- 386 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 70
70] Bizi yönetenler dahi toplum içi yükümleşme akdinin gereği olaraktan, bize karşı hizmetçi olduklarını bilmek de vatandaşın vatandaşlık bilincidir. Halka, vatandaşlık bilinci vermek yerine ’ulul emre itaat’ kültü verilmektedir. Bu inak verilmeden de, kişilerde inalcı boyun bükmenin kul olma bilinci olamazdı. Üstelikte bu tür sözler, sistem yöneticilerinin, kendilerini; korumaya aldıkları, bir dokunulmazlık zırhıydı.
Meşruiyetliğin kaynağını akılcılıkta ve nesnel aktüel ilişkilerden alamayan egemen yönetimler totem kutsallık söylemleriyle meşru oluyorlardı. Ahalinin varlıkları, yerel egemencilere teslim edilmiş, bir gelişememe olmuştur. Bugün de aynıdır. Bu yüzdendir ki kimi bölgelerde merkezi otorite zayıflamıştı. Ama bu türden nedenlerle kalkıştırmalardan, heyecanlar yaratırlarsa da, yukarıdaki sayılan temel nedenlere üstünlük sağlayabilir oluşmaları, uzun süre pek pek çıkaramazlardı.
Anadolu hareketi, katılımcıları tarafından kavransa da kavranmasa da temelde ’legal bir merkezi otorite’ ortaya çıkarıyordu. Bütün iç direnç ve şiddet; dış sömürülü kaynaklı direnç ve şiddet; kontrol edici güçler tarafından, denetleniyordu. Bu olumsuz meşrulaştırma gayreti içinde olan eksene tabii plânlar, projeler oluşturuldu. Halk da, proje merkezlerinin uyandırdığı iç ve dış olumsuz propagandaların, duygu seline, kapılıyordular. Bu tür yöneltimli oluşmacı duygular, sürtüştüren dinsel ayrımcı kutuplaşmalar üzerinden giderdi. Güya, dinsizliğe karşı bir cihat çağrılarına dönüşüyordu (vatandaşın dinsizliğinden kime ne?). Bunlardan toplumsal birlik ve bir toplumsal yapı çıkar mıydı?
Toplumsal yapılar; üretme ve üretimin ilişkileşmesi üzerine ve üretilenin refah olarak tüketilmesi esaslarına göre organize oluştur. Dinsel örgütlenmelerin nabız atışı, toplumcu yapıya yöneltilmedikçe dinsel örgütlenme, bir toplumsal oluşma ortaya çıkaramazdı. Diğer yandan aşiret ve kabileci otonom menfaat merkezlerinin, ’merkezi otoritenin’ kurulması ile kendi egemenci eski; ’al gülüm, ver gülüm’ ilişkilerinin ortadan kalkacağını görmüş olmalarının da telaşı vardır. Feodalizm, telaşlı, telaşçı tamahlarıyla, tam da dış emperyalist güçlerin iğfaline denk düşüyorlardı.
Bu derebeyici, bu feodalci çıkar sağlayış durumlarının ellerinden gitmesine karşı koyan feodal egemenci kalkıştırmalar içinde, dinin kullanımı vardı. Şimdiki konjonktürde toplumsal nedeni olmayan feodalizmin, dini kullanmasının yanı sıra, ikinci bir gerekçeyi de kazanmıştı. Bu kazanç vesile neden de feodalizmin şimdiki toplum yapımız içinde dahi, siyasal olarak meşrulaşmasıydı.
Bunun için siyasal feodal amaçlaşmanın, etnikliğini oluşturuyorlardı. Böylesi dinsel etnikçi oluşmalarla gelişen kalkışma eylemlerindeki ana gerçekler halk için hiç önemli değildir! Hal bu ki sosyal, ekonomik ve toplumsal şartları geliştirilmemiş bir milliyetçilik, uzun sürede sırf hamasi kültür duygusu üzerine oturtulamazdı.
Otursa bile, başarısızlık gelecek dönemlerde kaçınılmazdır. İşte, işgalcilerin işgalini sürdürmek isteme gayretlerine feodalizmin, ses etmez oluşları, dış güçlerle iç egemenci güçlerin el ele kol kola çıkarlarını birleştiriyordu. Halkı harekete geçirebilmek için halkı, bu dinsel düzeyde ve toplumcu olmayan etnik ulusalcılık düzeyinde el atmalıydılar.
Halk iki vesile, asıl olmayan-bahane nedenler üzerinde hareket ettirmenin kutuplandırılması içine girdirildiler. Oyun bilinçliydi. Figüranlar role kapılmıştı. Bu menfaat ilişkileri, iç ve dış şer güçlerini, sosyal olgulaşıcıların ve yapay bahanelerin üzerinde, eylemsel katılımla birleştiriyordu.
Bizdeki bu iç isyanlar, tarihi şartların asli gelişmesini taşıyan, aktüel bir oluşma da değildiler. Geçmişten beri var ola gelen kimi iç isyanlar, baskı ve haksızlıkların, hukuksuzlukların, bir kısım sosyal izlerini elbette ki ve haklı olaraktan da taşıyor olacaktılar. Demek istemem şudur ki; kimi dem oluşmuş hukuksuzluklara, haksızlıklara ve yapılan zulme başkaldırıcı eylemler de vardır.
Ama bu isyanlar kendi üzerlerine, toplumsal nedenli, güncel gelişmeci dinamikleri almamışlardır. Yine bunun gibi toplumsal alanda yükümleşilen, sözleşilen, bir sahiplenişleri de, yoktur. Ve yine toplumsal otorite ortaya çıkarma türünden şartlarını taşıyan eylemleri de kendilerine ikame etmemişlerdir.
Bu türden kalkışmalar, toplumsal şifreli koordinatlar uyuşmazlığından ötürü, hem başarısız olmak ve hepten adi bir ayaklanma olmaktan kurtulamazdı. Diğer geliştirmeci nesnelci, toplumsal nesnel şartlarını, sağlayamamış bir milliyetçiliğiniz de, yerel ulusalcılığınızı da, bu türden isyanlar üzerine inşa ederek, muvaffak edemezdiniz.
İşte Sevgili Atatürk, bunun bilincinde idi. Bütün talepleri konjonktürsel, var olan toplumsal yapı üzerine yeni toplumsal aktüel inşalar bina etmekti. Bunlar somut ortak paylaşılan elle tutulan istekler ve zorunlu oluşmalardı. Toplumcu devrimleri kendi tutumlaşmalarını, kendi hareketlerini, bunun için başarılı ve kalıcı yaptı. Bu toplumcu temel üzerinedir ki Gazi kendi eylemlerini; kitlelere, konjonktöre mal olacak sahiplenilir bir eksenleşme olacaktan, kılabilecekti. Diğer çapulcu isyanlarla kıyas bile edilemez.
Tarihin vassallık döneminden bu yana olan sürecinde, çok cılız gelişmiş olan Osmanlı feodal yapıları, fetihçi örgütlenmesi dışında, toplumsal devinme adın konjonktürsel değildi. Sanayi toplumlarının aktüelliği konjonktüründe ve bilgi çağı döneminde, vassalci ilişki bağlarının hala sürüyor olması, bu tür Osmanlıdan kopacak ayrılıkçılığın en manidar kaostuk yanıdır.
Bu yüzden feodalci gelenek görenek, etnik tertipli, inanç soslu isyanların da, toplumsal talebi bilmedikleri ve isyanların bu nedenle doğru dürüst toplumsal talepleri olmayan feodalci kalkışmaları da; hem başarısızdır, hem olumlanmazlar, hem de meşru değildirler.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.