- 1046 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
KALBİM ORADA KALDI!
1925... Selanik...
Nazike, tedirgin haliyle gün boyu evin avlusunda döndü dolaştı. Kah ahıra girdi, sarı kızın yemini, suyunu verdi, tavukların gıdıklamalarının verdiği hazla yumurtaları sepete doldurdu, kah da çocukların okuldan dönüp dönmediklerini kontrol için evin dış kapısından okuldan tarafa bakıp durdu…Kimseleri görmeyince de;kafasında tilki gibi dolaşan bin bir kurguyla; temizlediği avluyu çalı süpürgesiyle bir kez daha süpürdü,toprak duvarlardaki örümcekleri, süpürgenin sapıyla almaya çalıştı.
Kaynanasının sesi, belli belirsiz kulaklarına dek ulaştı.
- Kızımmm! Nazikeee! Yavrummm!
Sıkıntısı belliydi.”Yine mi aynı dert!” diye mırıldandı. Merdivenlerden koşar adım yukarıya fırladı. Kabaran göğsünü tuttu, nefesini topladı.Tuvaletin kenarına iliştirdiği kocasının tahtadan yaptığı lazımlığı,aldı.Kenarındaki pislikleri yaş bezle sildi.Kaynanasının yattığı odaya koştu.
- Geldim ana, geldim. Meraklanma sen.
- Sağ olasın yavrum, mekanın cennet olsun!
Nazike, lazımlığı kaynanasının altına yerleştirirken;”Bu gidişle cenneti görmeye hacet kalmayacak!”diye içinden hayıflandı. Yaşlı kadın, lazımlığın üzerinde ıhılayıp dururken diğer taraftan da gelinine bir şeyler anlatmaya çalışıyordu.
- Son gelişmeler, ne durumda? Komşu köydeki Tükler, Selanik’ten sürüldüler ya.Sıra bize geldi . Balkanlardan sürüle sürüle tükendik.Şimdi doğup büyüdüğümüz bu Rumeli toprakları yaban eller gibi oldu…Sait oğlum,ormana odun getirmeye gitmişti;hala neden dönmedi? Kızanlarım, köydeki Rum kopillerinden dayak yemeden okuldan gelebildiler mi?
Nazike,yaşlı kadının altından tahta lazımlığı çekti. Kıçını yaş bezle bir güzel sildi. Donunu yukarı kaldırdı, şalvarını da üzerine… Yatağına yavaşça yatırdı. Yedi yıldır yatalaktı. Kocası, Makedonya düşerken şehit düşmüş,genç yaşta dul kalmıştı.Zaman zaman “Koca Yusuf’um’ diye gizliden gizliye iç geçirdi.Derdini,kimselerle paylaşmaz,acısını içine gömerdi.Aradan yıllar geçmiş olsa da Yusuf’unu unutmak mümkün değildi. Korkmaya başlamıştı.Tek oğlu Sait ve torunlarının başına bela gelmesinden tedirgindi.Rum’un hiç şakası olmazdı.Yıllardır iç içe aynı köyde yaşamış olsalar da Osmanlıya kinleri, gizliden gizliye devam ediyordu.Şimdi fırsat ellerine geçmişti.Neredeyse bir kaşık suda boğacaklardı.Kendisi yaşayan bir ölüydü zaten.Allah’ına her gün yalvarıyordu; ‘Emanetini tezden al,bana başka acılar gösterme.Hele de doğup büyüdüğüm bu topraklardan ayrılığı…Selanik’ten,köyümden kopmak istemiyorum…’
- Sen, üzülme ana! İnşallah kötü şeyler olmaz. Sait de ormandan sağ salim eve döner,ha keza kızanlar da…
Akşam yer sofrasına hep birlikte oturdular. Sait, bugün ormanda arkadaşları arasında geçen konuşmaları düşünüyordu. Ağzına attığı lokmalar, bir türlü boğazından aşağıya doğru gitmiyor adeta kat kat düğümleniyorlardı…
- Rum çeteleri, yakın köylere saldırmışlar.Türklerin can güvenlikleri kalmamış.
- Camileri bile yakmışlar.
- Güzel kadınlarımızı, kızlarımızı dağa kaldırıyorlarmış.
- Eli silah tutan erkekleri acımadan öldürüyorlarmış.
- Türkiye’de Mustafa Kemal Paşa,Balkan Türklerini Anadolu’ya çağırıyormuş.
- Mustafa Kemal Paşa,yedi düele baş kaldırmış.
- Kemal paşa, Anadolu’da Cumhuriyeti ilan etmiş
Sofrada kaşık sesinden başka çıt yoktu. Sinek vızıltısı bile duyulmuyordu. En büyük oğlu Reşit, bugün okulda olanlardan dolayı kafası allak bullaktı. Sınıftaki Rum arkadaşı Nikos, bağırıp durmuştu:
- Türkleri, buralardan süreceğiz!
Bu sözler, içinde infial uyandırmasına rağmen, suskun kalmayı yeğlemişti. Kavga gürültü olsun istemiyordu. Halbuki ne güzel arkadaşlıkları vardı.Aralarından su sızmazdı.Birden bire Nikos’un bu öfkesini anlamış değildi.Babasının yüzüne baktı.Çok dalgındı.Ağarmış sarı saçları,çoktandır tarak yüzü görmemişti.Sakalları uzamış,bıyıklarıyla karışmıştı.Son zamanlarda onun da yüzü hiç gülmüyordu.Birden bire:
- Baba, bizleri buradan süreceklermiş. Bu topraklar, bizim değil miydi?
Babasının elindeki tahta kaşık, havada kaldı. Böyle bir soruyu oğlundan beklemiyordu. Oğlunun yüz mimiklerinden onun içsel dünyasını okumakta zorlanmadı; ormanda arkadaşları arasında geçen konular, demek ki köyün dilindeydi. Okulda; çocuklar da aynı konuları konuştuklarına göre durumun vahameti ortaydı…Köy çalkalanıyordu.Yıllarca birlikte güzel güzel geçinip giden Rumlarla Türkler arasında soğuk rüzgarlar esmeye başlamış,husumet tohumları çoktan çimlenip,toprağın yüzüne fışkırmışlardı.
- Bir zamanlar bizimdi!..
Reşit, babasının yarım bıraktığı cümlesinin ne anlama geldiğini sezmişti.
‘Bir zamanlar bizimdi…Şimdi artık bizim değil…’kesinlikle böyle diyecekti.Aynı sözler, beyninde dalgalanmaya başladı.Çocuksu duygularla tehlike çemberinin gittikçe daralmaya başladığını algıladı.Babası,hiçbir zaman yalan söylemezdi.Demek acı bir gerçek vardı ortada…Can ciğer olduğu arkadaşı Nikos da; ‘Türkleri süreceğiz dediğine göre…
Güneş, battı batacak...Kızıllık çökmüştü,güneşin veda edeceği yere. Sağa sola kaçışıp duran kara kara bulutlar, sanki olabilecek kötü gelişmelerin habercisi gibiydiler. Çok geçmeden bulutlar, güneşten geriye kalan kızıllığı da kendi rengine
dönüştürdüler. Kara, kapkara oldu her taraf…
Perdeler sıkı sıkıya çekildi. Beş numaralı lambanın, fitilinin üzerinde titrek ışıklar saçarak sönmemeye direnen ve sisli camından odaya yayılan ölgün ışık huzmelerinin yarattığı loş ortamında; çocuklar,her zaman olduğu gibi yarınki derslerine hazırlanıyorlardı. Büyükten küçüğe doğru; Reşit,Hurşit,Murşit;beş,dört ve üçüncü sınıftaydılar.En küçükleri Ayşe ise annesinin kucağındaydı.Memeden yeni kesilmiş olmasının hırçınlığı vardı üzerinde.Anasının göğsüne her abanışında,geri püskürtülüyordu.Lokuma bandırılıp verilen yalancı memenin tadı,anasından emdiği sütün tadını vermiyordu bir türlü…Anasının sarkmış göğüslerine,iştahla ve umutla baksa da nafileydi.Çocuksu duygularla hamlelerinin boşa çıkacağını algılamıştı artık.Anası, arada bir:
- Kocaman kız oldun yavrum diye fısıldayıp duruyor, lokumlu sahte memeyi ağzına tıkıştırıp duruyordu ama onun gözleri, hala anasının sarkan göğüslerindeydi…
Sait, tabakasından çıkardığı tütünü, parmaklarının arasında özenle kağıdına sarmaya çalışıyordu. Halbuki çocuklarının yanında asla sigara içmezdi. Dalgın haliyle kaç gündür elindeki hırkayı bitirmeye çalışan karısına baktı. Elindeki tığlar,yukarı aşağı yöne doğru yay gibi kıvrılıp duruyorlardı.
Nazike, kocasının sigarasını yakmasına fırsat vermeden:
- Herif sana bir gayfe yapayım.
İma yollu “sigarayı içme” demek istiyordu. Göz göze geldiler. Her ikisinin de bakışlarının derinliğinde ayrı bir ifade vardı.”Demek ki aybaşı hali bitti!” diye gizli bir sevinç kapladı vücudunu;damarlarındaki kan bir başka akmaya başladı.Kaç gündür dağ gibi çullanan stres,kendisini esir almıştı adeta…
Çocuklar, kendi odalarına çekildiler. Ayşe, yanlarındaki tahta beşikte çoktan uyumuştu. Sait ve Nazike, yatakta birbirlerine sokuldular. Her an yakın olmalarına rağmen kaç gündür hasret kalmış gibiydiler. Çıplak bedenleri birbirlerine yapışır yapışmaz; annesinin inlemeleri, gecenin sessizliğini yırttı. İkisi de suskun kaldılar. Biliyorlardı ki;yanına gelinini çağırıyordu.Bir süre yatağının içinde topaç gibi döndüler,kenetlenmiş vaziyette…Nefesleri birbirine karıştı…Çok geçmeden sırt üstü yatağa uzandıklarında ter buram içerisindeydiler… Yan odada; ihtiyar kadının inlemeleri arttı. İnat etmişti bir kez; gelini yanına gelmeden susmayacaktı. Nazike, kocasıyla sevişmenin rehavetiyle yataktan kıvrıldı, üzerine pazen geceliğini giydi. Odanın bir köşesini banyo olarak kullandıkları yerin kapağını açtı. Ocakta ısınan suyu, banyoda hazır bekleyen alüminyum kazanın içerisine döktü, soğuk suyla ılıştırdı. Parmaklarıyla suyun derecesini ölçer şekilde kontrol ettikten sonra kocasına hafifçe seslendi:
- Hadi gel,sırtını sabunlayayım!..
Kutnu köyü, her zamanki sessizliğiyle güne başlamaya hazırlanıyordu. Horozlar,yine öttüler.Köpekler,yine havladılar.Kuşlar,güneş ufuktan ışınlarını göndermeye hazırlanırken;yine sabah serenatlarına başladılar…Sadece köyün sığırcısının bağırması duyulmadı. “Ho!ho!ho!”Bir de sabah ezanının ezgisi…Minareler yıkılmış,kapısına kilit vurulmuştu. Köyü karabasanlar teslim almıştı adeta. Balkanlarda kaynayan kazanın ateşi, ta buraya Kutnu köyüne dek ulaşmıştı. Osmanlı İmparatorluğu tarihe karışıyordu…
Sait, erkenden uyanmış, pencerenin pervazına çenesini dayamış, hüzünle köyünü seyrediyordu. Bu bakışlarda eskisi gibi neşe yoktu artık. Köyün tarlalarının bitiminde yükselen dağların tepelerinde çöken bulutlar, bir farklı geliyordu şimdi.Puslu haliyle,dağların tepelerine sinsice yerleşip oturmuş olan bulutlar, ruhunu karartıyorlardı.Sanki pek yakın bir zamanda kapıyı çalacak olan Azrail’in ölümü çağrıştıran gizemli bir sessizliği…Halbuki daha önceki zamanlarda öyle miydi;ressamın tuvalini süsleyen ve diğer renklerle ahenk oluşturan ayrı bir malzeme gibiydi…
Kucağındaki;babasından yadigar radyosunun cızırtısını gidermeye çalıştı. Parazit bir türlü düzelmemişti. Son zamanlarda frekans dalgalarına giren virüs,dünya ile irtibatlarını koparmaya çalışıyordu.Bir ara düzelir gibi oldu.Şimdi; spikerin Rumca verdiği sabah haberlerini dinlemek için pür dikkat kesilmişti.
“Cumhurbaşkanımız Vasilüs ile Türkiye Cumhuriyeti Başkumandanı Atatürk arasında imzalanan antlaşmaya göre Yunanistan’daki Türkler ile Türkiye’deki soydaşlarımız arasındaki mübadeleye bir hafta içerinde başlanacaktır. Yalnız Lozan antlaşmasına göre her iki ülkede belirli sayıdaki Türklerle Rumlar ,bulundukları topraklarda yaşamaya devam edeceklerdir.Şimdi mübadele kapsamı içerinde bulunan yerleri sayıyorum. Selanik vilayeti Kayalar kasabasına dahil Armutlu,Kirazlı,Çifteler,Yakabeli ve Kutnu köyleri… Atina’nın bazı ilçeleri..”
Yüzünün rengi birden bire attı.Vücudundaki bütün tüyler hazır ola geçti, yüreği, yerinden fırlayacakmış gibi oldu.Heyecan, dalga dalga sardı her yanını. “Demek; bir hafta sonra Anavatan Türkiye’miz de olacağız bre!..”diye belli belirsiz sevindi.Kabus dolu gecelerden sonra korkusuz,aydınlık dolu günler,gelmişti. Artık huzur ve güvenle yaşayacak,Anadolu Türkleriyle tek vücut olacaklardı.Karısına baktı;hala uyuyordu. Çok geçmeden bir yaşındaki kızı Ayşe’nin beşikte vıyaklamasıyla gözlerini açtı, yerinden fırladı.
- Yine mi uyku tutmadı seni?
Kocasının gözlerinin içi buruk bir şekilde gülüyordu.
- Sana müjdeli bir haberim var. Bir hafta sonra Türkiye’de olacağız. Korku bitti, Rumların esiri olmak yok artık…
Nazike’nin dili tutulmuş, lal olmuştu sanki.Bir süre öylece kalakaldı.Nice sonra kendine geldiğinde:
- Şükür Yaratanıma!.. diyebildi.Bu topraklarda doğmuş,bu topraklarda büyümüş,bu topraklarda Sait’le tanışıp çoluk çocuk sahibi olmuştu.Bütün acı ve tatlı ne varsa hepsi de bu topraklarda yoğrulmuştu.Son senelere dek komşuları Rumlarla dahi en ufak bir kırgınlıkları,husumetleri olmamış,gül gibi geçinip gitmişlerdi.Ama…Aması vardı işte…
- Allah, sonumuzu hayır etsin!
Beşikte ağlamaya hazırlanan Ayşe’nin sesinin çıkmaması için yataktan fırladı, ocağı yakmak için dış kapının dibine istiflenen odun parçalarından getirip tutuşturmaya çalıştı…Biraz önceki konuşmasına ilaveten;
- İnşallah güzel günler göreceğiz, dedi.Umutluydu…
Yattığı yerden, gelininin ayak tıkırtılarına kulak kabartan kaynanası, elindeki maşayla mangala aheste aheste vurmaya başlamıştı bile. Çıkan sesler, sanki enstrümanlardan yansıyan müziğin ahenkli ritmini çağrıştırıyordu… “Çat!Çat! Çat!..”
Nazike,”Biraz beklesen ölecen sanki açlıktan” diye iç geçirdi.
Bir saate kalmadan hep birlikte yer sofrasında sabah çorbalarını içtiler. Çocuklar, her zamanki heyecanla okula yine koştular. Diğer günlerde olduğu gibi…Reşit,Hurşit ve Murşit okuma aşkıyla yanıp tutuşuyorlar,ödevlerini yapmak için adeta kendilerinden geçiyorlardı.
Birleştirilmiş eğitim gören iki sınıflı okulda o gün öğretmen oldukça dalgındı. Ders saati çalmadan önce müdür Vasilis, öğretmen Aliova ne yapacağını anlatıp durdu.
-Dün Selanik’ten gelen telsize göre;Türk çocukları yarından itibaren okula gelmeyecekler.Bu köyde ki Türklerin tamamı, iki devlet arasında yapılan mübadele antlaşmasına göre bir haftaya kadar köyü boşaltıp,Türkiye’ye gitmeleri gerekiyor…Tamam mı Aliov? Bugün son dersten önce çocukları,toplayacaksın.Onlara gerçeği anlatmalıyım.Okula sadece bizimkiler gelecekler…Devletimiz böyle karar almış.Bize de uygulamak düşer.
-Peki müdürüm! Demiş olmasına rağmen kaynar sular başından dökülmüş hissetti. Aliov’un annesi Türk,babası Yunandı.Annesi,babasına severek kaçmıştı.Her iki tarafın aileleri karşı gelmelerine rağmen aşk üstün gelince kimseleri dinlememişler,evlenmişlerdi. Belli bir süre sonra aşk unutulup;babasının baskısı üstün gelince tamamen Yunan kültürüne göre yetiştirilmişlerdi. Türkçeyi annesinden öğrenmişti.Türklerin kahramanlıklarına hayrandı.”Çanakkalede geçilmez destanı” her şeye bedeldi. Yarı Türk olmasına rağmen kanı, Türkiye için atıyordu.Babasının karşı koymasına rağmen annesinin direnmesiyle sünnet bile olmuştu.Müdürün sabahki konuşması karşısında yıkılmıştı ama itidal davranmalıydı.Mecburdu…Yoksa müdür beyin tutacağı raporla öğretmenlik mesleği elinden bile alınabilirdi. Yunanistan’a hıyanet etmenin bedeli çok ağırdı…Sürgün ya da zindan…
DEVAM EDECEK.
(YENİ ROMANIMDAN...)
YORUMLAR
Güzel bir başlangıçtı Ayhan Bey. Balkanlarda yaşanmışlıklar beni de çok etkiliyor. Belki de köklerimin oralara dayanmış olmasından kaynaklanıyor olmalı. Tebrik ediyorum. Başarılıydı. Cümleler kısa. Gereksiz anlatımlar yok. Galiba yavaş yavaş profeselleşiyoruz. Tebrikler.
Merhaba Ayhan Bey,
Bunları size mesaj olarak gönderecektim ama kapalıymış.
Uzun soluklu bir eser (roman) yazmanızı takdirle karşılıyorum. Tarihle bağlantılı roman yazmanın zorluğunu çok iyi bilirim.
Uzun uzun araştırmalar gerektirir. Beni bağışlayın, romanın ilk bölümünde tarihsel hatalarla karşılaştım. Bundan sonra sizden eleştiri istemiyorum diyebilirsiniz bana. Saygı duyarım. Siz de benim bu eleştirilerime lütfen saygı duyun.
***Makedonya 1912 yılında, sizin tabirinizle düşmüştür. Yıl 1925 olduğuna göre, kocası Makedonya düşerken şehit olan yatalak annenin yaşlı olmaması gerekir.
***1925 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarihe karışmıştı. 1925 yılında Balkan ülkeleri arasında karışıklık yoktur. Demek istediğiniz karışıklık,1911-1913 yılları arasında olmuştur.
***"Türkiye Cumhuriyeti Başkumandanı Atatürk" Yanlış bir tanımlama. Hadi onlar öyle yorumlaşmış olsun diyelim, Mustafa
Kemal Paşa'ya Atatürk soyadı 1934 yılında verilmiştir.
***Babada kalan radyo diyorsunuz, 1925 yılında ABD,İngiltere ve Fransa'da dar bir alanda yayın yapabilen radyonun
çok eskilere dayandırılması doğru olmaz.
Yazım konusunda da eleştiri isterseniz yaparım. Bu yazdıklarımdan lütfen alınmayın. Şevkinizi de kırmayın.
Başarılar dilerim. Saygılarımla.
ayhansarıkaya
Önemli olan,paylaşmaktır.Saklı gizli kalan bilgiden kim faydalanmış ki...
Acı da olsa gerçekleri ve doğruyu söylemek erdemliktir.
Olumlu eleştiri bence yapıcı olmaz.Önemli olan hatalardan ders alıp doğruyu,güzeli bulmak ve yanlış yapmamaya özen göstermektir.
Bu romanı yazmayı şöyle kurguladım:
Benim dedem,1925 de gelen ilk müdadele muhaciridir. Çocukluğum,muhacir öykülerini dinlemekle geçti. Şimdi hep bunları kafamda canlandırıp böyle bir roman yazmak istedim.Tabiki eksiklerim olacaktır.
Yalnız acizane olarak belirteyim bu roman;tarihi bir roman değil. Tarihteki anlatılanları kurguyla besleyip edebi bir eser çıkartmak,hedefim.
Beni eleştirmekten haz duyarım.Öyle bir eleştir ki;yerden kalktığım zaman ayaklarım düşmeyecek şekilde sağlam bassın!.
Burası bir okul.Bu okulda heceleyerek geldim bu seviyeye.Dört dörtlük olarak değil.
Ben de eleştirmeyi severim.Yeterki karşımdaki kişi;gocunmasın ve de eksiklerini kabul etsin.
Sevdim seni Veli gardaş!İşte böyle yürekli ol.Sana ve senin gibilere çok ihtiyacımız var.
Kaprislerle hiç bir yere varılmaz. Önemli olan;ben neymişim ya dememek...
İyi pazarlar...
Veysel Başer
hata yapılarak anlaşılıp değer kazanıyor. Romanınızı tarihi olaylarla
bağdaşlaştırmanız, romana ayrı bir çeşni kazandıracaktır. Bunu yaparken de, benim gibi az buz tarih bilgisi olanlara da, "Yapmayın Ayhan bey," dedirtmemek gerekir. "Bie elin nesi var, ik elin sesi var." atasözünden yola çıkarak ve içtenliğinize güvenerek bundan böyle romanınızın, kurgu, örgü ve yazım hususlarından da eleştiride bulunacağım. Amacım, dolaylı meslektaşıma ait eserin mükemmele yakın olmasına katkı sağlamak. Konu güzel. Balkan harbini en acı bir şekilde yaşayan bir kahramanın anılarını bir gün boyunca yazan birisi olarak amacım, sadece size yardımcı olmak. Bana inanmanızı isterim.
Saygılarımla.
Çok güzel bir geliş bu. İnan çok sevindim seni yeniden burada gördüğüme. Üstelik bu kadar dolu bir şekilde.
Bu arada anlatımındaki gelişme de son derece dikakt çekici. Eskisi gibi gereksiz detaylar yok, doğru ve yalın bir anlatım...Anlaşılan güçlü bir öykü bizi bekliyor.
Hadi bakalım hayırlısı. Başarılar diliyorum sana Ayhan Abi.
Sevgiler.
Bu arada Karamürsel'e ne zaman geliyorsunuz ailecek? Eşime de söyledim artık dönüşün yok:)
ayhansarıkaya
Sizin gibi değerli kalemlerin yanında iyi olmaya özen göstermek zorundayız.
Selamlar.