- 975 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
O kolye...!
-Bir hatıraydı, bir anlıktı ve mazide kaldı.-
Laptop’u almak için odaya gittim. Sabaha kadar internette dolaşmak iyi gelecekti düşünmemek adına. Sabah böylece daha hızlı gidecekti. Beklediğimden hızlı gerçekleşmeye başladı bu fasıl. E-mail adresime girdiğimde online olarak Üniversiteden arkadaşım Abdullatif’i gördüm. Şu an açık denizlerde, uydudan direk ve net gelen bağlantı ile internette idi. Başmühendis yardımcısı olmak böyle bir şeydi galiba. Üniversite okurken ikimizde Kayseri’den İstanbul’a staja gelmek için bayağı uğraşmıştık. İlkin çoğu dersleri çalışıp vermiştik.Kafamızın rahat olmasını istiyorduk. Alttan kalan dersleri de staj sonrası vermeyi başarmıştık. Her şey iyi olmaya başlamıştı. Büyük bir gemi şirketinde, holding olan bir firmada staj yapmayı hakkını vererek başarmıştık.Çok düşünmüştük ama başarmıştık en sonda. Hem meslekte hem de hayatta fazlası ile gelişme göstermiştik. Üniversite okuyan öğrenciler olarak, ufkumuzu açan staj macerası sonrası gemi adamı olma yolunda önümüze açılan fırsatları değerlendirmemiz gerekiyordu. Gemi mühendisi olsaydık;yaptığımız işlerde daha rahat olurduk. Tüm korkularımızı cesarete dönüştürüp bu işe girmiştik. Ne olursa olsun vazgeçmeyecektik.
Abdullatif ile beraber İzmir’de Dokuz Eylül Üniversitesi Denizcilik İşletmeciliği Yönetimi Yüksek Okulunda gerekli eğitimi almak için yola çıkmıştık. Şanslıydık biz. Staj yaptığımız firmanın desteği ile beraber eğitim için gerekli olan parayı da sağlamıştık. Bir işsiz ve de öğrenci için verilecek para bayağı fazla idi. Bunun için şanslı hissediyorduk kendimizi. 15 hafta civarı süren eğitim sonrası, korkularımızın neticesi bize kazandırılmış hırs ile başarıya ulaşmıştık bu eğitimde. Sırada 6 aylık açık denizlerde gemide staj vardı. Bu nokta eğitimin en önemli kısmıydı. Tabi arada TOFEL, IELTS ve de KPDS sınavlarından gerekli barajları geçmek için hayatımızı ortaya koymuştuk. İngilizcemiz için iyi diyorduk; ama gerekli sınavların deneme sınavlarında döküldüğümüzün farkına varınca bu işe daha çok sarılmamız gerektiğini anlamıştık. Zor olanı başarmak için bu işe girmiştik. Ama insanın her istediği olmuyordu işte. Gemide Kaptandan Miçoya kadar herkesin korkusu, ayağının kaymasıdır. Bunu dersleri işlerken, denizcilik hukuku dersinin samimi hocasının hayata ait hikayelerinden öğrenmiştik. Bizim için efsane gibiydi;ama gemiye ayak basınca anladık. Kocaman ve ondan daha büyük denizde hareket eden dev araçlardan birisinin ayağının kayıp, olası bir durum dahilinde denize düşmesi korkunç gelmeye başlamıştı. İlk günlerimizde birer çocuk gibiydik. Eğitimin sac ayaklarından biri de karada yaşamaya alışan bizlerin, gemide abideler gibi yaşayan miçolara dahi saygı göstermemiz olmuştu. Geminin ayak bastığımız yüzeyi temizlenmese kaymak için ortam hazır demekti. Bunları düşünürken, en kötü olasılıkları aklımızdan geçirirken, eğitimin 7. haftasında korktuğum başıma gelmişti. Ege denizi açıklarında stajımızı devam ettirirken, o gün yağmur inanılmaz derecede yağmıştı. İlk kez böyle bir şeyle karşılaştığımız için korkumuz yüzümüzden okunuyordu. Geminin Kaptanı Fevzi Bey durumumuzu görünce çok gülmüştü. Bizim korkumuz, bel altını hareketlendiren bir korku değildi; yalnızca duruma alışabilmek adına önceleri gibi cesaret toplamaktı. Abdullatif ve de diğer arkadaşlarla heyecanlı bir halde konuşuyor, birbirimizi korkutacak kabuslar türetiyorduk. Geminin hafifçe sallanışı dahi ürpermelerimizi arttırıyordu.
O gün de, yıllar önce bir arkadaşımdan aldığım gümüşi kolyeyi yatarken çıkarmış ve de pantolonumun cebine koymuştum. Elime alıp, kolyenin hatırasını yaşatan sahibini düşünürken, birden elimden kayıp yere düşmüştü kolye.İnanılması güç bir şey olmuş ve de geminin kıçına yakın yerde olan bana doğru diz boyunda su gelmeye başlamıştı. Gövdede bulunan bir hortumda patlama olmuş ve de suları geminin kıç kısmına doğru akmaya başlamıştı. Yere düşen kolyemi de alarak, su denize doğru giderken, kolyeyi alma pahasına ileriye atılınca, tepetaklak düşmüştüm. Kolye tam sınırda idi. Ancak ayağa
kalkamıyordum. Sürünmeye başlamıştım. Her şeyi göze almıştım. Bu işin sonunda olacak hiç bir şeyin manası yoktu. Her şeyden önce, hiçbir şey kalmıştı zihnimde. Bir şey düşünmüyordum. Düşecekken yakalayamazsam atlayacaktım. Derin yerlere dalmak için fazlası ile çalıştığım için kolyeyi alabilirdim. Ama ayağım çok ağrıyordu. Burkulmuştu. Ne olursa olsun başaracaktım. Gururdan öte bir hisse kapılmıştım. Aylardır bu eğitimden başarılı olmak adına Allaha her zamankinden daha fazla yakın olan ben, staj eğitimini bitirmek için uğraşların hepsini zihnimden silmiştim. Düşünmüyordum. Düşünce yoktu. O kolyenin boynumda olma fikride yoktu.Sadece alacaktım. Düşünmeden atlayacak, gözlerimi düşünmeden kısıp, yılan gibi denizin dibine gitmeye çalışan kolyeyi almalıydım. Bu yağmurda her şey başıma gelebilirdi. En ufak hata hayatımın bitmesi demekti. Geminin pervanelerine doğru çekilme olasılığım da vardı. Kimse tek parçamı bulamazdı böylece. Ama düşünmüyordum o an. Gemi hafifçe sallanmıştı yeniden. Kolye süzülünce denize doğru, atlama vakti gelmişti. Burkulan ayağım ile beraber öyle bir atlamıştım ki; dalış kurslarında yaşadığım tecrübelerin en tehlikelisi bile benim ortamım ve de durumum ölçüsüyle basit kalırdı. Arkadan ‘Hayır,dur,adem!...’ gibi bağırmalar duymuştum en son. Üzerimde ki yağmurluk ile denize doğru dalışımı sürdürmüştüm. Kolyeyi görür gibi olmuştum bir an. Gözlerim kolyenin gidiş yolu üzerindeydi. Ancak denizin içini iyi göremiyordum. Metreler arttıkça basınç artıyordu. En fazla iki dakika tutabilirdim nefesimi. Kolyeyi göremiyordum. Yoktu. Yoklarda idi kolye. Kulaklarımda bomba patlayacak gibiydi. Nefes almak zorundaydım. Artık ölümü hissediyordum. Ama boğularak ölmek istemiyordum. İlk başta nefesi alamayacağını biliyordum. Açmak zorunda kalacaktım ağzımı ve burnumdan su girmeye başlayacaktı. O andan sonra ciğerlerde su toplanmaya başlayacaktı. Bronşlar hava yerine su dolacaktı. Akciğer haricinde de mideye oradan basınç ile beraber karaciğer,böbrekler ve de bağırsaklara yol alacaktı su. İlk başta Akciğerim patlayacaktı ve sonra midem. Sonrasın da tüm vücutta inanılması güç bir basınçla beraber Azrail’i görecektim. Olamazdı bunlar. Olmaması gerekiyordu. Daha yaşayacaktım. Ama düşünmeden girmiştim zaten. Düşüncesizce dalmamış mıydım denize? İki elimle dua edercesine yukarı doğru kulaç atıyordum. Aslında ben dua ediyordum. Dua edercesine açıktı kollarım. Her sallayışta metrelerin azaldığını zannediyordum. Oysa denizin basıncına karşı koyamıyordum. Suya karşı koyamıyordum. Birden ayaklarımda bir boşluk hissetmiştim. İki ayağımda boşluğa doğru adım atıyor gibiydi. Ağzım açılmak üzereydi. Sol bacağıma birden kramp girince, sonum için artık sondayım diye düşünmeye başlamıştım.Düşünüyordum o anda; ama nafileydi. Düşünmek adına çok geçti. Sol bacağıma giren kramp ile beraber bir bacaktan kurtulmuş gibi hissetmiştim kendimi. Sağ ayağımla sol bacağıma vurmaya başlamıştım. Suyun içinde çoğu suyun basıncına karşı giden ve de bacağımda hiç hissi veren saliselerdi. Saniyeler de tıkalıydı yaşamak!
Yukarı çıkma isteğimin başarıya ulaşmasını diliyordum. Ellerim ile son çare tırmanırken boşlukta, gördüğüm gerçek miydi bilemiyorum; ama geminin pervanesinin acımasız dönüşlerini görmüştüm. 0’a yaklaşmıştım. Pervane acımasızca öldüren canavara benziyordu. Ama işe yaramıştı pervane. Pervane iyi bir canavar gibi suları dövüp attığı noktadan beni dışarıya ve de kendinden uzağa itiyordu. Başımı çıkartıp, hava için ağzımı açmıştım o an. Biraz su yutmuştum. Yuttuğum sular 0’a yakın içime aldığım tuzlu suydu. Akdenizin tuzlu suyundan da içmiştik. Ama ayağım inanılmaz derece ağrıyordu. Sol ayağım ve de bacağım işe yaramaz haldeydi. Gemiye doğru baktığımda, güvertede gemide kaptandan miçoya herkesin beni izlediğini gördüm. Cansimiti fırlatmışlardı birkaç tane. Uzanmak istesem de yapamıyordum. Yaşıyordum; ama daha güvende değildim. Doya doya nefes aldım birkaç kez derinden. Dayanamıyordum. Ellerim denizin üzerinde vücudumu tutmak için sağa sola çırpınıyordu. Yapmak zorundaydım. Cansimitini yakalamak zorundaydım. O anda birinin gemiden suya atladığını hayal meyal görmüştüm. Gözlerim kapanıyordu. Uyuyacak gibiydim. Gözlerimi birkaç saliselik açtığımda, suyun içinde Abdullatif’i görmüştüm. Dostum beni kurtarmak adına denize atlamıştı. Düşünüyordum o an her şeyi. Hiçbir tayfa ya da eğitim arkadaşım yardıma gelmemişti. Abdullatif gelmeliydi diye şart koyamazdım. Yüzmek konusunda usta değildi. O gemide 4 tane kaptan vardı; ama hiçbirinde yürek yoktu. Adamlık, hukukun bozulduğu o anda geçerliydi. Gemi hukuku da şartların değiştiği böyle anlar için, nsanların canı için çok değişik imtiyazlar sağlıyordu. Ama kaptanlardan hiçbiri uğraş vermemişti. Canımız değerli değilse bile, bir tane tecrübeli olan insan yardım edemez miydi?
Abdullatif güç bela beni çekip, can simidini boynumdan geçirmişti. Ellerimi simidin üzerinden atınca rahatlamıştım. Kramp hala bacağımın kaskatı kesilmesine sebep oluyordu. Birde burkulan sol ayağımın parmaklarına kadar krampı hissetmeye başlamıştım. Ama artık sakatta kalsam yaşıyordum. Kulaklarım inanılmaz derecede sızlıyordu. Simitlerin çekildiğini hissedince yukarı çıkmak için şansımızın daha var olduğunu anlamıştım. Merdivenlerden Abdullatif’in yardımı ile çıkmıştık. Gemide bulunan iki tayfa sedye getirmişlerdi. Benin onun üzerine yatırdıktan sonrasını hatırlayamıyordum. Bir uyku ki; gözümü İzmir’de Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesin de açmıştım. 4 gündür uyuduğumu söylüyordu hemşire. Benim buraya geliş hikayemi biliyor gibiydi. Konuşabiliyor muyum diye merak edercesine:
-Ne güzel gün değil mi hemşire hanım?
-Aaa!!! Konuşuyorsunuz. Hemen doktoru çağırayım.
Nasıl konuşabiliyordum? Konuşamıyor muydum sanki öncesinde! Ne olmuştu ki bende? Merak etmiştim gerçekten de. Ayaklarım Allah’a şükür yerindeydi ve de rahatça kıpırdatıp, kendime doğru çekebiliyordum. Yalnız sol ayağımda, en küçük parmağımın üzerinde olduğunu hissettiğimi zannettiğim yerde de beyaz sargı bezleri ile sarılmıştı. Doktor ile beraber hemşire içeri girdi. Doktor benim oturduğumu görünce hayranca bakışlarını üzerimde tutup, hemşireye seslenerek:
-Kızım yardımcı olur musun, yatağı oturma pozisyonun da olsun Adem oğlumuzun.
-Neler oldu hocam bana? En son gemide sedyeye koyulduğumu hatırlar gibiyim. Nasıl geldim buraya ben?
-Aferin ademcim,konuş böyle. Seni ilk gördüğüm an tıbbi olarak yapacağımız işlemlerin kalmadığını düşünmüştük; ama yanılttın bizi.
-Nasıl yani? Öldüm de dirildim mi?
-Geldiğin zaman ateşin 42 dereceydi. Ölüm demekti bu. Kulak zarın da çok hasar görmüştü. Dilin de ambulansta nefes borusuna kaçmıştı. Eğer ambulansta bulunan sağlık görevlisi dilini çekmeseydi, bu da ölüm demekti. Allaha şükür turp gibisin şimdi. Nasıl hissediyorsun kendini?
-Vallahi doktor bey,ne desem boş. Şu anda maça çıkacak futbolcu kadar güçlü hissediyorum kendimi. alnız bu ayak parmağımda bulunan sargı bezi de ne için?
-Ademcim,güçlü olman çok güzel. Ama dediğim gibi buraya gelene kadar en az 4-5 yerde ölümle mücadele ettin. Söyleyeceğim sana açıkça. Güçlü birisin. Ayağına giren kramp sonrası aşırı derecede damarlarda basınç oluşmuştu. Buraya geldiğin an, sol ayağının beşinci parmağı kan toplamıştı. Kangren olmuştu kısacası o bölgede. Biz senin iznini almak için bekleyemezdik. Yoksa, diğer parmaklarına, ayağına hatta bacağına nüksedebilirdi kangren. Acele karar vermek zorunda kaldık ve de heyet kararı ile o parmağını kestik. Biraz sonrada işitme kaybının oranını ölçmek zorundayız. Güçlü olduğunu görmek mutlu etti beni.Her şey bizim için adem. Sağlıkta, hastalıkta.
-
Tüm çabalarınız için tekrardan size minnettarım hocam. Allah razı olsun. Size de teşekkür ederim hemşire hanım.
-Rica ederim adem bey. Görevimiz bu.
-Hadi bakalım evladım hazırlan da, kulak zarında oluşan zarar tespit edilsin.
Ne olduğunu anlamak için fazlaca dikkat etmem gerekmiyordu. Kurtulmuş ve hastaneye getirilmiştim.
-Duyuyor musunuz?
-Evet…
-Duyuyor musunuz?
-Evet…
-Duyuyor musunuz?
-Evet…
-Duyuyor musunuz?
-...
-Duyuyor musunuz?
-…
Tespit sonuçlarını sabırla bekliyordum. Aynı doktorun geleceğini zannediyordum. Ama öyle
bir doktor girdi ki içeriye; yüzünde meymenet yoktu. Hasta olduğumu bilmiyor muydu acaba?
-Sol Kulağınızda %22.8 işitme kaybı. Sağ Kulağınızda %54.97 işitme kaybı var. Geçmiş olsun
Hastanede olduğum müddet dahilinde aileme haber etmemeleri benim garibime gitmişti. Sonradan anladım ki; babamın haberi olmasına rağmen anneme söylememiş ve de İzmir’e bir bahane uydurup gelmişti. Bir eski arkadaşını görmeye gitmiş uyandığım gün. Geldiği zaman bol bol konuştuk. En sonda vazgeçtiğimi söylediğimde ‘Sen bilirsin evlat!’ diyerek benimle daha fazla konuşmasını uzatmak istemediğini anlar gibiydim. Bugün bile bu olayın benim intihara teşebbüsüm olarak bilirler. Zaten ben gemideki staja devam etmek istesem de, bir daha başlayayım desem de, benim adıma düzenleyecekleri staj raporlarımda dengesi bozuk, intihara teşebbüs etti diyerek yolumu kapatacaklarını biliyordum. Her şeyin hayırlısı demek güzeldi. Bir hatıra kolye yüzünden az kalsın ölüyordum. Ama hatırasını yaşattığım o insanın ölümünden epey zaman geçmişti üzerimde. O, o insandan kalan ilk ve son hatıra idi. Ama kaybetmiştim. Belki de o hatırayı ömür boyu saklamak için bana verilmişti. Emanete hıyanet etmiştim. Neden boynumdan çıkarmıştım o gün. Hayatımı değiştirecek, hayallerime son verdirecek o kolyeye bir an nefret duyar gibi olmuştum. Ta ki sağlık görevlisinin taburcu olacağım gün, bana geldiğim gün üstümde olan yağmurluğu getirene dek. Yağmurluğa değişik duygularla bakarken, rastgele elimi sol cebe atmıştım. Yağmurluğun cebine denize daldığım an su dolduğu için, cebin üstündeki parça açılmış ve de mucizevi bir şekilde kolye cebin içine girmişti. Farkına varamazdım zaten o an. Yoksa o kadar uğraşır mıydım! Kolyeye ilk dediğim an, denizin bana verdiği üşütme ve de anında değişen resimde ve soğuklukta ,bu kolyeyi armağan edenin elime ilk ve de son dokunuşunda ki soğuk parmaklarının verdiği duyguyu hissetmiştim.Acayip bir şeydi.
...İçim de kalmıştı...Çıktı!
YORUMLAR
kolyeyi bulmuş olmana çok sevindim inan ki:)
benimde bana verilen emanetlere karşı delice bir titizliğim olmuştur her zaman çok iyi anlıyorum yaptıklarını yani:)
oh dedim sonunda:)
nasıl güzel bir yazıydı anlatamam soluksuz okudum roman gibi..
eyvallah..
HakkınSesi
Romandan alıntı bu:)
Yazı yazamadığım bir anda, kopyala yapıştır yaptım:)))
hayatbuysa ben yokum
tabi canım yoksa nerde sende o kabiliyet:)))
HakkınSesi
Sesim inşallah sesim ollacak yakın da.
üzülerekten..