- 537 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 68
68] Kurulan partiler, farklı olacak ama ’Bağımsızlığın düşüncesine dek-felsefsi-’ eksenleşmesiyle uygun denklikte bir partileşme olamıyorlardı. Yani yeni siyasi oluşmalar ’bağımsızlığın partileri’ değillerdi. Elbette olmak zorunda da değillerdi. Ama ana alan üstüne inşa olmak gibi de bir zorunlulukları vardı. Eskisi olmayanın yenisi olmazdı.
Bu yüzden güncel akışlı olamıyorlardı. İşin kolayı olan, halkın nabzına göre şerbet veren, halkçı alanla ilgili devinme esasları üzerine kendilerini seçmene lanse ediyordular. Oysa halk politikaları değil, toplum politikaları oluşturmalıydılar. Toplum politikalarıyla üretip özgürleşilip, üretimin bölüşümü esnasında halk politikalarına yönelmeliydiler. Adım atabilmeniz için bir adım uzamı olmalıydı.
Bu, hem siyasetteki kaliteyi, hem bilinç devinmesini düşürüyordu. Toplumsal işleyişin partisi olacakken halkın keyfiliklerine göre, halka şirin görünen partiler oluyorlardi. Bu nedenle ülkede demokratik yaşamlı bir toplumsal üretim ve paylaşım ortaya çıkmıyor, sürekli hatalar ve eş dost zenginleştirme yağmalarıyla,taraftar kayrılması ve kadrolaşılmasıyla siyasetin kalibresi oldukça aşağılara iniyordu.
Ülke 60 yıldır buhranlar içinde kalıyordu. Siyasetleri projeler değil, yasaklar, dinsel argümanların yapılaştırılan hay huycu eksenleşmeleriyle götürülüyordu. Cern deneyleri, Biğ beng kurguları, kan verme gibi binlerce sorunlar televizyonda din bilirlere sorulup tartıştırılıyor. Böylece ülkenin bilimsel düşünme mantığı daha baştan igdiş ediliyordu. Yöneticiler, yetki kullanmanın sorumluluğu gereği ve sorumluluk altından kalmaktan dolayı, soygun, talan suçluluğundan, kendi can telaşına düşmüşlerdi!
Siyasi hükümetlerin görevi, toplumsal ekonomik ilişkilerinize uygun kuralların güncel çelişkilerine dek, güncel cevaplar üretebilmesidir. Bu pratikliği başarmanız sizin, siyaseten demokrasiyi yaratır ve kullanır oluşunuzdur.
Hükümetler iyi bir muhalefetle karşılaşmazlarsa, zorunlu olarak hükümet oto kontrolle kendi kendisinin karşıtlaşması, yani kendi kendisinin muhalefeti olacaktır. Böyle bir yapı bunu başarmak için önce dıştaki demokratik süreçleri ezerek, yok etmekle işe başlar! Ve güç bendedir der!
Muhalefetin olmaması sınırsızlığı içinde olmak, önce keyifken sonradan da giderek hükümetleri tereddüde düşürür. Böylece bu tereddütle hükümet kendi kendisinin kontrolüne sınırlanmasına bir gerekçe yaratarak, kendisinin muhalefeti olması sürecine girer. Çünkü karşıtlık kaldırılamaz. Bu bir mıknatısı parçalamanıza benzer. Mıknatısı ne kadar parçalarsanız her bir parça, yine iki kutup olarak belirirdir.
Ya da eylem halindeki bir insanın, yap; yapma; gibi kendi içinde sürekli kuşku ve ikilem ortaya koyması ile kendisini frenleyen iç mekanizmaların muhalefet çatışmasını oluşturması gibi bir şeydir bu.
Oto kontrol her olgu ve olaylar içinde; siyasette, karşı durumuyla ya da muhalefetiyle (çelişkisiyle) ancak vardır. Muhalefet (çelişki) hükümetlerin bir nevi öz eleştirileridir. Erkin öz denetimleridir. Hükümetlerin aynadaki görünümleri gibi sistem haberleşmesi yapması yolu ile kendisini düzeltirler. 1950’lerde hükümet böylesi bir kendi kendisinin muhalefeti olma kulvarına girmişti. Muhalefette demokraside hükümetti. Muhalefette, demokrasi de, hükümetin kendi icrai faaliyetleri idi.
Bir siyasi olay, karşı muhalefeti (dengeleri ve güçleri) görmezse, zorunlu olaraktan kendi kendinin de muhalefeti olur. Bu, ya kendi içlerinde bölünmeyle olur, yavrular. Ya da aynı düzlem içinde uzun bir gebeliği, hizipleşerek taşırlar. Bu süreçlerin olması için siyasetler kendi hukuksuzluklarını ortaya koyarlar. Böylece akıl almaz hukuksuz süreçler gelişir. Yani yürür deki hükümet demokrasiyi kendi lehine bozarak, aksatarak kendi kendisinin muhalefeti olmaya başlar.
Artık bu durumda hükümetler çevreyi görmezler. Sadece kendilerinin hırs ve tamahlarına değin eğilimleri vardır. Bu hal ile karşı direnci baskıladıkça baskılar. Baskılananın direncini de büyütmeye başlarlar. Birikip büyüyen direncin tazyiki de sistemi, nereden patlayacağı da, kestirilemez olur.
Şimdilerde 1950’lerin kimi hükümet üyelerine ve başbakanına ’demokrasi şehidi’ diyorlar! Ben yargı süreçlerine değinmiyorum. Oraların tikel ve öznel olayları beni aşar. Zaten konum da orası değildir. Aslında Sayın Menderes o dönemlerde kendi kendinin muhalefeti olmuştu. Menderes kendisinden başkasını duymazlık, kaale almazlıçı yaşam örneği idi. Yani bir demokrasi şehidi olmadığı gibi tam bir demokrasiye karşı tahammülsüzlük örneği idi. Bu nedenle demokrasi şehidi olması söz konusu bile değildi.
Sayın Menderes’in kendi baskısı, karşı tarafa yönelen kinetik enerjinin, yankı yolu ile başka bir şekle dönüşen mekanik enerji şeklidir. Mekanik enerji kendisine geri direnç, geri tepme enerjisi olaraktan, dönüşmüştür.
Sayın Menderes’i demokrasi şehidi sayan siyasetler, aslında Sayın Menderes üzerinde, kendi iç vicdan hesaplaşmaları içindedirler. Sayın Menderes üzerinde, kendi sorumluluklarına dek duyulan pişmanlığın, hesabın basıncın ağırlığını ve kaçınılmazlığını, aklayıp dönüştürüyorlardı.
Önce bir An Menderes’e değin dramatik (belki son olarak dramatikti. Ama demokrasiyi işletiş olaraktan, demokrasi erbabı olmadığı halde, demokrasi erbabı sayılması acındırılması) bir öyküleme algısı yaratıyorlar. Bu algının içinde kendilerini de düşündürtüyorlar. Böylece masumca yaratılan bir Sayın Menderes algısıyla kendi iktidar dönemleri sonrası gelişecek hukuksuzlukları aklayan bir toplum ve halk bilincini şartlandırıyorlardı. Her yetki kullanımı, zorunlu bir verilebilir; hesap verme zorunluluğu ve sorumluluğudur.
Böylesi bir aklama paklama nedeni ile suçluluk duygusundan olacak ki, buna değin pekiştirimi de; sanki savaşa çıkmış, ya ölüm, ya zaferin bayram şenliği kıskacında olan, bir kumandanlarmış gibi politikacılar hep, bayramlık ve idamlık elbise giyer olmanın efelenme, korku telaşını söyler olurlar.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.