- 920 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
( HAYRİ)
Tek gözünü kaybettiği zaman, daha yedi sekiz yaşlarındaydı. Mahallenin bir kaç yaramaz çocuğuyla bilye oynarlarken, o denli hızla yere düştü ki, gözüne batan odun parçası, artık tek gözünü tamamen kaybetmesine sebep olmuştu. O zamanlar, hastane, doktor, bulmak kolaymı ? Halk kurtuluş savaşından daha yeni çıkmış, insanlar daha yeni, yeni, kendine geliyor. O artık tek gözüyle görmek, okumak,yürümek zorundaydı. Herşey onun için değişmiş gibiydi. Belkide kimse pek fazla değişmemiş, o çok alınganlaşmıştı. Okulda da öğretmen ona farklı davranmaya başladı. ’Sen arkada otur, sen o kitabı okuyamazsın, gözünü çok zorlama, bu yazıları büyük olan kitaptan oku. ’ Ardından oyun arkadaşları, ’ Biz saklambaç oynayacağız. Sen evine git belki koşarken düşersin ’ Hayri’nin boynu bükülüyor, kalbi kırılıyordu. Aslında onu sevdiklerinden korumak istiyorlardı. Ama Hayri alınıyordu işte. Evdede anası rahat vermiyordu, koşma, hoplama, oynama düşersin, belki gözüne de bir şey olur. Ben sana nasıl bakarım diye, bilmeden onu yaralardı. Her kafadan bir ses çıkar, ölene denk unutmaya çalıştığı tek gözü, ister istemez ona hep hatırlatılırdı.
Hayri büyüdü delikanlı oldu... Gözümle alay ederler diye, ilk mektepten fazlasınıda okumadı. Bir kızı sevdi, sevdiği kızda tek gözü kör diye onu beğenmedi. Hayri’ye layık görülen topal Şükriye, hamarat eli işe yatkın uslu bir kızcağızdı. Adamcağız okuyamadığı için, mecburen faytoncu olmuştu. Anadolu’da pek çok kişinin lakabı vardır. Onunda lakabı Kör Hayri kaldı. Faytoncu Kör Hayri dedinmi Sivas’ta kime sorulsa tanırdı. Atlarıda, mesleğinide seviyordu. Sabahtan uyanır, Sümbül’le ile Şahin’e yem verir, tımar eder, sever okşardı. Adlarını da o koymuştu. Bazen onlarla insan gibi konuşur, dertleşirdi. Hayvancıklar anlar gibi, sessiz onu dinler, sevildiklerini bilir. Kafalarını iki yana sallarlardı. Onlarda kin, nefret, alay, kıskançlık yoktu. Evde, kahvede, her yerde olduğundan daha çok atlarının yanında mutluydu. Onlara sebepli sebepsiz, kırbaç şaklatmaz, ancak hayvanlar yürümek istemeyip dururlarsa, bir iki kamçı oynatırdı, oda öylesine. Faytona asılan çocuklara bile diğer arkadaşları gibi, eğilip, eğilip, kırbaç atmaz, gözlerine gelip kendisi gibi kör olmalarından korkardı.
Ömrü böyle çekince, ürperti ve alınmayla geçti gitti. Artık iyice yaşlanmıştı. Faytonculuğu bırakıp inzivaya çekildi. İki oğlunun eli iş tutmuş, bayağı bir toparlanmışlardı. Babadan kalma eski evi elden geçirip, son zamanlarını rahat, huzur içinde yaşamaya başladı. Hayri efendi böyle Allah’a şükür edip, gününü geçirirken, o sene yazın küçük oğlunu evlendirip, hemde Sivas’ın şifasıyla ünlü çermiğine gitmeye karar verdiler. Düğünün ardından, dünürleriyle, soğuk çermiğe gidip, ayrı, ayrı, çadırlar kuracaklar, gülüp eğleneceklerdi. Bu çermik tatili yeni evliler içinde, iyi bir balayı olacaktı. Aslında Hayri Efendiye kalsa, ne ılıcaya gidecek, nede dünürleriyle kaynaşacaktı. Zaten oldum olası kalabalığı, ve insanlarla fazla samimi olmayı sevmezdi. Ama neylesin? Karısından korkar, düğün sonrası, ayrılık, soğukluk çıkartmak istemezdi. Şükürler olsun ki Anadolu’da yaşlılara, son derece hürmet ve saygı olduğu için, artık ona kimse Kör Hayri demiyordu. Aslında genelde anadolu halkı, bu tür lakapları, aşağılamak küçümsemek için değil, unutmamak tanımak için söylerdi, ama Hayri Efendi alınıyordu işte. Çoluk çocuk artık Hayri dede, Hayri emmi falan diyorlardı. Düğünden sonra, ilkbahar bitiminde, Sivas’ın dağları. O utangaç minik mor arslan ağızlarıyla, mayıs papatyalarıyla süslenirken,yemlikler, madımaklar tencerelerde taze, taze, sofralara sürülerken, yaylaya, çermiklere çadırlar kuruldu. Sivas halkının en büyük tutkusu, tatili; yazın sıcak ve soğuk çermikleri, çadırlar kurup yaylalarda, temiz hava eşliğinde stres atmaktı. Hayri Efendi’nin oğluna aldığı gelin, Sivas’ın Küpeli Köyünden, akça pakça güzel bir kızdı. Çadırlar kurulmuş, tatil başlamıştı. Ama Hayri Efendi, dışarıya pek az çıkıyor, yaşlı olduğu için pek fazla gürültüyüde kafası kaldırmıyordu. Öğle vakitleri ılıcaya yıkanmaya gidiyor, yemekten sonra uykuya çekiliyordu.
Ama dünürlerinin ufak bir oğlu vardı ki, evlere şenlik.. Vakitli vakitsiz çadıra girip çıkıyor, adamcağızı rahatsız ediyordu. Karısından korkmasa bir, iki tokat patlatacaktı ama sabır ediyordu. Bir nebze olsun bu şımarık oğlanı içi almıyordu. Karısına ’ Canım çocuk işte ’ diyordu ama öylesine. Haşarı oğlan ikide bir çadırın kapısını açıyor, ’ Emmi para ver, Şükriye Teyze patis ver..’ Kadıncağız şaşırıyor ’Patis ne ki oğul? ’ Çadırda gaz ocağında çay pişiren gelin, utana kızara cevap veriyor, ’ Kardeşim yumurtaya patis derde ana.’ Hayri Efendi mırıldanıyor. ’ Zıkkımın pekini yesin..’ Ertesi gün sabah vakti, çocuk yine çadırın bez kapısında. ’ Şükriye Teyzeeee’’ İhtiyar kadın yattığı yerden dizlerini ovarak kalkıp çadırın bez girişini kaldırıp, arsızca sırıtan çocuğa gülümsemeye çalışıyor ’’Ne var canım’’? ’’Şeyyy babam soruyorda, Kör Hayri evdemi ’’.. ? Şükriye Ana kızardı, kıpkırmızı oldu. Çenesi titredi. Verecek cevap bulamadı, öylece kaldı. Hayri Efendi çadırın içinden bu Kör Hayri sözünü duymuştu. Yıllardır unutulduğunu sandığı tek gözü yine hatırlatılmıştı işte. Hem de haylaz şımarık bacak kadar bir çocuk tarafından.. Hırsından eli ayağı titredi.. Dövemez, alıp yere çarpamaz, nihayetinde bir çocuk... Ağızından onların değil, yandaki çadırların bile duyacağı, acı uzun bir ’ Aaahhhhh ’ çıktı.
....RabiaBelgin.....
Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcisine aittir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.