NAMAZ VAKİTLERİ
Hayat kitabını (Kur’an) okuyan, ona gönül veren, üstünde düşünen akıl sahipleri mü’minlere; kitaptan bihaber olan müslüman kardeşlerimiz: "Kur’an’da her şey varsa, namazın vakitlerini de bize göster." diye eleştiri getirirler. Akılları sıraca Kur’an merkezli düşünen insanların "sadece Kur’an" tezlerini çürüttüklerini düşünürler. İmanda bir güven ve teslimiyet vardır. İnanan insan yani mü’min Allah’a güvenen kişidir. Allah, kendisine güvenen kişinin (mümin) güvenini boşa çıkarmaz, ona en doğru yolu gösterir. "Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir/rehberdir."(Bakara-2). Mü’minin yol haritası Kur’an’dır. Mü’min yolunu bulmak, menziline ulaşmak istiyorsa; kitabı kendisine rehber edecektir/etmelidir.
Peygamberimiz de, kendisine vahyedilen Kur’an’a göre hayatını düzenlemiş ve insanlara Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ ederken Kur’an’ı temel almıştır. Ku’an-ı kerim’de bu durum şöyle ifade edilmektedir: "O, nefis arzusu ile konuşmaz. Kur’an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.(Necm, 3-4).” “Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin.(zuhruf-43).” Peygamber Efendimiz kendisine bildirilen bu vahyin mesajlarını doğru şekilde müslümanlara ulaştırmak için, Rabb’inin emriyle onu sürekli okumuş ve üstünde uzun uzun düşünmüştür.
[Müzzemmil(örtüye bürünen), Kumilleyle(geceleyin kalk), rettililkur’ane tertila(Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku), ’aleyke kavlen sekila(üzerine ağır bir söz bırakacağız)](Müzzemmil 1-5)
Müzzemmil suresinde Allah Teala nübüvvet/risalet misyonunu/görevini verdiği Hz. Muhammed’i bu görev için hazırlamıştır. Bir nevi kendisine bu zor görev için, yükleme yapılmıştır. Üstünde asıl durulması gereken "Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku" (Müzzemmi-4) ayetidir. Allah’ın, peygamberimizin Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne okumasını istemesinin sebebi "hikmet" sözcüğünde saklıdır. Hikmet sözcüğü her ne kadar Kur’an dışı vahye delil olarak gösterilse de, kanaatimizce "hikmet" Kuranı okuyup anladıktan sonra Kur’an’dan en güzel şekilde hüküm çıkarmaktır. Aşağıda "hikmet" sözcüğünün kullanıldığı bazı ayetlere göz atarsak, dediklerimiz daha iyi anlaşılacaktır.
"Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin."
"Zinâya yaklaşmayın."
"Allâh’ın harâm kıldığı canı haksız yere öldürmeyin."
"Yetimin malına yaklaşmayın, sözünüzü de yerine getiriniz."
"Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın."
"Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme!"
"Yeryüzünde kabara kabara yürüme."
"Bütün bu sayılanların kötü olanları, Rabbin katında çirkin(mekruh) görülmüştür."
"Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği bazı hikmetlerdir(rabbuke minel hikmeti)."
(İsra 31-39)
"...Allah sana kitab ve hikmet indirmekte ve bilmediklerini sana bildirmektedir, hem Allahın senin üzerinde fazlı çok büyük bulunuyor." (Nisa-113)
"Nitekim içinizde sizden bir Resul gönderdik, size âyetlerimizi okuyor, sizi tezkiye ediyor, size kitab, hikmet öğretiyor, size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor."(Bakara-151)
Sonuç olarak Allah, peygamberimizin Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne okumasını ve Kur’an hakikatlerini, hikmetlerini insanlara bildirmesini istemektedir. Daha ilk inen surelerden biri olan Müzzemmil suresinde Allah Teala, Peygamber Efendimize gecenin yarısından fazlasını Kur’an okuyarak geçirmesini istemektedir. Müzzemmil suresi nüzul (iniş) sırası bakımından 4. Suredir. Yani henüz Kur’an ayetlerinin çok az bir kısmı Peygamber Efendimize vahyedilmiştir. Buna rağmen Peygamberimizin ağır ağır, düşüne düşüne az sayıdaki ayetleri uzun uzadıya okumasındaki sır ne olabilir?
Kanaatimizce ayetler arasındaki bağlantıları kurmak ve ayetlerden hikmetler (hüküm) çıkarmak için yapılan titiz bir çalışmadır denilebilir. Bu okuma, sevap kazanmak için, ayetlerin anlamları üzerinde düşünmeden yapılan tekrarlardan ibaret değildir. Aksine bilinç ve sorumluluk yüklü bir okumadır.
Bizler de Kur’an’ın namaz ile ilgili ayetleri üzerinde düşünelim ve Rabb’imiz hikmetlerini bulmaya çalışalım. Ama bunu yaparken namaz ile ilgili olan bazı kavramlara da yeri gelince kısaca değinmemizde fayda var.
Kur’an’da salat/namaz/dua vakitleriyle ilgili birçok ayet vardır.(Hud-114, İsra-78, Nur-58, Bakara-238, Kaf 39-40, Rum-18, Taha-130 İnsan-26 v.b ayetler)
Bu ayetlerden hareketle, namazın insanlar üzerine vakitleri belirli bir zamanda farz kılındığını görmekteyiz.(Nisa-103). Dikkat çekici bir husus da Kur’an’da isimleri zikredilen 3 namazın bulunmasıdır. Şimdi ayetlerde isimleriyle anılan bu namazları görelim:
"Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlarla, ergenlik yaşına gelmemiş olanlarınız sizden üç durumda izin istesinler: Sabah namazından(salatil fecri)önce, öğlen vaktinde elbiselerinizi çıkardığınızda, akşam namazdan(salatil işa’)sonra... Kaygılanacağınız üç vakittir bunlar. Bunlar dışında size de onlara da bir günah yoktur. Aranızda dolaşırlar, birbirinize bakabilirsiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklıyor. Allah Alîm’dir, Hakîm’dir." (Nur-58)
"Namazlara ve orta namaza (salatil vusta) devam edin. Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun."(Bakara-238)
Nur suresi 58. ayette salatil fecri ve salatil işa’; Bakara suresi 238. ayette ise salatil vusta belirtilmektedir. Sanırım 3 vakit namaz kılanlar bu ayetlerde geçen namaz/salat/dua isimlerinden hareketle namazlarını kılmaktadır. Kaldı ki Nur suresi 58. ayetinde salatil fecr ve salatil işa’ isimleri zikredilmesine rağmen, bu ayet 3 vakit namaza delil olarak gösterilemez. “Öğle vakti elbiselerinizi çıkardığınızda” diyerek insanların müsait olmadığı/mahrem yerlerinin dışarda olabileceği 3 vakte işaret edildiği açıktır. Bu 3 vakitte namaz kılındığını kabul etsek bile, ayetlerde ve hadislerde elbiselerin çıkarılarak namaz kılındığına dair tek bir delil yoktur. Bu görüşün de ne kadar temelsiz olduğu apaçıktır.
Kur’an ayetleri ikizerli/birbirine benzeyen/birbirini açıklayan ayetlerden müteşekkil bir kitaptır(Hicr-87, Zümer-23). Bir konuda hüküm vermek için, o konuda inen bütün ayetlerin bir araya getirilmesi ve ondan sonra değerlendirme yapılarak bir hüküm (hikmet) çıkarılması uygun olan yoldur. Aksi takdirde yanlış hükümlere varabiliriz. Bu konuda bir örnek vermek gerekirse;
“Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, namaza yaklaşmayın.” (Nisa-44) ayetinde sarhoşluk veren bir maddenin haram olduğuna değinilmemiş, sadece namaz kılmak için hazırlık yaptığınızda bilincinizin yerinde olmasına dikkat ediniz buyurulmuştur. Şimdi bizler sadece bu ayetten hareketle sarhoşluk verici maddelerin haram edilmediği, sadece namaz kılarken bilincimizin yerinde olması gerektiği sonucunu çıkarırsak, bunun dinde bir hükmü/doğruluğu olur mu? Elbette olmaz. Çünkü başka ayetlerde dikili taşlar, fal okları kumarla birlikte içkinin şeytanın amellerinden olduğu ve biz iman edenlerin bundan kaçınmasını; şeytanın kumar ile sarhoşluk veren maddelerle aramıza kin ve nefret tohumlarını ektiğini, namazdan alıkoyduğunu (Maide-90-91) görmekteyiz. Sonuç olarak İslam dininde tedriciliğin (derecelendirme) olduğunu, bir konuda hüküm çıkarılacaksa; o konudaki bütün ayetlerin bir arada değerlendirilmesi gerektiğini bilmeliyiz. Kanaatimizce Nur-58. ayet ile bakara-238. ayetten hareketle namazın 3 vakit olduğunu söyleyenler, diğer ayetleri göz ardı etmektedir. Namaz vakitleri konusunda yapılan başka bir yanlış da, Kur’an’ın hükümlerine başvurmadan (kitap referans alınmadan) başka yerlerde delil aramaktır. Nitekim bugün 5 vakit namazın, Miraç’ta farz kılındığını hadislerden öğreniyoruz(!)
Peki bu denli önemli bir ibadet olan ve her gün kılınan namazın/salatın vakitlerinin Kur’an’da geçmemesi olacak şey midir?
Allah, "...Rabb’inin asla unutkan olmadığını."(Meryem-64), "...Kitapta hiçbir şey eksik bırakmadığını..."(Enam-38), "Sözünün hem adalet hem de doğruluk bakımından tam olduğunu..."(Enam-115) söylediğine göre, Namazın da bütün vakitlerini Kur’an’da bildirmesi gerekmez mi?
Kuranın rehberliğinde namaz ayetlerini inceleyerek, namazın/salatın kaç vakit olduğunu bulmaya çalışalım.
Bilindiği gibi namaz sözcüğü Türkçeye Farsçadan geçmiş bir terimdir. Kur’an da namaz olarak kullanılan kelime ise salat sözcüğüdür. Kur’an’da salat(namaz) yerine ve salatla beraber kullanılan "se-be-ha" (tesbih) ve "dua" kelimeleri bulunmaktadır.
TESBİH
Se-be-ha kökünden türetilen tesbih kelimesi -ortak koşmadan- Allah’ı yüceltme anlamıyla kullanıldığı gibi, hem namazla beraber hem de namaz yerine de kullanılmaktadır.
Salatın/namazın da tesbih (se-be-ha) olduğuna en güzel örnek Secde suresi 15. ayettir.
"Bizim âyetlerimize o kimseler inanırlar ki onlar, kendilerine öğüt verildiği zaman derhal secdeye kapanırlar; Rablerini överek tesbih ederler, büyüklük taslamazlar.(secde-15)
Tesbih (se-be-ha) daha genel bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Müm’in Sözle, yazıyla, hal ve hareketle, yaptığı işle her an Allah’ı tesbih eder/edebilir. Ama namaz daha çok kuralları olan bir ritüeldir. Bir bakıma tesbih sözcüğü namazı, orucu, zekatı, haccı, adaletli olmayı, yoksulu doyurmayı v.b içine alacak kadar geniş bir kavramdır.
Secde suresi 15. ayette zikredildiği üzere iman edenler Allah’ın ayetleriyle kendilerine öğüt verildiği zaman hemen secdeye kapanırlar (namaz kılmak manasında anlaşılmalıdır) Rablerini Hamd (överek) ile tesbih ederler. "El hamdu lillahi rabbil alemîn."(Fatiha-2) ve “Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.”(Ta-ha-14) ayetlerinde olduğu gibi...
Demek ki bizler, kıldığımız namazlarda Fatiha suresinde Rabb’imizi hamd(överek) ile tesbih etmekteyiz.
“Gecenin bir kısmında ve secdelerin ardından da O’nu tespih et.” (Kaf-40)
Bu ayette de tesbihin secdelerin(namaz) ardından yapılmasının emredilmesi; tesbihe, namazın sonunda yapılan bir dua hüviyeti kazandırmıştır.
"..Her şey O’nu hamd(överek) ile tespih eder.."(İsra 44) Bu ayette de hamd(överek) ile tesbih etme durumu belirtilmektedir.
Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, O’nu tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır.(İsra-44)
Baksan â hakikat Allah, o Semavât-ü Arzdaki kimseler ve o kanad çırpıb süzülen dizilen kuşlar hep onun için tesbih ediyor, her biri cidden salâtını ve tesbihini bilmiş, Allah da, ne yapıyorlarsa hep biliyor.(Nur-41)
Ucu bucağı görülmeyen bu kainatta bizim dışımızdaki diğer canlı ve cansız varlıkların da Allah’ı tesbih ettiğini yine Kur’an-ı Kerim’den öğreniyoruz. Yaratılan canlı cansız hiçbir şey gayesiz yaratılmamıştır. Hepsi de tek bir gaye etrafında bir araya gelmiş, O büyük sanatkarın “ol” emrini yerine getirmek için her zaman bir ol/uş içindedir.
DU’A
Du’a: Arapça bir kelime olup Kur’an-ı Kerim’de şu anlamlara gelecek şekilde kullanılmıştır: yalvarmak/yakarmak, seslenmek, yardım talep etmek, çağrıda bulunmak, istemek, davet etmek...
Namazlarımızda okuduğumuz Fatiha 5-7 ayetlerinde Yalnız Rabb’imizden isteyeceğimizi ve yalnız Rabb’imize kulluk edeceğimizi ve yine Rabb’imizden bizleri doğru yola (siratal mustakîm.) ve kendisine nimet verdiklerinin yoluna iletmesini istemekteyiz.
Başka bir ayette de salat kelimesinin dua anlamına gelebilecek şekilde kullanıldığını görmekteyiz.
Huz min emvâlihim sadakaten tutahhiruhum ve tuzekkîhim bihâ ve salli aleyhim, inne salâteke sekenun lehum, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Mallarının bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak sadaka olarak al, onlara dua et; senin duan onlar için bir güvendir. Allah işitir ve bilir.(Tevbe/103)
"salli" kelimesi "dua et" ve "salateke" kelimesi "senin duan" şeklinde çevrilmesi; salat kelimesinin aynı zamanda dua yerine kullanılan bir kavram olduğunu gösterir.
Yani Du’a, namaz’ın içinde bir bölüm olduğu gibi; namaz dışında yapabildiğimiz bir ibadettir/çağrıdır."Muhakkak ki Allah’ı anmak en büyük ibadettir"(Ankebut-45) bir nevi biz du’a ederek Rabb’imizle söyleşiriz, dertlerimize/sıkıntılarımıza bir şifa ararız. İsteyenler dua ile ilgili şu ayetlere göz atabilir/araştırabilir.(KAMER-10, FURKÂN-77, FATIR-14, MERYEM- 4/48, NEML-62/80, İSRA-11, YUNUS-12, ZÜMER-8/49,FUSSİLET-33/49/51, DUHAN-22, AHKAF-5, NUH-6, İBRAHİM-39/40, ENBİYA-45, RUM-25/52, RAD-14, BAKARA-171/186, ENFAL-24, ALİ İMRAN-38, NUR-63)
Burada üzerinde durulması gereken şey du’anın da namaz yerine (namazın içinde bir bölüm olarak) kullanıldığını bilmemizdir. Kanaatimizce namaz vakitleri üzerinde araştırma yapılırken, namazın yerine kullanılan tesbih, dua gibi terimleri de göz ardı etmememiz gerekir. Aksi takdirde yanlış hükümlere varabiliriz.
Şimdi asıl üzerinde düşünmemiz gereken ayetlere gelelim.
"Hem namaz kıl gündüzün taraflarından ikisinde ve gecenin gündüze yakın saatlerinde, çünkü hasenat, seyyiatı giderir, bu, idrâki olanlara bir öğüttür."(Hud-114)
Elmalılı Hamdi Yazır bu ayet için "Hak Dini Kur’an Dili" adlı tefsirinde şunları söylemektedir:
"Zülef: Zülfe’nin çoğuludur ve Arapçada çoğul en az üç sayıdan oluştuğu için bu âyetteki ifadeden anlaşılan sonuç, ikisi gündüzün taraflarında, üçü de gecenin eteklerinde olmak üzere tam beş vakit namaz emredilmiş olduğu açıkça bellidir. Gündüz namazlarının kırâetinde cehir (sesli okuma) meselesinde sabah namazı gece namazlarından sayıldığı için "tarafeyi’n-nehar" dan murad öğle ve ikindi vakitleri, "zülefen mine’l-leyl"den maksat da akşam, yatsı ve sabah namazları olmak
lazımgelir ki, İsra Sûresi’nde de "Güneşin öğle vakti zevalinden, gecenin karanlığına kadar namaz kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı gerçekten de şahitlidir." (İsra-78) diye buyrulmuştur. Böylece öğle ile ikindiye tarafeyi’n-nehar denilmesinin sebebi şudur: Sabah gündüzün kökü, güneşin doğuşundan öğleye kadar geçen vakit ise gövdesidir. Zevalden sonra öğle ile ikindi de, ta batıncaya kadar olan kısım da taraflarıdır."
Elmalılı, fazla söze gerek bırakmadan çok güzel bir şekilde namaz vakitleriyle ilgili bilgi vermiştir. Yine başka ayetlerde de namaz vakitlerinin 5 olduğuna dair güçlü emareler/deliller/işaretler var.
Bu ayetlerden biri İsra 78. ayetidir.
“Güneşin kaymasından/aşağı sarkmasından, gecenin kararmasına kadar namazı kıl. Sabah Kur’an’ını da gözet. Çünkü sabah Kur’an’ı tanıklarca izlenmektedir.” (İsra-78)
Güneş’in tepe noktasına ulaştığı vakit öğle vaktidir. “Güneşin kaymasından, yani aşağı sarkmasından” ibaresi öğleden sonraki zaman dilimlerini kapsar. Allah ayette belirtilen bu zaman dilimlerinde (gece vaktine kadar) namaz kılmamızı emrediyor. Ayrıca sabah okunan Kur’an’nın da (sabah namazı) şahit olunması gereken önemli bir olay olduğuna vurgu yapıyor. (Namazda ne okuyacağız sorusuna en güzel cevap.)
Diyanet Tefsiri’nde İsra 78. ayetin açıklamasında şunları görüyoruz:“Tefsirlerde genellikle namazın farz kılındığı İsrâ olayının ardından inen sûrenin bu âyetinde beş vakit namaza işaret edildiği belirtilmektedir. "Dulûk" kavramı"
güneşin bir günde izlediği farazi çemberi dönerken gündüz vakti en yüksek noktayı geçerek batmaya yönelmesi" anlamına gelir. Gün ortasından başlayarak çemberin
dörtte üçlük kısmını tamamlaması diye de açıklanmıştır ki bu da ikindi vaktidir. Ayrıca günbatımı İçin de kullanılmıştır. Sonuç olarak îbn Âşûr’a göre "dülükü’ş-şems" deyimi, öğle, ikindi ve akşam vakitlerini içermektedir. Nitekim "ilâ" edatının da bu deyimin birden fazla vakti içerdiğine işaret etmektedir.
Şevkânî bu deyimin anlamıyla ilgili görüşleri şöyle sıralar: a) Zeval vakti b) Gün batımı, c) Güneşin zevalinden batınıma kadar geçen süre.
"Gasak" kavramı "karanlık" demektir, şafağın tamamının kaybolduğu yatsı vaktini ifade eder; "kur’âne’l-fecr" ise sabah namazına işaret eder. Ayrıca bu deyimin, namaz içinde Kur’an okunması gerektiğini de ima ettiği, bu bütün namazlar için gerekli olmakla birlikte burada sabah namazının örnek olarak anıldığı, nitekim Hz. Peygamber’in uygulaması uyarınca sabah namazında daha fazla Kur’an okunduğu belirtilmektedir.
Fahreddin er-Râzî, "gasak" kelimesinin iki farklı yorumundan birinin esas alınması halinde âyette başlıca üç vakit zikredilmiş olduğu sonucunun çıktığını belirtip şu bilgiyi verir: Âyette geçen "dülûkü’ş-şems" öğle ve ikindiyi, "gasaki’l-leyl" akşam ve yatsıyı, "kur’âne’l-fecr" de sabah namazını ifade etmektedir.
Öğle ile ikindinin ve akşam ile yatsının bir arada anılması, mutlak olarak bu namazların cem’ edilebileceğini (öğle ile ikindi, akşam İle de yatsı birleştirilerek dört namazın iki vakitte kılınabileceğini) göstermektedir. Şu var ki, başka deliller, namazların cem’i konusunda sınırlamalar getirdiği için, bunun ancak sefer düşman korkusu vb. gerekçelerle caiz olduğuna hükmedilmiştir.
"O halde dediklerine sabret de rabbına hamdile tesbih eyle; güneş doğmadan evvel, gece saatlerinde de tesbih et gündüzün etrafında da, ki rızaya erebilesin."(Taha-130)
Bu ayette beş vakit namazdan bahsedildiği aşikardır. Allah Teala, Peygamber Efendimiz ve inananların rızaya erebilmesi, kulluklarını hakkıyla yerine getirebilmeleri için günün beş vaktinde namaz kılmalarını ve Allah’ı hamd ile tesbih etmelerini buyurmaktadır. Güneş doğmadan evvel denilerek sabah tesbihi(namazı), gece saatlerinde diyerek akşam ve yatsı tesbihleri(namazları), gündüzün etrafında diyerek de öğle ve ikindi tesbihleri(namazları) kastedildiği açıkça ortadır. Bazı rivayetlere göre Ta-ha suresi 130. ayetiyle bugünkü beş vakit namaz farz kılınmıştır.
Taberi bu ayet-i kerimeyi şöyle izah etmektedir: "Ey Muhammed, kavminden seni yalanlayan kâfirlerin "Sen sihirbazsın." "Sen delisin." "Sen bir şairsin" şeklindeki sözlerine karşı sabret. Güneş doğmadan önce Rabb’ine hamd ederek tesbih et. Yani, sabah namazını kıl. Güneş batmadan önce de Rabb’ine hamd ederek tesbih et. Yani, ikindi namazını kıl. Gecenin bir bölümünde de rabbini tesbih et. Yani, yatsı namazını kıl. Gündüzün taraflarında da rabbini tesbih et. Yani, Öğle ve akşam namazını kıl ki, böylece Rabb’inin sana vereceği mükâfatlardan memnun olasın. Müfessirler, âyet-i kerimede geçen "Güneş doğmadan önce Rabb’ini hamd ile tesbih et." ifadesinden sabah namazının kastedildiğini, "Güneş batmadan önce rabbini hamd ile tesbih et." ifadesinden de ikindi namazının kastedildiğini söylemişlerdir.
SONUÇ
Esasen namazı 3 vakte kılanlar da, namazın 5 vakit olduğunu kabul etmektedir. Ancak asıl farklılık onların bu 5 vakitte farz kılınan namazı birleştirerek (cem’ ederek) 3 vakitte eda etmeleridir. Birçok hadiste ittifak ile Hz. Peygamberin belli zamanlarda namazı 3 vakitte kıldığını öğreniyoruz. Bu zamanlarda dahi 3 vakit namaz kılmamış, bu 3 vakitte 5 vakit namazı birleştirerek (cem’) kılmıştır.
Rasulullah’ın (a.s) sefere çıktığında, hava şartlarının uygun olmadığı ya da düşman tehlikesi olabileceği zamanlarda öğle-ikindi namazlarını ya da akşam-yatsı namazlarını birleştirerek kıldığı rivayet edilmiştir.
Namaz 3 vakitte kılınmalı diyenlerin başka bir gerekçesi de, yoğun ve stresli çalışma temposudur. Gündüz çalışan işçilerin öğle ve ikindi namazını; akşam vardiyasında çalışanların da akşam ve yatsı namazını cem’ etmesinin onlar için bir kolaylık olduğu anlayışıdır.
Oysaki yoğun ve stresli çalışma saatlerinin insana verdiği sıkıntıdan kurtulmak için, bir anlık dahi olsa namaz için mola vererek Rabb’in huzurunda tevazuyla eğilmemiz, ona kulluğumuzu ispat etmemiz; ruh ve beden temizliğimiz için önemlidir. Namaz kılmak için aldığımız abdest, kötü/negatif elektriği vücuttan atar. Allah, su bulamadığımız zaman toprakla teyemmüm yapmamızı emretmesinin hikmeti de bu olsa gerek. (Toprağın negatif elektriği vücuttan attığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır.) Çünkü Allah Teala; ruh, beden ve düşünce olarak temiz-hazır bir şekilde karşısında divan durmamızı istiyor. Sanırım namazlarımızda hudu ve huşunun olması için bu ön hazırlığın iyi yapılması gerekmektedir. Yoğun çalışma saatlerinden dolayı namazın 3 vakitte olmasını mantıklı bulanlara en güzel cevaptır.
Namazın kısaltılmasıyla ilgili şu ayetlere bakmak lazım geliyor. Çünkü namazın 3 vakitte kılanların başka bir iddiası da hiçbir neden yokken Peygamberimizin namazını birleştirerek 3 vakitte kıldığıdır. Bugün şii mezhebine bağlı olan müslümanlar namazlarını bu gerekçeyle 3 vakitte kılmaktadır.
“Ama eğer tehlikede iseniz, yürürken ve binek (üzerin)de (namazınızı ifa edin); tekrar güvenliğe kavuşunca Allah’ı anın, çünkü daha önce bilmediklerinizi size öğreten O’dur.” (Bakara-239)
“Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit kâfirlerin size saldırmasından korkarsanız, namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.” (Nisa-101)
(Ey Muhammed!) Cephede sen de onların (mü’minlerin) arasında bulunup da onlara namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silâhlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (bir rekât kıldıklarında) arkanıza (düşman karşısına) geçsinler. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silâhlarını yanlarına alsınlar. İnkâr edenler arzu ederler ki, silâhlarınızdan ve eşyanızdan bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Yağmurdan zahmet çekerseniz, ya da hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda size bir beis yoktur. Bununla birlikte ihtiyatlı olun (tedbirinizi alın). Şüphesiz Allah, inkârcılara alçaltıcı bir azap hazırlamıştır. (Nisa-102)
Namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır. (Nisa-103)
Namaz ruhumuzu tezkiye etmekte ve madden bizi temizlemektedir. Namaz/salat ibadeti Allah katında çok değerli bir ibadettir, Savaşta dahi namazın emredilmesi bunun en açık kanıtıdır. Allah Teala bir ayette şöyle buyuruyor: “…Namaz, insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar, Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir…”(Ankebut-45)
Bakara-239 ve Nisa-101-103 ayetlerinde hangi durumlarda namazın kısaltılacağıyla ilgili bilgi verilmektedir. Ayetlerden de anlaşıldığı gibi, Allah korku hallerinde namazın kısaltılmasına cevaz vermiştir. Korku hali geçtiğinde ise, bizlere öğrettiği gibi namazı tam kılmamızı emretmektedir.Çünkü Allah bizlere zorluk değil, kolaylık diliyor.
Namaz vakitleri kadar olmasa da, namazlardaki rekat sayısı da tartışılan başka bir konudur. Nisa-102. Ayetten hareketle namazların rekat sayısının 2 olduğunu söyleyenler vardır. Ayetteki delilleri ise, “…onlara namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silâhlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında (bir rekât kıldıklarında) arkanıza (düşman karşısına) geçsinler. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar…” ibaresidir. Bu ibareden de anlaşılacağı üzere, peygamber müminlere birer rekat namaz kıldırmış kendisi de toplam iki rekat namaz kılmıştır. Nisa-101 ve 103. Ayetleriyle birlikte bakara-239. Ayette düşman korkusundan namazın kısaltılabileceği hükmü mevcuttur. Böylelikle savaşan müminler peygamberin arkasında birer rekat kılarak bu kolaylıktan faydalanmışladır. Peygamber Efendimizin ise iki rekat namaz kılmasının sebebi liderlik vasfının olması ve insanlara namazı öğreten olması hasebiyledir. Peygamberin bulunduğu bir ortamda başkasının imamlık yapması elbette düşünülemez.
YORUMLAR
Oldukça doyurucu ve bilgi doluydu.Saygilarimla