- 1145 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KÜLDEN KADIN
KÜLDEN KADIN
Bugün penceremin aralığından gelen rüzgâr uğultusu ile uyanıp bu güzelim bahar havasının ilk saatlerinde, evime gizlice giren çiçek kokusuyla huzur doldu içim. Gün henüz doğuyor; güneş uzaklardan, bir çocuğa “CEEE” yapar gibi sevindiriyordu beni adeta.
Yeni bir güne başlayabilmenin sevinci ile şükrediyordum Tanrı’ya. Rüzgârın uğultusunu hissedebildiğim, günün doğuşunu izleyebildiğim, çiçeklerin o eşsiz kokusunu soluyabildiğim ve hatta hâlâ nefes alabilen insanlardan biri olduğum için şükrediyordum sorgusuzca.
Her zaman olduğu gibi bugün de yapayalnız başlamıştım güne. Yalnız başladığım tek şeyin bir gün olduğunu sanarken birden kapım çaldı ve üstündeki kartta “İyi ki doğdun!” yazan güller ve bir hediye paketi yalnız başladığım şeylerden birinin de yeni yaşım olduğunu anımsattı. Biri doğum günümü kutlamayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki doğduğum günü unutalı epeyce zaman geçmişti aradan, ta ki isimsiz bir kahraman bana bunu hatırlatana kadar…
Neden bilmem; ama galiba uzun yılların ardından biri tarafından hatırlanmanın verdiği heyecandan olsa gerek ki ellerim titriyor, kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyordu.
Biraz ürkek, biraz masum, biraz da şaşkın bir tavırla yavaş yavaş yırttım hediye paketini. İçinden bir kum saati ve yanında kısacık bir not çıktı. Yıllar sonra kabuk bağlayan bir yarayı yeniden kanatan bu notta şu satırlar yazılıydı:
“Bu kum saati arkanı dönüp gittiğin günden beri karşımdaydı, fotoğrafının olduğu çerçevenin yanında… Ben yıllar yılı sevgiyi koydum bu kum saatinin doludizgin akıp giden her bir zerresine… Nasıl ki ansızın yok olduysan hayatımdan, bana döneceğin günü bekledim; bu küçük kasabaya yerleştiğini duyunca da bütün işlerimi bırakıp sana- hayatımın dizginlerini istemese de ele geçiren kadına- geldim. Mutluluğun senin yanında, huzurun gülen gözlerinde olduğunu bildiğim için…
Bütün öfkem hayatını hasta bir adama adamak istiyor olmandı. İnan ki ne senden vazgeçtim ne de sensizliğe alışabildim. Tedavi gördüğüm uzun zaman diliminde kendine başka bir hayat kurduğunu ve mutlu olduğunu duymak istedim ziyaretime gelen bütün dostlardan. Lakin kimse sözünü bile etmedi. Demek kimse ortadan yok olduğunu söyleyemedi.
Hastaneden çıktıktan sonra daha bir hissettim yokluğunu, merak ettim seni. Bunu, sevgisi için ailesinden vazgeçen melek kalpli bir kadına nasıl yaptığımı düşündüm uzun uzun ve mantığımın değil, yüreğimin “Git” dediği yerdeyim şimdi, çok yakınlarında… Ben senden hiç vazgeçmedim, senin de benden vazgeçmediğini anladığım gün gelmek istedim sana; ama cesaret edemedim. Artık uslanmaz oldu bu yorgun kalbim. Sanıyorum ki çok da uzun bir vaktim kalmadı, işte bu yüzden bir cesaretle Tanrı’nın bana verdiği en güzel armağana son bir kez olsun “hoşçakal” demek niyetiyle, sana bu kum saatini hediye etmek istedim. Zamanın ne kadar acımasız olduğunu anımsa ve belki de yarının geç olabileceğini hatırla diye… İYİ Kİ DOĞDUN BİRTANEM, DOĞUM GÜNÜN KUTLU OLSUN. ELİNDEKİ SİHİRLİ FIRÇASI İLE ZAMAN BABA HEP YANINDA OLSUN!”
İşte bu yazıdan sonra o isimsiz kahramanın kim olduğunu anımsadım ve sayesinde gün boyunca hıçkırıklarım dinmek bilmedi; kalbimde amansız bir acı, ne ona gidebildim ne onun da beni hâlâ sevdiğini bile bile onsuz durabildim. Kalbimdeki acıyı bir nebze de olsa hafifletmek için gecenin bir yarısında düştüm yollara…
Biliyordum ki hayat sokaklardaydı, hayat Refik amcanın yorgun gözlerinde, hayat yaşlı balıkçının nasırlı ellerinde ve hayat sonbaharda sararıp yere düşen yaprağın sorgusuz sualsiz savruluşundaydı…
Artık başka bir gün doğuyor, bugün güneş “CEEE” yapmıyordu bana. Adeta yalnızlığımdan korkup saklanmıştı bulutların arkasına. Doğmasını ne kadar istediğimi bile bile… Hep böyle değil miydi zaten? En çok arzulayıp kavuşmak istediklerim hep benden uzakta değil miydiler? Bu düşünce yine kemirmeye başlamıştı ruhumu ve her hatırlayışımda daha büyük lekeler bırakıyordu ruhumda.
Sonra yağmurun yavaş yavaş çiselediğini hissettim ve bir çay bahçesine girdim. Boğaza bakan muhteşem bir yerde yüreğimi dahi ısıtacak sıcacık bir çay içmeye karar verdim. Yudumlarken çayımı, martılar kanat çırpıyordu özgürce, o martının yerinde olmak istedim. Özgürce kanat çırpıp gitmek istedim uzaklara.
Sonra hemen arka masada oturan iki gencin konuşmalarına kulak misafiri oldum, istemeden. Belli ki küçük yaşta o da cebelleşiyordu lanet olası aşk belasıyla. “Demek insan sevdiğiyle değil, kendini sevenle mutlu olurmuş. Böyle olmak zorunda mı hep? Seven sevdiğinden uzak durmak zorunda mı? İnsan hep mi acı çektirir sevdiğine? Gözlerine bakıp o sevgi diyarında kendini bile unutmak varken, o gözlerden yaş akması için elinden gelen her şeyi yapmak niye? Söylesene Ege, söyle. Nefret etmenin, sevmekten neden daha kolay olduğunu söyle. Mutlu aşk var mıdır bu devirde?”
Genç böyle dert yanıyordu arkadaşına. Sevmekten nasibini almışa benziyordu o da. Ama bu nefret dolu sözlerin ardında bitip tükenmeyen, asla da tükenmeyecek olan bir aşk hissediyordum ben, uzun yılların verdiği tecrübe ile…
Yağmur dindikten sonra, toprak kokusunu içime çekmek üzere büyük bir heyecanla çıktım dışarıya. Çünkü bir an için bu koca şehirde toprağın, yeşilliğin yok olduğunu unutmuştum. Eskiden ne güzeldi oysa yeşillerle, toprak kokusu ve çiçeklerle donanmıştı evren. Hatta o zamanlar “ÇİMLERE BASMAYINIZ” yazısını koymaya bile gerek duyulmazdı; çünkü kimse kıyamazdı zaten o yeşilliklere. Şimdi o yazıların bile fayda etmediğini görünce derin bir hüzün kaplıyor yüreğimi.
Toprak kokusundan mahrum bırakılmanın verdiği hüzün ile devam ettim yoluma. Bir çiçekçinin önünden geçerken o isimsiz kahramanın bana verdiği ilk çiçeği gördüm; lakin neden bilmem almaya cesaret edemedim. “Sen benim beyazımsın, bütün renkleri taşıyan; ama hiçbiri olmayan, sadece benim olan…” derdi bana. Bu sözlerini anımsadım birden. Sonra aklımdan çıkaramadım simasını…
Evet, o isimsiz kahraman yine başlamıştı düşüncelerimi kurcalamaya. Çünkü gözlerini anımsayınca bir yangın yerine dönüştü yüreğim. Küçük bir kıvılcımken koskoca bir yangına dönüştü adeta. Sonra “Tam bitti, söndü bu alevler” derken külleri yeniden alevlendi. Bu sefer tüm benliğimi yakıp kavurdu… Külden bir kadın olmuştum sonunda…
Bütün gün sokaklarda aç susuz dolaşmanın verdiği yorgunlukla girdim evime.
Ne yıldızlarımı- beni asla yalnız bırakmayan dostlarımı- izlemeye mecalim kalmıştı, ne de ayakta durmaya. Hemen uzandım yatağıma, yine yapayalnız…
Ertesi gün bir kez daha çaldı kapım. Bu sefer gelen bir plaktı, eski bir plak. Uzun süre koyup dinlemeye cesaret edemedim. Sonra gece yarısı olup da yıldızlar bir bir görünmeye başlayınca yalnız olmadığımı, yıllardır bana dert ortaklığı yapan dostlarımın artık gece boyunca yanımda olacaklarını anımsayınca koyup dinledim plağı.
Önce şaşkındım, sonraları “Evet, evet” diye kendi kendime onay verince emin oldum ki bir Vedat SAKMAN şarkısı okşuyordu saçlarımı teselli niyetine, “Sevda hâlâ var!” dercesine:
“ Ayrılık da sevdaya dahil;
Çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili” diye…
Anladım ki bunlar boşa sarf edilmiş sözler, bu plak boşa yollanmış bir hediye değildi, sevda hâlâ var, biz hâlâ sevgiliydik yani…
Meğer ne çok zaman olmuş bu şarkıyı dinlemeyeli ve o bunca zaman nasıl saklamış bu plağı anlam veremedim açıkçası.
Gece yastığa koyunca başımı onu düşündüm uzun uzun… Gerçi buna onu düşünmekten kendimi alıkoyamadım demem lazım ya neyse. O sesini bile özlemişim aslında, o istediği zaman bütün duygusunu bana huzur veren o sesine yükleyebiliyor çünkü. Bir kelimeye bin anlam yükler zaman zamanda.
Bu gece başka bir sessizlik vardı sanki kentte. Yalnızlığın eşiğinde derin bir hüzün… Bir ara pencereyi aralayıp yıldızlarıma bakmak istedim, dikmiştim başımı gökyüzüne, hatırlarını soruyordum dostlarımın… Tam uyumak üzere yatağıma giderken, başımı eğip aşağıya baktığımda küçük bir karanlık çekti dikkatimi. “O’muydu?” yola beyaz bir boya ile “SENSİZKEN YAPAYALNIZIM, ÖYLE YALNIZIM Kİ YALNIZLIK BİLE KORKAR YALNIZLIĞIMDAN!” yazan… Tam aşağı, yanına inmek geçerken aklımdan dönüp arkasını gitti, karanlık sokağın ardı sıra kayıplara karıştı…
Bense bütün geceler olduğu gibi bu gece de kaldım bir başıma. Karanlık geceye inat bembeyaz bir gecelik giyip yine diktim başımı gökyüzüne. Bu gece bir kırıklık yatıyor yine pusuda. Sevdiğim yine benden uzak, ben yine siyah gecenin koynunda daldım uykuya…
Odamdaki kalp şeklini almış mumu yaktım, artık eriyip yok olsun diye. Ama sonra bir şeyi anımsadım ki o mum eridikten sonra tekrar aynı şekli alabilir… Hele benim kalbimse, o isimsiz kahramanı gördüğü ilk an hemen alır eski şeklini…
Sabaha kadar uyumadım, günün doğuşunu izledim yine. Neyse ki bugün güneş yine “CEEE” yapıp güzel günlerden umudumu kesmemem gerektiğini anımsattı bana. Bense sabahın ilk saatlerinde ona olan şükranlarımı sundum…
Ve sabah gazeteleri almak için açtığım kapımda kocaman bir ayıcık buldum. Ağzında bir gül, en önemlisi de gülün ucunda bir kilit ve yanındaki notta yazan şu satırlar: “Bu kilidin anahtarı hâlâ sende, senden başkasının eline hiç geçmedi zaten!” bu güzel hediyeler hoşuma gitmiyor değildi; ama ihtiyacım olan hediyeler değil, bir tebessümüydü…
Bu sefer inip kapıcıya bunları bırakan kişinin nerde oturduğunu sordum. Yüzündeki küçük tebessümle “Bir üst katınızda” diye cevap verdi. Bizler artık komşuluk ilişkilerimizi unuttuğumuz ve komşu kapısını sadece şikâyet için çaldığımız için üst katımda oturanın yıllar yılı kalbime hükmeden tek insan olduğundan habersizmişim. Ne yazık ki…
Bu sefer de ben geç kalmıştım. Kapıyı uzun uzun çalmama rağmen açmadı, kapıcı ise inatla evde olduğunu söylüyordu. En sonunda meraklanıp kapıyı bir çilingir tarafından açtırdık. Eve girdiğimde her şey için geç kalmıştım. Cansız bedeni evden çıkarken benim için yazdığı küçük bir notla karşılaştım, “Son bir kez olsun gözlerine bakmak isterdim; ama ben o cesareti yokluğunda yitirdim. Ardımdan üzülmeni istemem; çünkü şu hasta kalbime senden başkası hükmetmedi. Ben seni sonsuza dek birlikte olacağımız yerde bekleyeceğim ve fani dünyada kavuşmasa da bedenlerimiz orda kavuşmaktan başka bir şey dilemiyorum. Bu notu ne zaman okursun bilmiyorum; ama okuduğunda unutma: AYRILIK DA SEVDAYA DAHİL BİRTANEM!”
Bahar BAYKAN/ 11.02.2009/ 00.20
YORUMLAR
Bu gün ikinci defa roman tadında , çok güzel bir öykü daha okudum. kendimi şanslı hissettim.
Sitemizin yenileri, Sevgili arkadaşlar : Hoş geldiniz, iyi ki geldiniz.