- 772 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Ey Şiir Şehir!
Ey tebessümleri nur olmuş sabır ustası şehir!
Dudaklarımda hüzün payı bırakılmış bir lahzada, sarhoş ışıkların bezediği ıssızlık yağan tarih kokulu kaldırımlarına dökerek düşlerimi yazıyorum sana. Alına çizilmiş mazeretsiz yollarda kayıp yitirilmiş nezaketlerimin ince belli cüsselerini murat yeşillerine boyarken gazi Irganda karşılar sessizliğindeki asaletle beni.
Mazinin gelecek doğurduğu şehir!
Hangi sokağının hangi taşına dayasam kulağımı yahut hangi emektar çınarına? Kimlerden dinlesem fırtınalı yaşamların senin bağrında sonsuzluğa vardığını? Nasıl duysam şehzade isyanını yahut bir şehit imtihanını? Fikirlerde mevcut olan uçurum izlerinin zanlı ve kanlı zülüflerini toprağın sinesine uğurlarken yürekler acır. Bir düzmece ortasında intiharlara sürüklenmiş sözcüklerin ahenginde benliğini besleyerek bencilleşir insanoğlu. Her sözcükteki harfle zamanın hala bizler için akıyor olmasına şükretmek yerine inkâr edilemez bir sancıya hücrelerini niyetlendirmekten vazgeçmeksizin yaşar insan. Yaratılmış iyi kötü her şeyin üstüne aynı matemli bulutun terlemesi düşer. Ev sahibinin sonsuz ikramı kiminin elindeki kanı yıkar kiminin gözündeki yaşı saklar senin şahitliğinde. Sırf bu yüzden hangi niyetle ve hangi şükürle kaç kuruş atmalı tarih şahidi sadaka taşına? Yakalayamamış ve hayranlıkla sende dünü seyre dalmışken, bugün hangi yarınların sabahlarına açarız gözlerimizi tutarken yakamızdan dakikalar?
Akrep yelkovan yarışında mevcudiyetini geleceğe aktaran şehir!
Üstüne üç nokta koyup unutturulmaya çalışılan maziye şehvetli şeytan sözcüklerini yerleştirmek isteyenlerin ellerini heybetli gölgenle tek tek kırmandır vakitteki gurur. Dile name düşmüş o ufak tefek taşlarının amber kokulu hatıralarında yarınlara sürüklenir dün ve bugün. Kıt kanaat bir geleceğe atacağımız adımları temkinli susuşlarınla, sümbül kokusu sinmişliğinin meftunluğu ile tutarsın naftalin kokusu sinmiş sandığında… Şu dünyada keyfiyet iliklerine kadar zafere bulanmışlığında, imanlı ve coşkun nefesinde saklıdır. Her lahza senin sinende saklı bir bilmece…
–di’li zamanların –eceklere köprü oluşu sendendir şehir!
Kıyı kenarından günler, aylar, yıllar geçerken tercihlerin getirisinde ayak kaymadan görebilmektir marifet cennetten bir parçayı… Her avuçlanan toprağında cennet rüzgârı eserken ve sen misafirhanenin en güzel odasıyken marifete vakıf olmamak mümkün mü? Sular seller gibi ezberlenesi şanlı mazinin vazgeçilmez bir sevdaya dönüşmüşlüğünü ve zamanın sana bahşettiği o kutlu sureti yüreklere mühürlersin. Tüketilen ve tükettirilen zamanda sabrının reçetesiyle tüm boşlukları doldurursun. Her yazan kalem seni eksik anlatır ki seni satırlara mahkûm etmek hadsizliktir. Vasiyetlerin, zaferlerin, gülüşlerin ve aşkların izlerini ah demeksizin asırlardır sırtlarken terleyen alnını atinin hasret kokulu aydınlığı siler. Her adım atan bir iz bıraktı sana, her adımlayanın hafızasına ise er bir anı bıraktın. Kıskanılırsın secdeden başını hiç kaldırmayan evveliyatından.
Yetim kıyılarına yasladığım satırlarıma mı biçeceksin kefenleri şehir?
Kinayeli ve emekliye ayrılmayacak sözler sebebinden dağılıp parçalanmış dakikalar. Her parçalanmışlıksa bir başkasını babasız doğuracak kadar cesurdur. Yıllar sonrasına kendi elleriyle anonim elemler bırakabilecek kadarda bencil. Bu bencillik mendilde ki kanlı öksürüğün izlerini yüzümüze vurur ve bir ressam bu anı resmeder.
Işıkları kaybolmuş, rotası yerçekimine yenik düşmüş, eşkâli ise bilinmeyen yıldızlara takılı bırakmadan ömrü mürekkep son sözcüklerini yazar sözlerde vurulup yakamozlar can vermeden önce affet Tanrım baştan sona şiir olmuş bu şehirde günün aydın saatini kaçırmış tüm insanlığı…
...bir gün anlarsın Bursa madem ki altın evliya üstün eşkiya bir gün anlarsın...