- 1017 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
SENİ KURTUBA GİBİ UNUTMAK İSTEMİYORUM
SENİ KURTUBA GİBİ UNUTMAK İSTEMİYORUM
Merhaba yeşil saçlı Bursa,
bugün sokaklarında gezinirken, yüreğimin caddelerinde de acıların yürüdüğünü gördüm. Evlerine, dağlarına, gökyüzüne, sana ait olan her şeye merhaba derken, içime sığınmış insanların çığlıkları cevap verdi bana. bahar coşkusunun sevinci ile cıvıldayan serçelerine Yüzümdeki tebessümle bakarken, kalbimin gözleri ağlıyordu. Güneş, senin bütün derinliklerine nurunu mutlulukla yayarken, seni mahvetmeye çalışan bunalımlı insanlara şahit oldum. Yanımdan geçip giden nefeslerin, yalnız ve kimsesiz hâllerinde senin sevinçlerini aradım. Ve şaştım, bu ikiyüzlü beşerin içinde hâlâ dimdik durma çabana. Ve yine şaştım, sana göç edenlere kucağını anne misali açmış olmana…Düşündüm dakikalarca, hatta saatlerce.. Düşünmeye sıkılana kadar, düşündüm. Anne olgusunun içindeki bu “sabrı” düşündüm…
Senin yıllar önceki hâllerini bildiğimden, kaybolan değerlerin farkında olmayan insanların duyarsızlığına inanamıyorum. Şehrinde kendine has bir ahlâkı vardı. Mayasını İslam ahlakının yoğurdu bu ahlak öylesine yüce idi ki.. Sevgi ve güven şehri idin. Anne gibi. Mutlu ederdin sana gelen çocukları. Düşündüm dedim ya sokaklarında gezerken seni. Sevgiyi ve güveni keşfetmeye çalıştım saatlerce. İnsan sevgisi ve rahmani sevginin ne kadar paralel çizgi ile birbirine yakın durduklarını gördüm. Ve anladım. Anlarken kabul ettim. Sevmek teslim olmak demektir aynı zamanda. “O ne derse doğrudur” diye bilmek sonsuz güven dolu bir kalp ile Hazreti Ebubekir gibi. “O ne derse doğrudur.” Peki, O Sevgililer Sevgilisi, sevgiyi nasıl sunmuştur ki Hazreti Ebubekir bu kadar yüce bir teslimiyet içine girmişti? İman ederek… Anladım ki Bursa’m,sevmez ve güvenmez isek, iman içimizde ve tüm benliğimizde yer etmez. İman etmezsek, nasıl çabalayabiliriz? Teslim olmadan nasıl iman edebiliriz? Sevmeden nasıl teslim olabiliriz?
Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaaddin-i Buhari’ye talebe olmayı tercih eden Alaaddini Attar hazretleri hocasının:” nehre atla” demesi ile, nehre atlayan ve bir süre sonra yine hocasının: “Allaaddin gel” diyerek sudan çıkması ile meydana gelen bu olay beni hep etkilemiş, üzerinde tefekkür ettikçe titretip teslimiyetin neresinde olduğumu düşündürtmüştür. Nasıl bir teslimiyet ki içinde güvenin, imanın ve sevginin en yücesi vardı…
Bıkmadan, sabırla, sevgi yüklü imanla güvenmek… İman ettiğimiz topraklara, doğurduğumuz çocuklara, öğrettiğimiz ahlâka, dinimize, annemize, babamıza, tüm dostlarımıza ve arkadaşlarımıza güvenmek. Hepimizin birbirimiz için ne kadar önemli birer nimet olduğumuzun farkında olarak güvenmek. Güvenmeyi hak etmek…Ahh Bursa’m, yıllarca üzerinde konuşulup yazılabilecek bir konudur iman, sevgi ve güven üçlüsü..
Peki, şimdi niye güvenmiyor insanlar, neden sevmiyor, neye iman etmiyor? Örnek bir geçmişin varken hâlâ hiç denenmemiş metotları niçin arıyorlar? Niçin makine gibi kurulmuş hayatlar bekliyor modern akıllar? Heyhat ki bir türlü aradıkları huzuru bulamıyorlar. Bunun sende farkındasın değil mi Bursa’m?
Nasıl farkında olmayasın ki, eski insanlar bize zaten muhteşem bir kültür ve ahlak bırakmışken, huzurevi zihniyeti ile baktık sana. Sen bizi güvenle severken, biz seni hep değiştirmek istedik. Geçmiş ve şimdiki zamanın müthiş bir karmaşası çıktı ortaya. Sen şimdi ne kendinsin ne de bir başkası.. Oysa toprağına basıp giderken, toprak bana, ben ayağımın altındaki toprağa ne kadar güveniyordum.
Mektubumun sonlarına doğru gelirken içimdeki feryadı manidar bir örnekle sana yazmak istedim, sevgili Bursa’m. Mahallemdeki küçük bir marketin önünde karpuz modeli verilmiş toplar asılı durur yaklaşık bir senedir. Ve çocuklar top oynamak için o karpuz şeklindeki topları, anne ve babaları ile alırlar. Ayakları ile o karpuz şeklindeki topa vura vura neşeyle oynarlar. Patlayınca sokaklara bırakılan ya da çöpe atılan ve yüz yıllarca toprağın çürütemediği toplar… Gülmek, oynamak ve zevk için alınan küçücük toplar…Gözümün içine içine sokulan karpuz şeklindeki toplar.
Hâlbuki eski Bursa’nın insanları bana karpuzu bir nimet olarak öğretmişlerdi. Yaz günlerinin ve gecelerinin ikramlık doyumsuz tadı idi o. Kıpkırmızı rengi vardı yeşil kabuklarının içinde. Karpuz dilimlerini yerken derede soğutulmuş lezzeti doyulmazdı. Genç yaşlı herkesin yüzünde mutlu bir gülümseme olurdu. Oturarak yenirdi. Kabukları doğranır hayvanlara verilir, hiçbir şeyi israf edilmezdi. Hele ki çok lezzetli bir karpuzsa çekirdekleri ekilmek için saklanırdı …
Bu, düşünmek, silkinmek ve anlamak, tekrar güzel ahlakı bulup hayatımıza şekil vermek için kaybettiğimiz değerlerden bir ufacık örnek.
Fakat yeis değildir bu sana yazdıklarım, bir veda asla değil, umutsuzluk girdabına da hiç girmedim çok şükür. Yinede hüzünlü olmalıyım ki her zaman hatırlayayım seni… Mektubumun son satırlarını yazarken, senin ne büyük bir nimet olduğunu adeta aklıma kazıyayım.
Canım Bursa’m
Belleriniz biraz bükülmüş olsa da senin gibi nice şehirler var Anadolu ve İslam coğrafyası üzerinde ayakta durmaya çalışan. Bu şehirleri düşünerek tefekkür penceresinden güne uzandığımda, geceleri Bağdat ve Gazze gelir gözlerimin önüne nedense, sabah ezanlarında Kâbil, İslamabad, Tahran. Öğlen vakti Grozni, Taşkent, Urumçi gelir, aklıma konar. İkindi ezanlarında durur beklerim şehirlerin seslerini, İstanbul ile Ağrı omuz omuza gelir yetişir Selimiye’ye, Edirne’ye …İşte akşam ezanı derim, kararmış kalplere bir nebze soluk olsun isterim. Bir kısık sesle okunur ezan tarihin yıkık duvarlarının arasından.Akmescid’den okunan, Plevne’den duyulan ve Kurtuba’da susan akşam ezanları… Nihâyetinde Târık bin Ziyâd’sız gemilerin Medine yolculuklarında yarım kalan yatsı ezanını bir türlü bitirememiştir Hazreti Bilâl.. Ve Bursa, ben bir Bilâl, bir hilâl uğruna derken geceler ve gündüzler geçer gider zamanın ihtiyar gözleri arasından.
“Şehri zümrüt, Seni Kurtuba gibi, Gırnada gibi, unutmak istemiyorum.” İman, huzur versin içinde yaşayan tüm insanlarına. Emniyet versin. Emanet ve ehliyet sahibi yapsın. Bir niyaz, bir umut için gezdiğim tüm sokaklarında, birbiriyle lanetleşen, öfke dolu insanlara inat dualarımı bırakıyorum. Kalbine demir atmış alimlerinin himmeti ile mektubuma son versem de sana asla “elveda” demiyorum.
Özlem Maria Zafer
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.