Hep Bir Eksik...
Ayağında evde bile giymeyeceğiniz bir terlik, eprimiş bir pazen pijamanın paçalarının hemen üstünden ensesine değin uzanan, Komiser Kolombo paltosu ile kaç yaşında olduğunu anlayamadığım bu kadın; uykulu ve aslında meraksız biri olmama rağmen dikkatimi çekmişti.
Uyanır uyanmaz bu parka gelip, bir iki tur attıktan sonra, triportörlü çaycıdan çay içmek, bir iki lafın belini kırmak hazırlıyor sanırım beni güne…
Önce kadının kendi kendine konuşan bir deli olduğunu sandım- kıyafeti ve içinde sincap gezmiş bir yün yumağını andıran saçları yüzünden olabilir bu sanı-. Biraz dikkat edince telefonla konuştuğunu, ara sıra da ağlama krizi yüzünden konuşmasına ara verdiğini anladım.
_Bunca yıldır sana adadığım bir hayat bile seni kesmedi demek.
Uzun bir ilişki, yüksek ihtimal evlilik vaadiyle geçiştirilmiş bir metres hayatıydı kastettiği. Saçımı süpürge ettim dese vallahi inanacak durumdaydım ki bu cümleye hep çok gülmüşümdür, gelin görün ki karşımda birebir örneği duruyordu.
_Hep iteledin beni hayatından. Bir kez bile seni seviyorum karıcığım demedin. Alçak herif…
Evli olmaları şaşırtıcıydı. Evli bir kadını böyle bir halde ve bu saatte parka atan şeyin, hemencecik anlaşılabilecek bir durum olduğunu düşünmüyordum. Kocasına bu denli kızmasına rağmen evden kaçışında bile onun paltosunu sırtına geçirmiş olmasına ne demeli peki.
_Dinle beni, hiç konuşmadan dinle. Kendim olmama izin vermiyorsun, hiç vermedin. Kendi istediğin gibi bir hizmetçi olmam, aşçı olmam, zamanı geldiğinde tecrübeli bir fahişe olmam gerektiğini düşündüğünü biliyorum. Bu ayrıntıların dışında nasıl biri olduğumla hiç ilgilenmedin. Miş gibi yaptın hep. Karşı çıkma sus!
Bu yedi okkalık cümlelerin altından kalkabilecek bir yiğit tanımadım ben. Kadının ses tonu yüzünden kulağına dayayamadığı telefonunu denize atmak istediğine emin olduğum adama acımak üzereyken vazgeçtim bu fikirden. Unutmayalım ki ben kız tarafıyım bu hikâyede.
Bir ara geriye doğru döndüğünde yüzünü gördüm onun, iç acıtan şişmiş, ıslak gözaltı torbalarını ve umutsuz, donuk bakan bakışlarını gördüm.
Beni görmedi bile. Hıçkırıyor, ağlıyor sonra bir lanet okuyup, devam ediyordu sitemkâr konuşmasına.
_Her şeye maddiyatçı yaklaştın, ölçtün biçtin. Bir mühendisle evlenmekle ne büyük hata yapmışım, hepiniz odunsunuz…
Omzuna dokunup nerdeyse ‘bir dakika hanımefendi koskoca bir meslek grubunu bir adam yüzünden yerden yere vuramazsınız’ deyiverecektim. Biraz düşününce bu tip cümleleri başka kadınlardan da duyduğumu anımsadım.
Arada hafif meşrep kahkahalar, ani ses yükselmeleri, çığlığa yakın bağırmalarla süslediği konuşmasına hayran kaldığımı itiraf etmeliyim.
Kadınların ezilmişliğine değinen klasik bölümler hepimizin malumu, hayranlığım bu yüzden olmadı. Böylesine kötü olduğu, en umutsuz göründüğü anda bile, ayaklar altına serdirmediği kadınlık gururunu, onu da geçtim insanlık onurunu bir cengâver gibi savunması yürekten bir alkışı hak ediyordu.
_Nerdeysem nerdeyim, senin için ne önemi var, beni hiç düşünmezsin ki.
Bu arada çaycıya gelmiştik. Ben bir çay istedim. Arif abi tuhaf kadını baştan aşağıya süzdü, bana soru sorar gibi göz kırptı.
Kadın adam ona ne dediyse ilk kez sessiz ağlamaya başladı. Bunu bilirim bu en kötüsüdür. Çaresizliğin doruk noktasıdır. Biraz ilerledi kadın, durdu çeşmede yüzünü yıkadı. Bize doğru geldi, eliyle çay karıştırır gibi yapıp, çayını istedi.
—Ne dedi en son merak ediyor musun? Diye sordu bana.
Kulak misafirliğimin farkında olmasından kızarmış yanaklarımla ona gülümseyerek evet manasında salladım başımı.
_’ işyerine geldim kapat ben arayım seni iş telefonundan’.
‘’Merhaba ben Nadir ben de mühendisim, ama tedavi gördüm’’ diyerek elimi uzattım tokalaştık. Birkaç dakika sonra gözyaşlarına boğularak güldü bu lafıma.
_‘Sizde de ne kulak varmış maşallah’ diye de ekledi.
Arif abiye çayları öderken, yarın sabah buluşmak üzere ondan söz aldım.
Sonrası mı?
Tam da tahmin ettiğiniz gibi…
12.05.11
Nadir