- 651 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
UYAN GÜL GÜZELİ
UYAN GÜL GÜZELİ
Hava soğuk, her yer kapkaranlık, sokaklar ıssız, yıldızlar bile siyah bu gece… Sen uyuyorsun diye kâinat bile küskün… Çiçeklerin açmadılar bu sabah, boynu bükük hepsinin, biricik minnoşun bile sütünü içmedi bugün ve muhabbet kuşun bir kez olsun “Hayat güzel” demedi…
Oysa daha kendi dilin bile dönmüyorken ona öğretmeye çalışmıştın o anlam yüklü iki kelimeyi… Yeryüzündeki birçok insan bile farkında değilken, sen kuşuna öğretmek için ne çok uğraşmıştın… Öğrensin istiyordun, senin kuşun farklı olsun istiyordun…
Şimdi düşünüyorum da şöyle kuşundan ziyade sen farklıydın… Kaç kişi aynı evde hem kedi hem de kuş besleyebilirdi ki? Üstelik kaç kişi iki hayvanı sanki kardeşçesine büyütebilirdi?
Anımsamadan edemiyorum geçmişi, durup durup bakıyorum maziye ve mazide senden kalanlarla avunuyorum… Gözüm gibi sakınırdım seni ve derdin ki: “Ölümsüz olan düşlerim, ben değilim!” Ben de bilirdim ölümsüz olanın sen değil, düşlerin olduğunu; lakin anneydim ben…
Senin hayalin ile yaşama bağlanmıştım, dokuz ay seni beklemiştim dört gözle, ilk adım atışını kaçırdığım için iki hafta uyuyamamıştım, hiç değilse ilk anne deyişine şahitlik yapmak için bırakmıştım işi, her gece koynumda uyutmuştum seni ve okulun kapısından ilk gireceğin günün hayali ile yaşıyordum ben… Düşler kuruyordum, fakülteden mezun olduğun günü düşlüyordum, bir gün beni evde yapayalnız bırakmak pahasına olsa bile bir melek misali yuvadan bembeyaz bir gelinlik ile uçuşunu düşlüyordum, sonra bir gün anne olacağını, benim yaşadığım o eşsiz duygunun şevkine erişeceğini düşlüyor ve mutluluk içerisinde başlıyordum bütün günlere, bütün anneler gibi ben de hep seni, hep seni düşlüyordum rüyalarımda bile.
Benim düşlerim ölümsüz değilmiş meğer senin ölümün benim düşlerimi ölümsüzleştirmekten mahrum bıraktı çünkü…
Oysa küçüklük kıyafetlerini eski bir bavul içinde saklıyordum ben… Bir gün senin de kızın olursa gösterirsin ona diye… Hatta ömrüm yetmez de, torunumu göremem diye ona bir mektup yazıp senin bebekliğini anlatmıştım ben, bilsin istemiştim annesinin hayatıma ne denli renk kattığını.
Hayat sahnesindeki en güzel rolü kapmıştım ben, anne olmuştum. Diğer kadınlar gibi en pahalı mücevherlerimle, yeni aldığım evimle ya da son model cipim ile övünmüyordum, övünmek için onlarınkinden çok daha geçerli bir sebebim vardı benim artık. Her şeyiyle benden bir parça vardı, paha biçilemeyen. Yeryüzünde eşi benzeri olmayan tek parça. Hayat değerinde, huzur tadında, sevgi katında erişilemeyen tek duygu…
Altı sene önce nüfus kâğıdına yazılmıştı adın, şimdi mezar taşına… Koskoca puntolarla GÜL SOLMAZ yazmışlar… Oysa solmamanı dileyerek koymuştum adını, gülmeni dileyerek koymuştum, bir de soyadın eklenince nüfus kâğıdına içim kıpır kıpır olmuştu, sonra mezar taşını gördüm, haykırmak istedim “Gül’üm seni kimler soldurdu?” diye… Bir trafik canavarının kurbanıydın sen… O minicik bedenini o arabanın altında gördüğüm an, içimdeki tüm güllerin dikenleri canıma öldüresiye batıyordu, gözlerimden yaş değil, kan geliyordu adeta…
Nasıl bir kaderdir ki üstünde en sevdiğin elbisen vardı, bir de teyzenin düğününde aldığımız melek kanatları… O her gece sarılarak uyuyup elinden düşürmediğin melek kanatları kana bulanmıştı.
Eğer hayatta olsaydın kahrolurdun biliyorum; ama minnoşun bugün evden kaçtı. O bile yokluğuna dayanamadı, o bile senin anılarının, senin kokunun olduğu bir mekânda sensiz yaşayamadı.
Nereye dönsem sen varsın, nereye baksam hep aynı yüzü görüyorum. Yüzünde bir tebessüm, benim içimde bir burukluk yaşayıp gidiyorum. Eve girerken bir fotoğrafınla karşılıyorsun beni, gülümseyerek… Sonra odama giriyorum. Biliyor musun yatak odamın tavanını senin fotoğraflarınla donattım… Başımı yastığa ne zaman koysam sen ol karşımda diye… Sonra mutfağa… Birlikte yaptığımız resimler hala buzdolabının kapağında… Her yerde, her yerde sen varsın karşımda, bilgisayarımın ekranında, telefonumda, çalışma masamın üstündeki çerçevede, kapılarda, duvarlarda her yerde… Ama kokun, “ANNECİĞİM” diye seslenişin, onlar nerde?
Bazen mezarının başında söylenip duruyorum kızmıyorsun bana değil mi bir tanem? Özlediğimden hepsi… Hasretin artık kendimi avutmama yetmediğinden…
Her gece dualar ediyorum, rüyalarıma girmen için… Rüyalarıma girmediğin günler mutsuz başlıyorum güne. Belki rüyamda görürüm seni diye erken yatıyorum… Artık yıldızımı bile seyretmiyorum geceleri. Hepsi seni özlediğim için…
Bazen uyuyamıyorum bile. Odana gidiyorum, kıyafetlerini kokluyorum, oyuncaklarına bakıp hıçkırıklara boğuluyorum, sonra rüyama girmeni dileyerek odama dönüyorum…
Bugün bir yaramazlığın daha çıktı ortaya… Tüm çocuklar yapıyor bunu galiba, ben de yapmıştım; çünkü aynısını… Tabağı kırıp dolabın arkasına saklamışsın, oysa yana yakıla ararken o tabağı, hiç de bozuntuya vermiyordun… O zaman olsa kızardım belki, “Ya elini kesseydi, bana neden söylemiyorsun, niye bu kadar aratıyorsun?” diye; ama bulduğum an yine hıçkırıklara boğuldum…
Bu sıralar dururken, ya da gülümserken birden ağlamaya başlıyorum, neden bilmiyorum; ama ağlamaya başlayınca uzun süre susamıyorum da…
Şimdi uzun uzun düşünüyorum ve nedense hep pişmanlık dolu anlar geliyor gözümün önüne, “Keşkelerle” geçiriyorum ömrümü… Mesela oyuncakçının önünden geçerken, almam için tutturduğun ayıcık var ya onu sana kızgın olduğum için almadığımı sanıyordun hep, oysaki cebimde beş kuruşum yoktu… Olsa hiç esirger miydim senden? Hiç akmasını ister miydim o gözyaşlarının? Lakin hata biraz da bendeydi, suçluyorum şimdi kendimi “Neden ertesi gün gidip almadım ki?” diye… Şimdi o ayıcık karşımda… Sen olmadıktan sonra da hiçbir anlamı yok gerçi. İşte bu yüzden yarın o oyuncakçının önüne gidip, oturacağım köşeye ve mutlaka o ayıcık için ağlayan bir çocuk daha çıkacak karşıma. Biliyorum ki eğer annesi ona almıyorsa kesin parası yoktur, yoksa hangi anne esirger ki çocuğundan parayı? O ağlayan çocuklardan birine vereceğim bu ayıcığı, hem o dünyanın en masum varlığı olan çocuğun gözlerinden daha fazla yaş akmasın, hem de o annede yarın, bir gün geç olduğunda benim gibi pişmanlık içinde kıvranmasın diye…
Bir keresinde de bağırmıştım sana, “Yeter artık sus, isteklerin hiç bitmeyecek mi senin? Hayatıma girdin gireli her şey alt üst oldu. Yeter!” diye… Anlatması güç tabii, her ne olursa olsun bağırmamam gerekirdi sana; ama yine parasızlıktı canımı yakan… İsteklerini karşılayacak gücümün olmamasıydı. Sana bağıracak kadar canımı yakan başka ne olabilirdi ki zaten?
Hiç unutmadığım, unutamadığım bir an daha… Önce büyük bir olgunlukla karşıma geçip, sonra başını yerden kaldırıp “Babam nerde?” demiştin bana… Hayatımda ilk defa bu kadar çaresiz kalmıştım bir soru karşısında… Nasıl anlatacaktım ki sana? Babanın hayatta olmadığını nasıl diyecektim… O gün boyunca uzun düşüncelere dalmıştım sayende… Evde hiç söz etmediğim, hiç fotoğrafının olmadığı halde bunu neden sorduğunu düşünmüştüm… Bunu sana sorduğumda “Rüyamda yanıma geldi, bana UYAN GÜL GÜZELİ” dedi demiştin… Üstelik gece ateşler içinde yattığını da anımsamadan geçemiyorum… Şimdi sen babana, baban gül güzeline kavuştu…
Evet, işte böyle geçti günüm ve ben bugün daha fazla gücüm kalmadığını hissettim. Bekleyin beni Gül’üm senin gibi melek kanatlarıyla olmasa da yanınıza geliyorum, sonsuza dek birlikte olmak umudu içinde kapıyorum gözlerimi…
Bahar BAYKAN/09.01.2009
YORUMLAR
Bu öykünün yaşanmış değil de kurgu olması için çok şey feda ederdim inanın. Çünkü ben de bir baba hatta dedeyim.
Allah hiç kimseye evlât acısı vermesin. Bu söz de en çok tekrarladığım duamdır benim.
Yürek acısı çok da güzel kaleme alınmış. Okuyanın hüzünlenmemesi, etkilenmemesi mümkün değil.
Allah dayanma gücü versin.