HÜCRE BİLİNCİNİ YOK SAYARAK YAŞAYAMAZSINIZ
Hücre bilinci nedir?
İlk canlı organizmadan bu yana hücreler, etkileştikleri uyartılara karşı bir mücadele vermişlerdir. Verdikleri mücadelelerin sonucunda başarılı olmuşlarsa uyartıları da, verdikleri mücadeleleri de kaydedilip yeni kuşaklara aktarmışlardır. Başarısız olmaları durumunda ise hücreler de uyartılar da yok olmuştur.
Kısaca, bir hücrenin atalarından kendisine aktarılan bilgiler ile kendi mücadelesi sonucu elde ettiği bilgilerin toplamına hücre bilinci diyebiliriz.
Bugün varlıklarını sürdüren tüm hücreler başarılı hücrelerdir. İlk atalarından bugüne kesintisiz bir yaşam sürdürmüş olan bu hücreler sayısı belki de trilyonlarla bile ifade edilemeyecek kadar değişik uyartıyı tanırlar, bu uyartılar karşısında verecekleri mücadeleyi bilirler. Buradan anlaşılması gereken sorunların çözümünde içgüdü yaklaşımından kurtulup hücre bilinci fikrine sahip çıkma gerekliliğidir.
Eğer olaylar karşısında; ‘’Organizma neleri tanıyor? Neleri tanımıyor olabilir?’’ sorularını sorarsak bazı sorunlar ortaya çıkmadan önlenebildiği gibi, üretimler hem sağlıklı koşullarda yapılır, hem de insan ve çevre sağlığına uygun hale gelir. Ayrıca organizmaya ulaşan uyartının tanınıyor olması sorun çıkmaması için yeterli değildir. Uyartının yoğunluğu da uygun olmalıdır. Örneğin, güneş ışığı görme algısının gerçekleşmesi için önemlidir, ancak uzunca bir süre güneşe bakan gözler görme yeteneğini yitirir.
Bugün insanlar tarafından üretilen uyartıların büyük çoğunluğu hücreler tarafından bildik uyartılar olmanın ötesine geçmektedir. Yani doğal yaşamda alışık olmadığımız pek uyartıyı dayatma şeklinde yaşamla birleştirmeye çalışmaktayız. Bunlar; radyoaktivite, yoğunlaştırılmış kimyasallar, alışık olmadığımız sesler, alışık olmadığımız besin maddeleri, hiç alışık olmadığımız manyetik alan (yani elektrik kabloları marifetiyle oluşan elektrik alanları) Bunların bir kısmına belki kirlilik diyoruz, ama kirli görünmeyen yüzlerinin olduğunu da unutmamak gerekir.
Alışık olmadığımız uyartılar stres yaratır!
Hücre, ilk defa karşılaştığı uyartıya karşı mücadele hazırlığı olmadığı için, bir hazırlık evresine ihtiyaç duyar. Uyartının önceden tanıdığı uyartılarla ilgisini bulmaya çalışır. Hücre içerisindeki birimlerde bu araştırma sürerken, yine hücre içerisinde tahribatlar oluşur. Tahrip oluşlar hücre içerisinde paniğe neden olur. Daha da kötüsü uyartı hücre tarafından tanımlanıncaya kadar uyartının yapısı değişir. Dolayısıyla hücrenin uyartıyı tanımlamak için yaptığı tüm çalışmalar boşa gitmiş olur. Hücre uyartıya karşı bir mücadele geliştirse bile uyartı değiştiği için başarı sağlaması mümkün olmaz. Kimyasallar böyle uyartılardır.
Hücre içerisine giren kimyasal madde, hücre içerisinde yapı değiştirdiğinden mücadele zordur. Bu uygulamaların sonucunda bugün sürekli olarak tarımsal ilaç kullanan çiftçiler risk altındadır. Tıbbi makalelerde 2020 yılında insanlarımızın en az %25’inin kanser hastası olacağına vurgu yapılıyor. Kaldı ki kırsal alanda yaşayan, tarım ilacı atım işi ile uğraşan gençlerimizde kısırlık oldukça yüksek oranlara tırmanmıştır.
Bunun dışında, bitkilere verilen her türlü besin maddesi ve koruyucu ilaç, ilk olarak çiftçinin bahçesinde ya da tarlasında uygulanır. Onu ilk tüketen yine çiftçinin kendisidir. Yani soframıza ulaşan meyveyi, sebzeyi üretmeye çalışan çiftçinin en başta kendisi risk altındadır. Bizzat kendisi bir kobaydır, kobay olduğunun da farkında değildir. Uygulanan tarım politikalarında çiftçinin bu anlamda aldığı riskler hiç gündeme getirilmez.
Geçtiğimiz elli yıllık süreye bakarsanız, ilk yıllarda on yıllar kullanılmış olan pek çok ilacın insan sağlığına zararlı olduğu gerekçesiyle yasaklandığını görüyoruz. Hatta ilk kullanılan kimyasalların büyük bir oranının bugün kullanımdan kaldırıldığını, ya da kullanımının yasak olduğunu biliyoruz. DDT, Fosforin 20, Temik bunlardan bir çırpıda aklıma gelenler. Gelecek yıl Teleon diye bilinen nematod ilacının yasaklanacağı bilgisine sahibim. Buradan da kimyasal kullanımının ne kadar başıbozuk uygulandığı sanırım fark ediliyordur.
Tüketicilerin içinde bulundukları durumu değerlendirirsek, çiftçilerin durumlarından farklı olmadığını görürüz. Kaldı ki, çiftçiler aynı zamanda tüketicidirler. Yani ülkem insanı bir bütün olarak yok olma, sağlıksızlaşma gibi bir felaketin içerisine sürüklenmektedir. Çiftçinin üretim artışı sağlamak için kullandığı aşılı fideler, kökü kabak, meyvesi karpuz gibi ürünler içerisindeki besinlerin kompozisyonları da tüketici açısından bilinmeyen uyartılardır, risk teşkil etmektedir.
Ayrıca sebze ve meyvelere uygulanan kimyasallar, ürünün içerisine emilir. Ürün içerisinde yapısal değişimlere de neden olur. Bu yapılar tüm canlılar için bilinmeyen uyartılar konumuna girer. Bu durum hem bitkiyi strese sokar, hem ürünün niteliğini değiştirir, hem de tüketici için sorun yaratacak ortamı hazırlar.
Bugün tarımsal ürünlerimizin pazar payının çok düştüğünü, çiftçimizin ürününün para etmediğini, limonların, portakalların dallarında kaldığını görüyoruz. Geçtiğimiz yıl çiftçimizin düştüğü durum bundan daha farklı değildi. Gelecek yıl da aynı olacak. Sonraki yıllarda da aynı olacak, hatta her geçen yıl daha da kötüleşecek. Tarımla ilgili politikalarımız değişmediği sürece lütfen, durumun söylediğimden farklı olacağını beklemeyelim.
Geçtiğimiz yıllarda komşu ülkelere yollanılan ürünlerin ülkemize geri gönderildiği, domates, salatalık, biber, v.b. pek çok ürünün iç pazarda tüketildiği herkesçe bilinen bir gerçektir. Pazardan alınan meyve ve sebzelerin neredeyse tamamına yakını üzerinde bulunan ilaç kalıntılarının denetimi yapılmaksızın tüketiciye ulaşıyor. Yani tüketici de büyük bir riskin altına itilmiş oluyor.
Soframıza gelen sebze ve meyvelerin üzerinde ilaç kalıntılarının olduğu herkesçe bilinmektedir. Bu uyarıcıların dozlarının yüksekliği ve tanınmayan uyartılar oldukları dikkate alınmamaktadır. Başka bir deyişle pek çok hastalığın oluşmasına neden olacak uyartılara maruz kalınmaktadır.
Başka bir deyişle önce çiftçinin kendisi yavaş yavaş ölüme giderken, bir taraftan da üreticiyi ölüme sürüklüyor. İşte aynı milletin vatansever evlatları kendi vatandaşlarına kıyıyor farkında değil.(Benim çiftçim pamukta kullanılan beyaz sinek ilacını salatalığa sıkabiliyor. Bu olay yıllarca yaşandı benim ülkemde.)
Bu kadar bilim adamı, bu kadar okumuş insan bu duruma hala neden karşı durmuyor anlamış değilim. Başka bir deyişle hala neden uyuyoruz?
Ey okuma yazması olanlar! Ey kendine insanım diyenler! Eğer ülkemizi seviyorsanız organik tarımın, ekolojik tarımın desteklenmesi için bu makalenin okunmasına duyarlılık gösterin. Bugünkü tarım politikamız kimyasal ilaç ve kimyasal gübre kullanımını son haddesine kadar destekler durumda ve organik tarıma devlet desteğinin neredeyse olmadığı noktasındadır…
Avrupalı, Amerikalı, Rusyalı ürünlerimizi neden ülkelerine sokmuyor? Sorgulayın! Neden hala ilkel yaşıyoruz? Neden tarım alanlarımızda kullanılan ilaçların denetimleri iyi yapılmıyor?
Bu ülkede doğru tarım için iki şey bir arada yapılmalı;
1. Süratle ekolojik (ya da organik) tarıma geçilmeli
2. Risk alan üreticinin sağlığı güvence altına alınmalı
İyi tarım hem üreticiden, hem de tüketiciden yana olan tarımdır.
İyi tarım çevre bilincine uygun yapılan tarımdır.
İyi tarım tüm canlıları kapsayan ortak yaşam felsefesiyle yapılan tarımdır…
İyi tarım ne bitkiyi strese sokar, ne de tüketicisini hasta yapar….
İyi tarım organik ürünlerle yapılan tarımdır.
Mustafa KOCA
Kimya Mühendisi (ODTÜ)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.