(Günahkar, Tövbekar) Günahkar(...) Bir Genc'in Hikayesi...
Bir sabah sohbeti...
Ankara...
Sincan...
Malum ilçede bir mahalle, mahallede bir sokak, sokakta bir mescid ve mescidde bir imam...
Güzel yüzlü, hoş sakallı ve davudi sesli makbul bir imam Abdullah Efendi... Andiçen Mahallesi’nin Güzelgah Sokağı’nda bulunan bir apartmanın, dükkan yahut daireden müteşekkil zemin katının devşirilmesi ile ibadete evvelce bir zaman açılmış olan ve ümmete hizmet veren mescidin; Hacı Bahr-i Durukan Mescidi’nin kırk yaşlarındaki güzel imamı... Bir kaç cümle ve sohbet ile alim bir zat olduğu sezilen Abdullah Efendi anlatıyor, bir cuma sabahı, bir sabah namazı çıkışı:
Ne hoş ve ne güzel bir hava, dediği dopdolu bir boşluğun; boş olmayan bir havanın şahitliğinde ve ayaküstü Gavs-ı Hizani (Seyyid Sıbgatullah el-Arvasi) Hazretlerinin kısacık " Cuma günü ölüm için güzel bir gündür. Fakat Peygamberimiz (aleyhisselam) Hazretleri pazartesi günü vefat etmiştir. Şeyhim Seyyid Taha (kaddesallahu sirrahu) ise cumartesi günü vefat ettiler. "Cumartesi günü" sözünü bir kaç kere tekrar ettiler. Kendilerinin de cumartesi günü vefat edeceğini tahmin ediyordu. Nitekim de öyle oldu...." sohbetinin ardından yine ayaküstü devam ediyor...
Etkili bir belagatı olan Abdullah Efendi’nin iki kişilik sohbet halkasında pür dikkat!... Hoca Efendi’nin çevresinden bulunan az ama kalabalık olan iki kişi: Acaba "evvelce bir zaman" diye başlayan sohbetten kendi payıma ne alırım, ruhuma ne katar ve nefsimden ne azaltırım düşünceleri içinde yürürken "hazır ol" vaziyetindeler... İki kişilik kalabalık görünmeyen bir hazır ol hali; kalbi bir dikkat ve uyanıklık tarafından kuşatılmış bir haldeler!...
Abdullah Efendi hoş havanın, güzel atmosferin, parlak gökyüzününün, rahmet üfleyen kerahet vaktinin, muhabbetin, merhametin ve halkadakiler gibi selama duran güneşin şahitliğinde anlatıyor:
Evvelce bir zaman falanca bir yerde filanca bir vakit imamlık yapar iken tanıdığım bir genç vardı... Kimi zaman gördüğümüz kimi zaman duyduğumuz onca günaha batmış olan ve kötü arkadaşları kendine yoldaş edinen bu genç gün geldi ve bir gün geldi, işlediği büsbütün günahlarına, geçmişine tövbe etti ve mescid ehli oldu.... Öyle ki evvelce günahkar ahvalini bildiğimiz için yolu mescide düşmez dediğimiz ve haline üzüldüğümüz bu tövbekar genç artık adeta bir "mescid kuşu" olmuş, her sabah soluğu camide alarak, huşu ile eda ettiği namazları eşliğinde, samimiyetle yaptığı tövbenin şahidi bizzat kendi oluvermişti. Epeyce bir zaman bu hali devam etse ve bizi, bizden de ziyade ümmeti olduğu Allah’ın Rasulü’nü ve kulu olduğu biricik Rabbi’ni sevindirse de bir zaman sonra bu hali kesiliverdi... Sanki bıçakla kesilmişcesine... Bir kaç gün gözlerimiz o güzel genci mescidde arasa da gördüğümüz ancak onun bir kenarda kıyam eden, bir başka kenarda rukuya varan, diğer bir kenarda secdeye kapanan, selamlar veren ve dualar için Allah’a ellerini açan hayalinden ibaretti... Ne yazık ki genç adam artık hayaldi ve her hali hayalden ibaretti...
Gözler tövbekar genci arar iken ve gönül nedenler ve niçinler ile meşgul olup, sebebini anlamaya, hissetmeye çalışırken kulağımıza vesileler çalındı... Meğer ailesi, karakol komutanı, eski arkadaşları adeta elele vermişler ve gencin yolunu kesmişlerdi...
Bir koldan anne-baba, çocuklarındaki değişikliği gören anne-baba atılmış ciğerparelerinin önüne: Aman, demişler yavrum aman... KAFAYI ÜŞÜTECEKSİN!!!...
Diğer koldan eski arkadaşları!... Arkadaş bildiği ve kendisini bildiği ve bilmediği nice günaha davet eden arkadaşları çıkmışlar yoluna: Kardeşim, bu hal de ne?!... Bu şekilde hayat nereye kadar devam eder... Özledik seni ya hu!... Hem kaç defa şu dünyaya geleceğiz kiİ?!... Yoksa bizi mi beğenmiyorsun?... Yapma öyle, gel... Gel, bizi bırakma!... Seviyoruz seni... SEVİYOR, SEVİYOOOR!!!...
Ve öte yandan karakol komutanı çekmiş genci bir kenara: Bak, demiş... Biz de müslümanız ama (her vakit mescide gidip gelerek, her namazı cemaatle kılarak, Allah’ın dinine fazlaca gönül verip, Peygamberi’nin yolunda dosdoğru giderek) fazla abartma!!!... Neden diyeceksin tabi... Nedeni şu ki yarın bir gün çoluk-çocuk sahibi olursun, onlar asker olmak ister, memur olmak ister ama senin yüzünden olamazlar... Buna sebep olma... GÜNAHTIR!!!...
Abdullah Efendi hayal ve ümitlerini kıran bunca hadiseyi işitince, mescitte göremediği için üzüldüğü gence daha ziyade üzülmüş... (Söylemedi ama belki de kaç gece ağlamış...)
Teessürünü dile getiren Abdullah Hoca: Sonra, dedi bir zaman sonra... Bir telefon geldi... Arayan, mescidde, cemaat içinde artık uzun zamandır göremediğimiz (günahkar) tövbekar (günahkar) genç... Telefondaki ses: Hocam, dedi diyor Abdullah Efendi, hal-hatır muhabbeti ve dillendirilen kimi özlemlerden sonra:
Hocam her şey bir yana da hani sabah namazından sonra ciğerimize; ne ciğeri, ta ruhumuza dek çektiğimiz o güzel hava var ya!... İşte, işte en çok o güzel havayı özledim!...
Ankara, Mayıs 2011
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.