- 5042 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Gece Yolculuğu
Saat gece yarısına yaklaşmıştı. Dönüş yolunda önde oturuyordum. Hiç bu kadar karanlık bir yol görmemiştim. Çocukluğumdan beri gecenin gizemine hayrandım. Yaz gecesinin lacivertinin beni çağırdığını hayal ederdim. Gidemezdim. Çağrılmak ve gidememek, istemek ve korkmak ve bu iki duygunun arasında yay gibi gerilmek beni heyecanlandırırdı. İşte banketin az aşağısında yine o karanlık bahçeler, yine o ağaçlar, o ateşböcekleri bekliyorlardı, gidemiyordum.
Bu arada bu kadar çukur da görmemiştim hiç bir yolda. Araba hopladıkça kâh kapı koluna kâh cama tutunarak dengemi yeniden bulmaya çalışıyordum. Farlarımızın aydınlattığı kadarıyla asfaltın çökmüş yerlerinden sakınmaya çalışıyorduk ama bu pek mümkün değildi. Sarsıntıdan içim dışıma çıkmıştı ve açtım ama umurumda değildi. Hayırlısıyla eve bir varsaydım... Sıradan bir akşamda en son aldığım kitaptan birkaç sayfa okumuş, sütümü içmiş ve saat 11 olmadan ilk rüyalarımı görmeye başlamış olurdum. Şimdi ise lenslerim gözümde kurumuştu ve mazot kokusundan bulanan midemin başıma bir iş açmaması için sıkı durmak zorundaydım.
Gidiş yolunda sağlık memuru da ben de arkadaydık. Gözümle hem monitörü hem de sedyede yatan adamın inip kalkan göğsünü takip etmeye çalışmıştım. Serum şişesi o kadar sallanıyordu ki her an takıldığı kancadan kurtulup adamın karnına inebilirdi. Her şey hareket halindeydi. Ambulansın arkasında gezip duran acil çantasını yakalamış kapıyla bacağımın arasına sıkıştırmıştım. Raflarda ampuller birbirine çarpıyor, dolap kapaklarını camları şangırdıyordu. Sarsıntı bitmek bilmemişti. Sağlık memuru durmaksızın konuşmuştu. Kendi memleketi, eşinin memleketi, nerede nasıl tanıştıkları, daha önce çalıştığı işler filan falan. Aklım hastadaydı aslında ama nasıl oluyorsa adamın anlattığı onca laf-ı güzafı da kaydetmiştim bir yandan. Fena adam değildi de benim iyi bir zamanıma denk gelmemişti. İki buçuk saat süreceği söylenen yolda hastaya bir şey olsa ne yapacaktım? Adrenalin nerede, atropin nerede? Entübasyon tüpü kaç numara, defibrillatörün şarjı yetecek mi? Neyse ki hiçbirine ihtiyaç olmadan hastaneye varmış ve hastayı yeni doktorlarına teslim etmiştik. Ancak ondan sonra rahatlamıştım. Nedense aynı yoldan bu sefer zifiri karanlıkta geri dönmemiz gerektiğini aklıma hiç getirmemiştim.
Neden insan, asfalt ziftinin ve gecenin aynı karanlıkta kaybolduğu bir yoldan yine de gözünü ayıramaz? Şoför baksın tamam da biz nesine bakıyorduk bu yolun? Arada bir karşıdan iki uzun far görünüyordu, yaklaşıyor, yaklaşıyor, gözümüze girip kayboluyorlardı. Işık vurdukça camda çizikler, çatlaklar, sinek ve böcek ölüleri görünüyordu. Güneydoğunun amansız tozu ve yakıcı güneşinin kuruttuğu küçük cesetler. Şoför ikide bir "camı yıkayacağım" deyip duruyordu. "Bir yer bulayım da camı yıkayacağım" ama bir yer yoktu işte. Viranşehir’i geçmiştik. Çukurlara düşüyorduk hala, hala cam pisti ve bir yer yoktu.
Bilindik fıkraları kendi başından geçmiş hikâyelermiş gibi yutturmaya çalışan sağlık memuru anlatmaya devam ediyordu. "arkadan çarptı BMW ye, camı açtı "abi kusura bakma acemiyim devam et sen" dedi. Biz de arkalarındayız, sonra aynı araba hocam, BMW ye bir daha çarptı gözümüzün önünde..."
Fıkradan bozma hikâye sonunda bitmişti. Dikkatini yola vermeye çalışan şoförün, sağlık memurunun bu zevzekliklerinden hiç hoşlanmadığı belliydi. Bu durumda, hikâyeye gülmek bana düşüyordu. Elimden geleni yaptım. Sağlık memuru umduğu etkiyi yarattığına inanmış mıydı bilemedim, merak da etmedim, sanırım o hayatta hiçbir şeye bozulmayan adamlardandı.
Yine sağa çevirdim başımı, laciverte baktım. Çocukluğumdan çıkıp ta buralara kadar gelmiş olan o laciverte. Evimden 1000 km uzaktaydım, hiç bilmediğim bir yolda, sadece üç saat önce tanıştığım iki adamla, amortisörlerinde hal kalmamış bir ambulansta gidiyordum. Yorgundum, tedirgindim. Kadere kızmıyordum haşa. Sadece şaşkındım. İçimden teskin edici bir şeyler geçirmeye çalıştım. Şu lacivert beni sarsa götürse sonra, çocukluğumun yaz gecelerinden birinde açsa, mis gibi biber kızartması kokan mutfaktan balkona çıksam ve yine o karanlık bahçeye, ağaçlara baksam, çağırsalar gidemesem, çocuk gibi heyecanlansam…
"Abi bir yerde dur da bir çay içelim" dedi sağlık memuru. Şoförden bir cevap gelmedi. "Dilimiz damağımıza yapıştı abi hadi dur bir yerde bir çay içelim yaa" Şoförden yüz bulamayınca beni arkasına almak istedi bu kez bana döndü.
"Ne dersiniz hocam bir çay içelim mi?" Ne derdim? "Bırakın çayı bir an evvel varalım yerimize " mi derdim. Uykunun ağırlığı bana basmaya başladığı gibi, nikotin sayesinde ayakta kalmayı umarak sigara üstüne sigara yakan bu şoföre de basmaya başladıysa, yol bozuk, karanlık, ya kaza yaparsak Allah muhafaza. Bu adamın şu an bir çaya ihtiyacı yok muydu? "Olur" dedim.
Yolda mıydık, gelmiş miydik karanlıktan bir şey seçemez olmuştum. Yavaşladık, sağa döndük. "Çay çay diye başımın etini yedin al sana çay" dedi şoför. Bu kadar geniş bir benzin istasyonu olur muydu? Burada ne kadar çok kamyon vardı? Boydan boya camlı kocaman restoran, adam doluydu. Tır parkıydı burası. Viranşehir Kızıltepe arasında bir tır parkı. Kapıyı açtım. İçeriye İbrahim dolmuştu. "terk etmek ne kadar kolay, sen kolay olanı seçtin..." İnip sağlık memuruna yol açtım. "Ben arabada bekleyeyim" dedim. "Tamam hocam, ben çay getiririm size" dedi. Tekrar bindim. Şoförle sağlık memuru restorana doğru yürüdüler. Ambulansta yalnızdım şimdi. Kadere kızmıyordum haşa. Sadece şaşkındım. "önce benden sonra senden sonra da aşkımızdan geçtin.." Ne işim vardı burada benim? Bu gece yarısında, Viranşehir Kızıltepe arasında bir tır parkında, bu ambulansta ne işim vardı? Ağabeyimi düşündüm, babamı düşündüm. Güldüm kendi kendime. Kahvehanenin önünden bile geçmeyen, akşam ezanından önce evinde olan kız çocuğu, işte şimdi, ailesinin ismini ancak gazetede okuduğu bir yerlerde yaşıyordu. "bilemem bilemem gülemem ben yalan dünyada" dedi İbrahim. Camı tıklattı birisi. Kapıyı açtım, eylül gecesinden, lacivert ipekli bir rüzgâr yüzüme değdi. Çayım gelmişti.
YORUMLAR
Güzeldi.. Hepimizin yaşamında olan ve uzun yıllarda geçse unutulmayan, unutulamayan an'lardan. AN lar dediğim de aklıma Borges'in şiiri geldi hocam. Hikayenize yakın bir hikayede 25 mayıs 1989 yani tam da bu güne denk gelen bir uzun yolculukta yakın duyguları hissetmiştim. Belki bir gün yazarım.
Saygılarımla..