakan bir masada kahve içmektir değil mi? O yüzden, seni almaya geldim. ’’ diye yanıtladı adam. Kadın, adamın kendisini ne kadar iyi tanıdığını düşünerek irkildi. Saatine baktı ve ’’Bana beş dakika izin verirsen, seninle çıkabilirim. ’’ diye yanıtladı. Adam gülümsedi, kadını yıllardır hep bir yerlerde beklemişti.
Senelerdir gittikleri kafeye yöneldiler. ’’ Ne zaman döndün? ’’ diye sordu kadın, geleceğinden haberi yoktu. ’’ Yeni geldim sayılır, eşyalarımı eve bırakıp, yanına uğradım hemen. ’’ Sustular... Masalarına varıp, kahve ısmarlayana kadar da, tek kelime etmediler. Adam gözünü almadan kadına bakıyordu, kadın ise tüm gün özlemini çektiği güneş kokulu kahvesi ile öyle meşguldu ki, adamın bakışlarını hissetmemişti bile. Suskunluğu ilk adam bozdu ’’ Hızma taktırmışsın, ne çok yakışmış. ’’ Kadın gülümsedi, adam onun sürprizlerine bunca yıldır alışamamıştı.
’’ Ne zaman döneceksin? ’’ diye sordu.
’’ Pazar akşamı ’’ dedi adam, ’’ Pazartesi çalışıyorum biliyorsun. ’’
’’ Biliyorum’’ dedi kadın, biliyorum diye düşündü. Gülümsedi, gözlerinde düşündüklerinin okunmamasını diledi.
Ve o beklen/mey/en konuşma başladı:
-Akşam çocuklarla yemeğe gidelim, yarın akşam da ikimiz bir şeyler içmeğe çıkar, sonra gider bir yerlerde dans edip, kurtlarımızı dökeriz olmaz mı?
-Olur elbette ama önce annenlere uğra istersen, onlar da seni görmek isterler.
-Offfff yine aynı terane, yine başlayacaklar ’Senin ne işin var orada, insan eşini yalnız bırakır mı, çalışmak için başka yer bulamadın mı, yoksa hayatında başkası mı var da çekip gittin?!....
Offfff!...
-Onlar hayata senin gibi bakmıyorlar, anlamaya çaba göster!
-Susmamı mı istiyorsun?
-Hayır, anlamanı...
-Beni kim anlayacak?
-Ben seni anlıyorum...
Adam gülümserken, beyninde dans eden soruları, kadın ise bildiklerinin ağırlıklarını saklayamadılar.
Suskunluk... Kahrolası bir suskunluk başladı.
Adam sessizliği bozmak ve temayı değiştirmek adına, gündemi ters yüz edecek bir şeyler bulmaya çalışıyordu. Günlük konulara girmeli diye düşündü.
- Bir sürü çamaşır getirdim yine, Pazar gününe kadar kururlar mı ne dersin?
-Kururlar.
-Çarşafları ve diğer büyük parçaları kuru temizlemeye götürüyorum, yoksa tüm hafta sonunu çamaşırla geçireceksin.
-Aslında kendine bir çamaşır makinası alsan çok iyi edersin.
-İyi de hafta sonları buradayım zaten, senin için zor oluyorsa ben yıkarım onları, sorun yapma lütfen.
-Yanılıyorsun, sorun yapmıyorum... Ya da şöyle söyleyeyim, sorunu ben yapmıyorum. Bu yaşadığımız kendi başına bir sorun. Ben artık senin getirdiğin çamaşırları yıkamak istemiyorum, hatta hafta sonları eve gelmeni de istemiyorum.
-Neden?
-Kız arkadaşını yalnız bırakıyorsun, hem bir çamaşır makinası alırsan, onun çamaşırları da yıkanır öyle değil mi?
Adam şaşkındı, bunca yıllık eşinin karşısında ezikti. Eşinin olanlardan haberi yok sanıyordu. Biliyorsa, neden onu her seferinde bu kadar güler yüzle karşılıyordu ki? Ona başka bir şehirde iş bulduğunu, bir müddet gidip geleceğini ve işler yoluna girdiğinde hep birlikte taşınacaklarını anlatmıştı. Eşi ise, onu yolundan alıkoymak istemediğini, gidip denemesi gerektiğini ve bu şehirden gitmeğe karar verirse, onunla gelmeyeceğini söylemişti. Gülümseyerek yolcu etmiş, her şeyin gönlünce olmasını dilemişti. Tam iki ay olmuştu ilk yolculuğa çıkalı. Her hafta sonu eve gelip, eşini ve çocuklarını görmüştü. Aynı yatağı paylaşmamaları dışında, hayat hiçbir farklılık göstermeden devam ediyordu. Kadın, ona dokunmuyor ve dokunmasına da izin vermiyordu ve adam bunu kırgınlık belirtisi olarak yorumlamıştı. Eşi hayatında başka biri olduğunu bilmiyordu, eğer ilişkisi istediği gibi gitmezse, perdeyi indirip evine dönebilirdi. İşlerin yolunda gitmediğini söyler, eski hayatına olduğu yerden devam ederdi. Eğer ilişkisi yolunda giderse, yine sorun olmazdı, nasılsa eşi, onunla birlikte yola çıkmak istemiyordu. Olanları anlatır, yeni hayatına başlardı. Henüz ne yapacağını bilmiyordu. Şimdi ne olacaktı?...
’’ Ne zamandır biliyorsun? ’’ diye sordu adam.
’’ Başından beri ’’ dedi kadın, ’’ Başından beri!’’
Suskunluk...
-Nasıl oldu bilmiyorum, oldu işte... Biz kopmuştuk birbirimizden...
-Hayır, aslında biz parçalanmıştık fark etmeden.
-Seni üzmek istemedim.
-Üzülmedim, iyiyim.
-Ne yapacağız şimdi?
-Ayrılacağız. Ben senin çamaşırlarını son kez yıkayıp, ütüleyeceğim. Sonra valizini hazırlayacağım ve giderken el sallayacağım.
-Sen ne olacaksın?
-Bahar geldi, ben çiçek açacağım.
-Üzgünsün...
-Belki de, ama bunun böyle olmasını istiyorum. Parçalanmış hayatlar yama tutmaz!
-Yine felsefe.
Adam gülümsedi, kadın da...
-Öğlen molası bitmek üzere.
-Gel seni iş yerine bırakayım.
-Haydi, bırak.
Her ikisi de gülümsedi, hesabı ödeyip kalktılar. Güneş üzerlerine vuruyordu, çocuklar hâlâ tahterevalli savaşındaydılar. Konuşmadan yürüdüler. Kuşlar, meltemde sallanan yapraklar, çocuk cıvıltıları... Bahar konuşuyordu. Kadının iş yerine geldiler. Kapının önünde durup, bir birlerine baktılar. ’’Akşam görüşürüz’’ dedi adam, ’’Çocukların sevdiği bir yerde yemek yiyelim. ’’ Kadın ’’Olur’’ dedi.
Adam arkasını döndü, kadın kapının koluna uzandı. Adam aniden döndü ve seslendi: ’’ Yarın dans etmeğe gidiyor muyuz?
’’ Elbette’’ dedi kadın, ’verilen söz geri alınmaz’...
İçeriye girdi...
İş arkadaşları çoktan işe koyulmuşlardı.
-Nerede kaldın, kahve mi çarptı?
-Bahar çarptı, Mart sürprizle dolu, bazen bahar, bazen kara kış... Şimdi hangisi başladı bilmiyorum, içim pır pır ve ben çok üşüyorum.
Kadın, makasını, usturasını ve tarağını aldı, tekrar dezenfekte etti. Hayatı arap saçı gibi olmuştu, şimdi bir güzel taramalıydı...
YORUMLAR
Zeynep Süberk
Güzel ziyaretin için teşekkürler, içten sevgimle : )
Bu kadar medeni ayrılan var mı? Elbette vardır. Ne güzel anlattınız. Kendimi öyle kaptırmışımki son kısımda ayrılmasınlar, dönüp birbirlerine sarılsınlar diye geçirdim içimden. Yuvaya kıyamıyor insan...Ama belli mi olur, bu kadar medeni iki insanı yeniden birleştirir belki başka bir öykü...Belki başka bir mart...
Okuduğuma sevindim.
Sevgiler.
Zeynep Süberk
Teşekkürler, sevgimle...