- 559 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İki portakal için helallik
Rize merkeze 2 km. uzaklıkta bir mahalledeydi büyük çay bahçesi içindeki iki katlı evimiz. Yeşillikler arasında tek tek seçilen evlerden en güzeli, en alımlısıydı. Türlü türlü meyve ağaçları vardı bahçemizde, en çok da portakal ağacı.
Bütün komşularımız çok iyi insanlardı. Kardeş gibi, candan dost gibi yakındık dile getirmesek de. Birşey esirgemezdik birbirimizden, birimiz hepimiz içindi.
Babam sırtına güneş doğmadan çıkardı evden. Hiç kolay değil, 6 çocuk aş ister, ekmek ister. Annem çok dikkat ederdi bize, titrerdi üstümüze. Ne üstümüz başımız eksik olurdu ne de aşımız. Haftada iki ya da üç kez, komşumuz Nazmiye Yengeden süt almaya gönderirdi bizi. Mahallenin süt fabrikasıydı o, sanki. Birçok ineği vardı yerli kara ırkından.
"Hadi kızlar, süt almaya" dedi yine annem, o sabah. Ablam ve ben neşeyle çıktık evden bakır bakracımızı da alıp. Yol, birkaç dakikalıktı aslında süt fabrikasına. Ama ablamla güle oynaya, şakalaşarak, arada birbirimizi itekleyerek giderdik Nazmiye Yengenin evine.
İki katlıydı ev, alt katı boştu. Ahır hemen yanındaydı evin. Sıra sıra inekler bağlı, sağılmayı bekler. Yavruları ahırın diğer yanında.
"Ben sağarım ineği şimdi, az bekleyin" dedi Nazmiye Yenge, ablamın elinden bakracı alıp.
Uzun sürerdi işi. Kolay olmasa gerekti 5 kilo süt sağmak. Biz de evin ikinci katının hizasındaki yüksek bahçeye geçtik birlikte. Seviyorduk bu bahçede dolaşmayı. Hem kızmazdı ev sahibesi, severdi bizi.
İlk kez o gün gördük iri Washington portakallarını, dalında. Bizim bahçemizdeki ağaçların meyvesi küçüktü. Babam da marketten alırdı hep ama bunlar başkaydı. Yeşil yaprakların arasında öyle güzel görünüyorlardı ki. Canmız çekti, birer tane koparıp cebimize sıkıştırdık gizlice. Sütçü yengenin sesiyle irkilip heyecanlansak da artık bizim olmuştu o portakallar.
Eve döndüğümüzde annem çok kızdı bize. Hep öğütlerdi sormadan birşey almamayı, canımız çok çekse de kimsenin dalına el uzatmamayı. İlk kez o kadar kızmıştı annem bize. "İzinsiz alırsanız helal olmaz" demişti önemini anlatmak istercesine. Haramın ne kadar kötü olduğunu daha o yaşlarda öğrenmiştik. Bizi geri gönderip ondan özür dilememizi istedi annem. Yolda oyalanıp geri geldik. "Affetti bizi Nazmiye Yenge" dedik yalanın kötü olduğunu bildiğimiz halde.
Birkaç gün sonra annem gitti süt almaya. Sütçü yengeye portakallar için teşekkür edince çıktı ortaya yalanımız. Nazmiye Yengeye portakal aldığımızı söyleyip özür diledi bizim yerimize. Helal etmesini de söyledi utangaçlıkla. Annem eve döndüğünde önce kızdı bize yalan söylediğimiz için. Sonra uzun bir nutuk dinledik annemden. Babamın niye sabah erkenden evden çıktığından (alın teriyle kazanılmış helal ekmek için) başlayıp haramın, el uzatan kişiye sadece zararı dokunacağından, Allah katında haramın çok büyük günah olduğundan bahsetti uzun uzun.
Sonraki her gidişimizde Nazmiye Yenge bahçesinden portakal koparıp verdi bize. Anneme gösterip "Nazmiye yenge helal etti" derdik gülümseyerek ve sonra büyük bir iştahla yerdik o portakalları.
Yıllar önce kaybettik sütçü Nazmiye Yengemizi. Dağlardan gelen hasta bir köpeğin ısırması sonucu kuduzdan öldüğünü söylediklerinde büyük bir şok yaşamıştım. Çok üzülmüştüm onun için. Kimse hak etmezdi ölümü belki ama Nazmiye Yenge öyle ölmeyi hiç hak etmemişti. En çok da "keşke o gün sorarak alsaydık o portakalları" diye düşünürüm aklıma geldikçe. Hiç unutmam onun güleryüzlü, eli açık, sıcak sevgisini.
İlkokul çağımdan kalma hatırlayabildiğim birkaç anımdan biridir bu, hiç unutamayacağım.
Çocuktuk, hata yapma çağındaydık o zaman. Yaş iken eğilen fidanlardık. Annem ilk böyle eğdi dallarımızı, ilk helal-haramı öğretti bize.
Mekanın cennet olsun, Nazmiye yenge.
YORUMLAR
ne mutlu sana sevgili arkadaşım... böyle bir aile hayattaki en önemli nimetlerden biri... ellerine ve yüreğine sağlık... bu yazıyı okurken nerelere gidiyor insan...
Canan Güngör Uçaroğlu
(Keşke herkesin hayattan çalabildiği sadece iki portakalla sınırlı kalabilseydi.)