Ülkem İnsanlarını Duyarlı Olmaya Davet Ediyorum!
Her birinizi saygıyla selamlıyor, görmezlikten gelinen bir sorunu kamuoyu ile paylaşmaya açıyorum...
Bilinmelidir ki, bugünkü yaşam biçimimiz milyonlarca yılda oluşmuş hücre bilincine uygun olarak sürmektedir. Hücre bilincine uygun olmayan uyartılar önce ulaştıkları hücreleri, sonra da organizmayı strese sokar. Psikolojik ve biyolojik hastalıklara neden olur. Tüm hücrelerin alışık oldukları milyonlarca uyartı ve bunlara karşı geliştirdikleri mücadele biçimleri vardır. Bunlar hücrelerin yapılarına kodlanmıştır. Hücrelerin bildikleri uyartılar ve bunlara karşı geliştirdikleri mücadelelerin tamamı hücre bilincini oluşturur.
Eğer basit bir mantıkla bakarsak, hücrenin yabancısı olduğu her uyartı bir stres kaynağıdır. Son yüzyılda insanoğlu teknolojik gelişmelerle hem doğayı, hem de kendi organizmalarını beklenmedik biçimde yabancı uyartılara maruz bırakmaktadır. Hücre bilincine kodlanmamış uyartılar (radyasyon, gürültü kirliliği, sebze ve meyveler üzerinde birikmiş kimyasallar, gıda maddelerini korumak için kullanılan kimyasallar, v.b.) organizmaları strese sokar.
Canlıların tanıdıkları uyartılara karşı kullandıkları etkin ve başarılı yöntemleri vardır. Bilmedikleri uyartılar aldıklarında alışageldikleri bir mücadele biçimleri olmadığı için, önce uyartıyı tanıyıp, öğrenebilirlerse o uyartıya karşı bir mücadele yürütmeleri gerekmektedir. Özellikle kimyasal uyartılar bir hücreye girdiklerinde, hücre önce bu uyartıyı tanımaya çalışır. Uyartı yabancı olduğu için hücrede strese neden olur. Mücadele için hazırlıkların sürmesi ise zaman gerektirir. Geçen zaman içerisinde hücre mücadeleye başlama konumuna geldiğinde kimyasal madde hücre içerisinde bileşikler yaparak yapısını değiştirir. Hücrenin mücadele için yaptığı hazırlığı boşa çıkarır. Zincirleme gerçekleşen olaylar karşısında önce canlı hücresi bocalar, strese girer, mücadelenin sonucunda da başarısızlığa uğrar. Sonucunda da hücre organizmaya yabancılaşır.
Tıbbi makalelerde 2020 yılında insanlarımızın en az %25’inin kanser hastası olacağına vurgu yapılıyor. Kaldı ki kırsal alanda yaşayan, sürekli tarım ilaçlaması gençlerimizde kısırlık oldukça yüksek oranlara tırmanmıştır.
Bunun dışında, bitkilere verilen her türlü kimyasal besin maddesi ve koruyucu ilaç, ilk olarak çiftçinin bahçesinde ya da tarlasında uygulanır. Onu ilk tüketen yine çiftçinin kendisidir. Yani soframıza ulaşan meyveyi, sebzeyi üretmeye çalışan çiftçinin en başta kendisi risk altındadır. Bizzat kendisi bir kobaydır, kobay olduğunun da farkında değildir. Uygulanan tarım politikalarında çiftçinin aldığı risklerin gündeme taşınmadığını, aldığı risk karşısında yeterince bilgilendirilmediğini görüyoruz.
Aynı şekilde kimyasal madde kalıntılı ürünlerin sofralarımızdan eksik olmadığını hepimiz biliyoruz. Yani tüketicilerin de sürekli olarak risk altında olduğuna tanık oluyoruz.
Limonun, portakalın, kirazın, şeftalinin, eriğin, domatesin dalda kalmasının asıl nedeni dış pazarın bizim ürünlerimize ihtiyacı olmadığından değil, bizim kötü ürün üretmemizden kaynaklanmaktadır.
Diğer ülkeler insanlarının sağlığını önemserken, insanlarını sağlıklı yaşama konusunda bilinçlendirirken, onların bizim ürünlerimize talepte bulunmaları doğal haklarıdır. Bizden yarasa dışkısı talep eden ülkelerin, domateslerimizi, kirazlarımızı ülkemize geri yolladıkları, geri gelen ürünlerin iç pazarda satıldığına hepimiz tanığız.
Ülkemiz çiftçisi kullandığı kimyasallarla adeta intihar ederken, tüketicisini de ölüme sürüklemektedir.
Ülkemizde tarım politikaları acilen gözden geçirilmeli, kimyasal kullanımına karşı radikal önlemler alınmalıdır.
Tüketicilerin sağlığının hangi riskler taşıdığı konusunda; bilim adamlarını, aydınları, entelektüelleri, siyasileri, STK’ları halkı bilinçlendirme anlamında, üzerlerine düşeni yapmaya, durumdan kendilerine vazife çıkarmaya davet ediyorum.
Mustafa KOCA
Kimya Mühendisi