Rıdo
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
RIDO
Koca dünyamız ve koca dünyamızın küçük insanları, çocuklar.
En masum varlıklardır ki, yalansız, çıkarsız duygularıyla yaşayan…
Güneydoğunun ücra bir köşesinde küçük bir şehrin çocuğuydu Rıdo. Asıl adı Rıdvan’dı. Ama herkes ona Rıdo derdi.
Köyünden göç etmiş ailesiyle ilk ayak bastığında bu şehire, sokak çocuğu olacağını, madde bağımlısı olacağını, çete lideri olacağını ve potansiyel suçlu olacağını bilemezdi. Daha 12 yaşlarında tanıdı sokakları, küçük sokak işçisi olarak. İlk işi ayakkabı boyacılığı oldu, koca ayakkabı sandığını astığında omuzlarına.
Oysa o da diğer çocuklar gibi oyun oynamak istiyordu, babasından harçlık almak, bir topun arkasından saatlerce koşuşturmak, çok sevdiği ve hep olmasını istediği bisiklete binmek istiyordu. Ekmek parası kazanmanın sıkıntıları artıkça uhdeleri de büyüdü yüreğinde. Her geçen gün özlemleri devleşiyor, her mutlu çocuğa baktıkça, bir o kadar da isyanları. Ne kadar çalışsa çabalasa da boyacılıktan kazandığı ekmek parası yetmiyordu. Yaşlı anasını, babasını ve kardeşlerini bu parayla doyuramıyordu. Bunun acısını, çaresizliğini yaşıyordu. Kendini sorumlu tutuyordu bu yoksulluktan.
Yaşı 16’ya gelmişti Rıdo’nun. Neden ailemi doyuramıyorum, doyurmanın bir yolu olmalı diye düşünürken ilk suçunu da işlemişti Rıdo. Hırsızlık. Sonra meslek edindi kendine hırsızlığı. Bir gün suçüstü yakalandı ve hapse atıldı. Aylarca hapiste kaldıktan sonra, çıktığında artık bir başka çocuk olmuştu Rıdo. İçindeki kinler birikmiş, yaşama nefretle bakar olmuştu. Sokaklara vurdu kendini, benzer hayatların sokak çocuklarıyla tanıştı. Uyuşturucuyla tanışıp madde bağımlısı oldu. Çetelere karıştı, kavgaları oldu, kavgalardan galip çıktıkça da lider seçildi.
Duygusuzlaşmıştı Rıdo...
Ailesini umursamaz, ailesinin açlığı tokluğu da ilgilendirmez olmuştu artık onu.
Bu şehirde görev yaptığım kurum kenar mahallenin birinde ve ıssız bir alandaydı. Sokak çocuklarının seçtiği bir bölgedeydi burası. Geniş bir bahçesi vardı. Genelde sokak çocukları bu bahçenin dış tarafında, duvar dibinde toplanıp otururlardı. Her iş çıkışında onlara bakar, hepsinin gözlerinin üzerimde olduğunu hissederdim. Onların bakmasından rahatsız olmazdım, aksine onlarla göz kontağı kurmaya çalışırdım.
Bir gün yine iş çıkışı dış bahçe kapısından çıkarken, onların aralarında gördüğüm bir genç, yanlışlıkla değil bilinçli olarak yanımdan geçerken omzuma çarparak geçti. Bu çarpışmaya karşı ne tepki vereceğimi görmek içinde karşımda durdu. Alaycı bir gülümsemeyle “pardon” dedi. Gülümsedim “önemli değil yavrum olur böyle şeyler” dedim ve yürüdüm. Arkamdan mutlaka bakıyordu ama ben dönüp bakmadım.
Rıdo ile ilk orada tanışmıştım. Yakışıklı, esmer bir gençti. Ama madde bağımlısı olması gözaltlarının morlaşmasına, renginin sararmasına neden olmuştu. Ürkütücü bakışları vardı. Ya da o öyle bakmak istiyordu…
O ve arkadaşları gündüzleri pek görülmezlerdi ortalıkta. Akşama doğru çıkarlardı ortaya. Geceleri grup halinde dolaşırlardı.
Çalıştığım kurumda gece nöbetleri vardı. Gece nöbet tutan arkadaşlarım onların varlığından rahatsızdı. Çoğu kez onlarla ağız dalaşına girerlerdi ve onları o bölgeden uzaklaştırmak için 155’ den yardım isterlerdi. Onları o bölgeden bu vesileyle uzaklaştırırlardı. Arkadaşlarımın bu davranışları onlarda nefret uyandırmaya, istenmeme durumu ise onların inadına bu bölgeye gelmelerine neden olmuştu. Aslında önceleri bu denli rahatsız edici davranışlarda bulunmuyorlardı. Ne zaman ki istenmediklerini, dışlandıklarını anlamaya başladılar, işte ondan sonra aşırı tepkileri devam etmeye başlamıştı.
Nöbette olduğum bir gece yine etrafı rahatsız edecek gürültüler çıkarıyorlardı. Oturup düşünmeye başladım, ne yapabilirim diye. Arkadaşlarımın uyguladıkları yol çözüm olmadığına göre ben başka bir şeyler yapmalıydım. Ve karar verdim, gidip onlarla konuşacaktım. Bu cesaret işiydi. Binadan çıkmak, dış bahçeden çıkmak, onların yanına gidip konuşmak, üstelik gecenin bir vakti. Belki bu bir cesaret işi değildi, bir çılgınlıktı. Bu çılgınlığı göze aldım ve dışarı çıktım. Onlara doğru yürüdüm. Çıkmadan önce de bir sigara yakıp, elime alıp öyle çıkmıştım. Bunu bilerek yapıyordum. Onlardan korkmadığımı göstermek, rahat olduğumu hissettirmek istemiştim. Elimde sigaram, kendinden emin ve gayet rahat bir şekilde yanlarına yaklaştım. Onlara merhaba çocuklar yerine merhaba gençler dedim. Onların kendilerine çocuk diye hitap edilmesinden hoşlanmayacaklarını biliyordum. Birkaçı merhabama karşılık verdi, diğerleri sustu. Rıdo bir taşın üstünde oturmuştu. Daha önce yani kasten omzuma çarptıktan sonra onu çevredeki çocuklardan sormuştum. Adını ve lider olduğunu öğrenmiştim. Lider olduğunu bildiğim için önce ona yöneldim. Nasılsın Rıdo dedim. Elinde sigarası, başını hafifçe yana eğmiş, kendine heybetli bir hava verircesine “iyiyim, sağ ol” dedi. Bende onun yanına çömeldim ve sigaramı tüttürmeye devam ettim. Sonra da ona “senden bir ricam var yavrum” dedim. O ise ürkütücü bakışlarıyla gözlerimin içine bakıp sadece “hayırdır” dedi. Bende “bu gece nöbetçiyim ve hastayım. Arkadaşların o kadar çok gürültü çıkarıyorlar ki, rahatsız oluyorum” dedim. Direkt ona beni rahatsız ediyorsunuz demedim. Arkadaşlarının rahatsız ettiğini söylemem kastendi. Yani ondan yardım istiyordum. Arkadaşlarının gürültü çıkartıp, etrafı rahatsız etmeleri emrinin ondan çıktığını da çok iyi biliyordum. Ondan rica etmiştim, onun arkadaşlarını yönetebileceğini bildiğimi belirtmiştim. Tamam dedi. Teşekkür ettim. Tekrar kuruma döndüm. Merakla bekliyordum acaba ne olacak diye. Bana inat daha fazla rahatsız ederler gerginliği içindeydim. Ama hayır bu olmadı. On dakika sonra etrafta bir sessizlik oldu. Balkona çıkıp baktım ne yapıyorlar diye. Bahçe duvarının dibinde kimse kalmamıştı. Onlardan daha doğrusu ondan rica etmem, ondan yardım istemem, onun bana karşı saygı ve sevgi duymasına neden olmuştu. O geceden sonraki tüm nöbetlerim sessiz ve rahat geçiyordu. Rıdo beni nerede görse saygı ile eğilip, selam verip geçiyordu. Lideri olduğu grup da onun gibi davranmaya, beni nerede görseler saygıyla selam vermeye başlamışlardı.
Bir gün Rıdo’yla yolda karşılaşıp selamlaştık. Ben yürümeye devam ederken arkadam seslendi, durdum. Bana bir diyeceğinin olduğunu söyledi. Bir an merak ettim, bana ne söylemek istiyor diye. Karşımda durmuş, hiç beklemediğim kelimeler çıkıyordu ağzından. Bunları söyleyen o muydu, şaşkınlığındaydım. Bana “ Büyüğümsün, sana saygım var, olur da bir sıkıntın, bir isteğin olursa ben yardıma hazırım, emrindeyim, hangi konuda sıkıntın olursa olsun, elimden geldiği kadar yanında olurum” dedi. Sonra çekip gitti. Şaşkınlığımın yanı sıra duygulanmıştım. Bir sokak çocuğu, bir serseri (çevrede ona ve arkadaşlarına serseri deniliyordu) bana yardımdan söz ediyordu…
Yine nöbetçi olduğum bir yaz gecesi hava bayağı sıcaktı. saat 22 suları bahçeye çıktım. Gidip bir ağacın altına oturdum. Bir müddet sonra kurumun bekçisi elinde iki bardak çay ile yanıma geldi. Çayımızı içip, biraz sohbet ettikten sonra, bekçi kalkıp görev yerine geçti, ben kaldım. Bir on dakika sonra karanlıkta birinin bahçe duvarından atladığını gördüm, bana doğru geliyordu, ürperdim. Hemen yerimden kalkacaktım ki, gelenin Rıdo olduğunu görünce yerimden kımıldamadım. Korkmuştum ama korktuğumu belli etmeden sakin bir şekilde yanıma gelmesini bekledim. Yanıma gelip selam verdi, karşılık verdim. Sonra izin isteyip yanı başıma çömelip oturdu. Benimle konuşmak istediğini anlamıştım. Önceleri havadan sudan konuşmaya başladık. Arkadaşlarının da duvarın ötesinde olduğunu ellerindeki sigara ateşinden anlıyordum. Ona istersen arkadaşlarını da çağır gelsinler dediğimde çok mutlu oldu ve kendi üslubu ile arkadaşlarını çağırdı. Bu üslup ıslık çalmaktı. Islığı duyan arkadaşları birer birer duvardan atlayıp yanımıza geldiler. Oturmalarını söylediğimde, çember halinde yere, çimenlerin üzerine, bağdaş kurup oturdular. Onları tanımak istiyordum. Bu çocukların, bu gençlerin anlatacak çok şeyleri olmalıydı hayatlarına dair. Konuşmaya başlayıp sohbet koyulaştıkça, hepsinin daha bu yaşlarda birer isyânkar olduklarını anladım. Onların geleceğe dair hayalleri, umutları kalmamıştı. Bir boşluktaydılar. Adı konulamayan, kapkara, anlamsız bir boşluk...
Onlara “yazık sizlere, kendinize kıymayın, bırakın artık kullandığınız maddeleri, mücadele edin hayatla, kurtarın kendinizi” dediğimde, hepsinden ortak bir cevap aldım. “Hangi hayattan bahsediyorsun sen, hangi mücadeleyi verebiliriz, BİZİM İÇİN HAYAT VARMI? ”
Susmuştum. Çünkü onlara hayata dair anlatacak bir şeyler bulamıyordum. Bu küçük yüreklerin haykırışları karşısında çaresiz kaldım, ne diyebilirdim ki, sadece küçüldüm, küçüldüm, küçüldüm..
Bu çocuklara karşı tarif edilmez bir sevgi duymaya başlamıştım. Özellikle Rıdo’ya karşı. Herkesin tiksinerek baktığı bu çocuğa ben sevgiyle bakabiliyordum. Bu sevgimi bilen arkadaşlarım beni kınıyor, alay ediyorlardı. Hadi canım sende, böyle bir çocuk sevilir mi diyorlardı...
İş yerinden izinli olduğum bir gün Rıdo’nun evine gitmeyi, ailesini görmeyi istedim. Evlerinin çalıştığım kuruma yakın olduğunu duymuştum. Önce çevredeki çocuklardan sordum evinin nerede olduğunu. Bana bir sokağı tarif ettiler. Tarif edilen sokağa varınca da karşıma çıkan bir bakkaldan evinin hangisi olduğunu öğrendim. Neden gidiyordum, hangi güç beni götürüyordu bu eve bilemiyordum. Böyle bir çocuğun evine gitmek açıkçası bana korku vermiyor değildi. İstiyordum ve gidiyordum.
Tarif edilen yerde evlerini buldum. Tabi buraya ev denilirse. İki katlı yıkık dökük bir binanın bodrum katıydaydı evleri. Küçücük iki penceresinden dışarıya bakılsa herhalde insanların sadece ayakları görünürdü. Binaya girip, birkaç merdiven aşağıya indikten sonra kapılarının önünde durdum. Cesaretimi topladım ve kapıyı birkaç kez çaldım. Bir iki dakika sonra kapıyı yaşlı bir adam açtı. Bu Rıdo’nun babası olmalıydı. Adamcağız şaşkın şaşkın yüzüme baktı. Onun bir şey sormasına fırsat vermeden Rıdo evde mi? diye sordum. Yaşlı adam yüzüme tuhaf tuhaf baktıktan sonra dönüp, Rıdo! diye içeriye seslendi. Rıdo hemen gelmişti. Beni karşısında görmenin şaşkınlığı içindeydi. Ben neden gelmiş olabilirdim ki. O şaşkınlık yaşarken ona “ne o, misafir kabul etmiyor musunuz” dedim. Cevap vermeden kapıyı sonuna kadar açtı, geç der gibi. Yanından sıyrılıp içeri girdim. Şimdiye kadar bu kadar yoksulluk kokan bir ev görmemiştim. Duvarları dökülmüş ve ağır rutubet kokusu sarmıştı dört bir yanı. Rıdo yoksulluğundan utanmıştı. Yüzünde utanmışlığın verdiği bir ifadeyle beni aile bireyleri ile tanıştırdı. Sonra bir yer minderine geçip oturdum. Evin temiz olmaması, hijyenik olmaması bana göre normaldi, ki ekmek parası bulamayan temizlik malzemesini nasıl bulacaktı. Evin yaşlı annesi çay ikram etti. Aslında çaylarını içmeye bile kıyamıyordum ama içmezsem bu onlara hakaret olurdu, midesi mi bulandı da içmedi diye kendilerini sorgulayabilirlerdi. Anne ve babayla sohbet ederken Rıdo sessizce bir köşede oturmuş diğer kardeşleri gibi bizi dinliyordu. Kim bilir Rıdo neler düşünüyordu bizi dinlerken...
Biraz sohbet ettikten, çaylarımızı içtikten sonra müsaade istedim ve evden ayrıldım. İçimi bir hüzün kaplamıştı. Nasıl bir evdi orası ve bu evde insan nasıl yaşayabilirdi diye düşünüyordum...
Rıdo nöbetlerimi artık takip ediyordu ve ben nöbetçiyken her bahçeye çıkışımda yanıma gelip oturuyordu. Onun yanıma gelmesinden sonra diğer arkadaşları da geliyordu. Bu çocuklar benimle oturup sohbet etmekten büyük keyif alıyorlardı. Çünkü onları anlayabildiğimi ve onları dinlediğimi biliyorlardı. Onlara okul okuyun veya neden okul okumadınız gibi bir öneri ve soru yöneltmedim hiç. Çünkü bu saçma ve anlamsızdı. Kendimce nasihatlerde bulunuyordum. Doğruluk adına, madde bağımlılığından kurtulmaları adına… Birkaçı madde kullanmıyoruz artık dediklerinde tabi ki buna inanmamıştım. İnanmadığımı belli etmeyip onları takdir ettim. Onlara sizde diğer insanlar gibi çalışın, onun bunun hakkını yemeyin, hırsızlık yapmayın diye nasihat ettiğimde bana söz verdiler, tamam artık iş bulup çalışacağız diye. Sonradan duydum. Birkaç çocuk kimi fırında, kimi lokantada çalışmaya başlamıştı. Rıdo da söz vermişti çalışacağım diye ama kimse ondan bahsetmiyordu. Çalışıp çalışmadığı da bilinmiyordu. Bende uzun zamandır onu ortalıklarda görmüyordum.
Yine günlerden bir gün Rıdo’yu bir sokakta gördüm. İçi hurdalarla yüklü bir el arabasını itekliyordu. Rıdo da beni görmüştü. Onu öyle gördüğüm için benden utanmış olmalıydı ki yüzü kızardı, başını önüne eğdi. Beni görmediğini bilseydim ona gözükmeden çeker giderdim. Böyle bir işte çalıştığından dolayı bir lider olarak benden utanacağını da biliyordum. Ona yaklaştım ve onu çalışırken gördüğüme ne kadar çok sevindiğimi belirttim. Ona çalışmanın ayıp olmadığını, alnının teriyle, kimsenin hakkına yemeden çalışmanın, her ne iş olursa olsun insana gurur vermesi gerektiğini söyledim. Biraz rahatlamıştı ve gözlerinin içi gülmeye başladı. Ona yine övgüler yağdırdım ve takdir ettim. Rıdo gülüyordu artık... Rıdo mutlu olmuştu…
Bir Ağustos sabahıydı. İçimde anlamlandıramadığım bir sıkıntı vardı. Canım işe gitmek istemiyordu ama mecbur gidilecekti. Ekmek parası…
İş yerime vardığımda girişte kimseler görünmüyordu. Direkt odama yöneldim. Odamın kapısını açtım, biraz soluklandıktan sonra masanın üstünde duran çay bardağımı alarak çay ocağına doğru yürüdüm. Her sabah işe gidince önce bir çay içme faslı yapardım. Diğer arkadaşlar gibi. Arkadaşlarımın ortalıkta görünmemesinden, onların çay ocağında oturduklarını anladım. Genelde çay içmeye gidilince çay ocağında bir müddet oturulurdu. Çay içme sırasında kısa bir sohbet, daha sonra herkes yerine geçer, çalışmaya başlardı. Ama bugün benim canım çay ocağında oturmak istemiyordu. Çayımı alıp tekrar çalıştığım büroya dönmeyi, sakin bir şekilde çayımı içmeyi düşünüyordum. Koridoru geçip çay ocağına yaklaştıkça arkadaşlarımın şen şakrak sesleri gelmeye başladı. Bugün arkadaşların keyfi yerinde diye geçirdim içimden. Kapıyı açıp, çay ocağına girip, günaydın dedim. Günaydın dediler. Başka bir şey konuşmadan bardağıma semaverden çay doldurup tekrar kapıya yöneldim. Tam kapıdan çıkıyordum ki, bir arkadaşım “Biliyor musun dün gece senin o çok sevdiğin serserilerden biri ölmüş” dedi. Bir an donduğumu sandım. Geri dönüp arkadaşlarıma baktım. Titrek bir sesle “Kim ölmüş? Neden ölmüş? ” diyebildim ancak. Bir başka arkadaşım “Kim olacak, Rıdo ölmüş, çekmiş çekmiş zehiri gebermiş” dedi. Bir anda beynim uğuldadı. Elimdeki çay bardağını yavaşça masaya bıraktım. Geri döndüm. Boğazımda bir düğüm oluşmuştu. Çay ocağından çıkmak üzereyken bir diğer arkadaşım da “Ne oldu üzüldün mü, o bize az çektirmedi, iyi ki öldü, dünya bir pislikten kurtuldu” dedi. Bir pislikten kurtulmak! Bu sözleri ne kadar rahat sarf edebiliyorlardı. Arkamı dönmek istemedim. Arkadaşlarımın yüzlerine bakmak istemedim. Hızla oradan uzaklaştım. Bir an önce kendimi dışarıya, bahçeye atmak istiyordum. Elim ayağım titriyordu. Koridorlar hiç bu kadar uzun gelmemişti bana. Ne yapacağımı bilmez bir halde, önce çalıştığım büroya döndüm, sigara paketimi ve çakmağımı alarak bahçeye çıktım. Yüreğim, ayaklarım beni Rıdo ve arkadaşlarıyla her zaman oturduğumuz ağacın yanına götürdü. Ağacın dibine çöküp oturdum. Sigaramı yaktım. Sigaramdan derin bir nefes çekmemle birlikte, boğazımda tıkanan hıçkırıklarım, bir çığlıkla gözyaşlarına dönüştü. Gözyaşlarımı tutamıyordum. Yüreğim yanıyordu. Rıdo ve diğer serseri arkadaşları geldi gözlerimin önüne. Bu ağacın altında neler neler konuşmuştuk biz. Sokak çocuklarının hangi acıları, yaşamları, çaresizlikleri anlatılmıştı bana. En çok da hayata dair sözleri çınlıyordu kulaklarımda. “ BİZİM İÇİN HAYAT VAR MI! ”…
Bir müddet sonra gözyaşlarım durdu. Bir sigara daha yaktım. Başımı kaldırıp uzaklara baktım. Daldım. Bir an Rıdo’yu, boynu bükük, arkadaşlarımın onun için sarf ettikleri sözleri duymuş, utanmış gibi, yanı başımda hissettim. Sanki ona bir şeyler söylememi bekliyordu…
Ona söyleyecek bir sözüm olmalıydı.
Ona sessizce; kurtuldun, kurtuldun yavrum! dedim. Olmayan bu hayatından kurtuldun! Sen geride bıraktığın yaşamından utanma. Utanacak biri varsa o da bizleriz! Rahat uyu... diyebildim.
RAHAT UYU!...
Saadet ÜN
01/06/2006
YORUMLAR
karşımızdakileri biz gibi algıladıkça cennete dönüşeceğiz
tebriklerim günün yazısına hayata kattığınız erdemli insancıl eşsiz güzelliklere iyi ki varsınız Saadet dost..:)
sevgim saygım selamlarımla..
Saadet Ün
Yorumunuza teşekkür ediyorum ve de güzel yüreğinize...
Siz de iyi ki varsınız...
Selam, saygı ve sevgilerimle
Maalesef böyle nice yavrular sokaklarda telef oluyor. Büyük nedenii fakirlik, sefalet falan değil.. Onları hak etmeyen aileleri. Dünyaya çocuk getirmek kolay, ama sonrası çok daha önemli.. Eğer ona bakacak güçleri yoksa o canlıyı neden dünyaya getirirler Ya da yiyecek ekmeği zor bulurken bir çocukla yetinmeyip, niye aç, beş çocuk yaparlar? Anlamak zor.
Hüzünlü bir hikaye ve telef olan başka bir çocuk ve yaşanamamış, yarım kalmış bir hayat daha...
Paylaşım için teşekkürler..
Saadet Ün
Çok çocuğa elbette hayır, bakamayacak durumdaysalar...
Ama çocuksuzluk da zor. Ki çocuğu olmayanlar bilir bunun ne büyük bir eksiklik olduğunu... Çocuklar ki, anne ve babanın altın toplarıdır, hanelerine mutluluk getiren, yüzlerini güldüren...
Asıl neden fakirlir, sefalet ve eğitimsizlik, sevgisizlik...
Kimi çocuklar da vardır ki, tek evlat olmalarına ve zengi aile çocuğu olmalarına rağmen bataklığa saplanmışlardır....
Bu da ayrı bir konu... ama adı yine de aynı, yani yitirilmiş çocuklar ya da gençlik...
İş, aş, eğitim ve sevgi...
Yorumunuza teşekkür ediyorum.
Selam ve sevgi ile...
Öykü güzeldi. Hele anlatım da akıcı olunca öykü, (Acı tatlı yönleri ayrı) daha da güzelleşiyor.
Başarılar dilerim.
Saadet Ün
Çok teşekkür ediyorum.
Başarı hepimizle olsun.
Selam ve saygılarımla...
Saadet Ün
Evet, hayalleri kaybetmek için çok genç bir yaş...
Ki niceleri var bu durumda olan...
Selam, saygı ve sevgilerimle...
Güzel bir anlatım ve akıcı uslupla -temanın gönüllerimize nakşettiği çok başarılı bir dene okudum. Tebrik ederim.Günün seçkisi isabetli olmuş.
Saadet Ün
Selam ve saygılarımla...
Saadet Ün
Sizin de yüreğiniz üşümesin, hem de hiç...
Selam ve sevgilerimle...
Bu sadece bir örnek daha onlarcası paylaşılmayı bekliyor .Yaklaşım olarak takdir ettiğim ben gibi bulduğum bir tavrınız var.Kötüye tam aksi istikamette yaklaşırsanız onun herkesten daha iyi olacağını biliyorum .Genelde yaklaşımım bu çizgide zor ve uzun sürse de sonuç hep sizin lehinize gelişiyor .İçinizden gelmediği zamanlarda oluyor ama diliniz söylemeye başladığında farkında olmadan hareketlerinize ve dolaysıyla karşıya da yansıyor niyetiniz böylece karşılıklı bir iyi niyet süreci başlıyor siz bir yaklaştığınız kişi size koşuyor .Nitekim yazı da yaşanmış gerçek bir hayat örnek olmalı herkese kolay değildir cesaret ister ama bir yerinden de başlanmalı ...
Tebrik ediyorum yüreğinizi .
Sonsuz saygı ve sevgimle.
Saadet Ün
İyi niyete, sevgiye, şefkate daima bir adım daha... dileğiyle,
çok teşekkür ediyorum.
Selam, saygı ve sevgilerimle, sağolun varolun.
İnsanı insanı yapan en yüce duygulardan biri olmalı, sorumluluk !
Onu bilmeyenlerin '' İnsanım ben '' deme hakları olmamalı bence de.
Yazar, sorumluluk bilincinin, ayırt etmeksizin, insan sevgisinin ne olduğunu anlatmış bize. Hüzün dolu da bir olayı, kişiyi, kişileri konu etmiş bu öyküde.
Birazcık olsun duyduk mu ; içimizdeki sorumluluk bilincini. Yazar bunu başarmışsa eğer - ki bence fazlasıyla başarmı- hem insanlık hem de yazarlık görevini yerine getirmiş demektir.
Okuyucuya düşen de hem o duyguyu çoğaltmak hem de başkalarına aktarmak olmalı.
Güne gelmeyi fazlasıyla hak eden bu çok değerli öyküyü ve değerli yazarını saygıyla kutluyorum.
Saadet Ün
Duyarlı yüreğinize teşekkürlerimle, saygılar.
Rıdo güne gelmeliydi, güzel bir örnekti, başarılarının devamını dilerim. Selamlar...
Saadet Ün
Çünkü Rıdo, tek başına Rıdo değildir... Yüzlerce Rıdo adına güne gelmesi sevindirdi...
Teşekkür ve sevgimle...
Bizim için hayat var mı?İki satıra sığan bir çok acı ve umutsuzluk,hayal kırıklığı.Ve de Rıdo'yu anlayanla ,anlamayan yürekler.Bu suç hepimizin.Yürekleri sızlatan ve de sorgulatan yazınızı ve güzel yüreğinizi kutlarım.
Saadet Ün
Ama ne yazık ki suçluyu suça itenler yok...
Yorumunuza teşekkür ediyor, selam ve sevgilerimi yolluyorum güzel yüreğinize...
Müthiş etkileyici bir hikâye.
Tam bir insanlık dersi.
Herkes sizin gibi davransa o çocuklar suç makinesi olmazdı inanın.
Allah Rıdo'nun hata ve günahlarını affetsin, mekânı cennet olsun.
Çok takdir ettiğim bir yazıydı.
Yüreğinize sağlık.
Selam ve Saygımla.
Saadet Ün
Teşekkür ediyorum.
Saygılarımla...
Saadet Ün
Teşekkür ve saygılarımla...
Rıdo...
bak gecenin birinde
ince bir sızı oldun yüreklerde / duydunmu gözüm !
burktu...
Rıdolara insan olduklarını hissetiren
duygu yüreğine selam ile.
Saadet Ün
Ta derinlerden, içten gelen ve sevgiyi yüklenen her yüreği mutlaka duymuştur Rıdo...
Değil mi ki hayat tarafından ayağına çelmek takılan her insanın, su gibi ekmek gibi sevgiye de ihtiyacı vradır...
Selam ve saygı ile, teşekkürler...
İçin sızladımı dersen ,evet sevgili yazar çok çok sızladı okurken daldım gittim ,suçlu onlarmı ; HAYIR !!!
Yüzbinkere hayır ,milyonkere hayır..
Aile'leri göç'e zorluyan nedenler egitimsizlik yaşamın zort şartları ve bir sürü sebeb ... ve sonra göç ,göçün getirisi ve götürüsü ! Göç; ve sosyo ekonomik kültürel yapısı ,yaşam kalitesi yüksek yerlerde malesef çok az ,ama İŞ ,AŞ ve EGİTİM ,kısaca yaşam hakları olmayan yerlerden daha çok rıdolar, memo ahmo lar çıkacaktır ...ve sorgulamalar top koşturanda çocuk bende çocuk ,biri top koşturur ,diğeri boya sandığını kapar ,aslında buda neden değildir ! ama çocuk psikolojisi bunu idrak edemez ...çok üzülerek okudum ! bana bir yakınımı hatırlattı , iyi bir kolejde okurken sadece özentiyle çete kurmaya kalkan kendi okul arkadaşının cep tlf gasp edip sonrada nerden buldukları belli olmayan kuru sıkıyla kuruyemişciye gıcık oldukları için kurusıkı tabancayla ateş edip 14 de hapse giren yakınım oglunu anımsattı :( ve hala hapiste 5 senedir ,bazen göç etmeyen maddi durumu çok çok iyi olan ailelerinde çocuklarından çıkabiliyor sadece GÜNEYDOGU ANADOLU DEĞİL...
KALEMİN YÜREĞİN HERDEM OLSUN SEVGİLİ YAZARIM ...
Silence tarafından 5/10/2011 12:57:13 AM zamanında düzenlenmiştir.
Saadet Ün
Ama nedense bulunmaz suçluyu suça iten neden ve nedenlere sebep olanlar...
Teşekkürlerimle, sevgiler.
Saadet Ün
Cinnet çağı gibi bir çağda yaşıyoruz sanki...
İŞ, AŞ VE EĞİTİM...
Bu konuda tamamiyle hemfikiriz...
Hayat
öyle aci ki, fitil fitil geliyor insnain burnundan emmdig süt...
Olmayan bir yasam
olmasi umut edilen bir umut degil miydi?
Cok aci gercekten de gercekler(imiz).
Usta bir kalem yansimasi anlatilan kusursuz göze yansimasi ile.
Yasasik, yasadikca öldük bu gercek hikayede.
Sevgiler gönderiyorum yürege
kutluyorum.
Saadet Ün
Değil mi ki, bizdendir emdiği süt burnundan fitil fitil gelen hayatsız hayatın çocukları... Değil mi ki, acı gerçeklerimizidir ve her geçen gün daha da çok artmaktadır bu gerçekler...
Biliyoruz ama bilmemezlikten geliyoruzu; çünkü çaresiz kalıyoruz ne yapılabilir konusunda...
Görüyoruz ama görmemezlikten geliyoruz; çünkü gördüğümüzü gördüklerinde "haydi bir şeyler yapın" diyeceklerinden korkuyoruz...
Çünküleri çok yaralarımızdan biri çünkü...
Teşekkür ediyorum, sevgilerimle.
Nar-ı Çiçek
Korkuyor insanlik kaciyor belki....Ancak ki ancak kendi basina gelince sesi cikabiliyor!
maalesef...
Güneydoğu Anadolunun görünmeyen bir diğer yüzü...Bir çoğunluk siyasi ve terör olaylarında yer alırken başka bir çoğunluk da gayrimeşru olaylarda kendisi gösteriyor...Özellikle büyükşehirler de ve tatil yörelerinde suç dünyasına hakimler..
İstanbul Bayrampaşa cezaevinde her alanda hakimdiler..Şimdilerde Silivri Cezaevindeler...Hem mağdur hemde azılı suçlu profilleri ile Ülkemizde belkide terörden, bölünmeden daha fazla tehlike yaratıyorlar...Rıdo gibiler bu olayların bu sistemin kurbanı oluyor...
Sorumlu kim diye sorarsak eğer, hiç kimsenin umurunda bile olduğunu zannetmiyorum...
Saadet Ün
Her geçen gün de çoğalıyor bu çocuklar ve suçlar...
Evet, tehlikeliler, hem de çok... Zararları hem kendilerine, hem ailelerine hem de topluma...
"Sorumlu kim diye sorarsak eğer, hiç kimsenin umurunda bile olduğunu zannetmiyorum..."
Doğru söylersiniz; Lakin ve keşke olsaydı bir çözüm...
Teşekkür ediyorum...
Saygımla
Hayat bu işte sevgili Saadet arkadaş,birisi elini uzatır bağlanır bir tel iplik ucunda hayatı tutuşturur gözlerinde,ama bir başkası senin ipliğini kesiverir bir laf ile ,bir söz ve tavır ile...
Hayat bu işte kimine köşkler kimine nefes bile alamayacağı durumlar.Dışlamayı ne güzel biliriz hayatın ve kurumların karşısında bile bu böyle, acımasız kimine ömürlük baklava , cezası kimine on günlük gel keyfim cezası.
Ya o çocuklar dedim yurtlardan belli bir yaşa gelince ayrılan çocuklar ne farkları var onların diğer çocuklardan,kişi kendi kaşkoluna sıkı sarılır ama başkasına asla sarmaz kaşkolunu.Niyedir acaba...
İçim cız etti,içim cız etti
.....
Saadet Ün
Sayfana yeniden ekleyip okuyunca yine cız etti.. Çünkü onları tanıyordum ve tanıyorum.
Aslında bu yazıyı yeniden düzenlemek, anlatım bozukluklarını düzeltmek, daha çok ayrıntıya girmek istiyordum ama bir türlü kısmet olmadı.
Gözlerimde asılı ne çok sızı var çocuklara dair ve yüreğimde...
Suçlu onlar mı ki...
Duyarlılığınıza, yorumunuza teşekkürlerimle,
Sevgiler.