SAHİ KUR'AN-I KERİM'İN İLK EMRİ NEYDİ?
Onlara: "Allâh`ın indirdiğine ve Elçi`ye gelin!" dense, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter!" derler. Babaları hiçbir şey bilmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsa da mı? (Maide/104)
Son zamanlarda internette dolaşan bir karikatüre hepiniz rastlamışsınızdır. Karikatürde taasuplu-muhafazakar bir aile çizilmiş. Ailenin küçük ve yaramaz çocuğu, duvardaki Kur`an-ı Kerim`e eli yetişmediği için, duvara bir merdiven dayamış ve ellerini Kur`an-ı Kerim`e uzatmış. Hemen merdiven dibinde anne, baba, dede, nine bitivermiş.
Anne: ”Öğlum in aşağıya. Yaşın kaç, başın kaç?”
Dede: ”O sıpanın abdesti var mı?”
Nine: ”Torunum innnn! Sen anlaman hocalar bilir. ”
Baba: ”Yavrum in aşağıya çarpılacağız. ”
ve çocuğun zihninde o müthiş cevap aydınlanıveriyor:
“Bizimkiler neden telaşlandı acep? OKU yazmıyor muydu?”
Bu karikatürü ilk gördüğümde çocukluğumda annem ve babamın “abdestsiz kitaba dokunmak günahtır. “ söylemleri ve kimse okumasa dahi her evde duvara asılı olan, bir gün bile içindekiler merak edilmemiş, perşembe günleri okunsa da anlamı bilinmeden lafızları tecvidli bir şekilde okunan, evi; şeytanlardan, kötü ruhlardan, cinlerden koruyan bir kitap aklıma geldi, aslında hatırladım demek daha doğru olur.
İlk dini bilgilerimizi genellikle aile içinde ediniriz. Bu bilgilerin yanlış olabilme olasığını hiç düşünmeyiz, hatta hiçbir şekilde bu bilgiler hakkında bir düşüncemiz olmaz. Kesin bir şekilde iman getiririz. Gerek çocukluğumuzun getirdiği deşünememe, gerekse anne ve babamızın doğruyu bildikleri hakkındaki inancımız, bizim bu tür bir bilgileri sorgulamamız önündeki en büyük engeldir. Zamanla bu kabul öyle bir içimize siner ki, kişiliğimiz buna göre şekillenir. Yetişkinlik ve olgunluk çağımızda dahi bu düşüncelerin sorgulanması gerektiği fikri aklımıza gelmez.
Şunu belirtmem lazım ki, maalesef bugün doğru bildiğimiz birçok yanlış bulunmaktadır. Belki anne-babamızdan, belki de arkadaş-yakın çevremizden edindiğimiz bilgiler aslında yalan-yanlış bilgilerdir. Çünkü bu bilgiler sorgulanmamış, üstünde düşünülmemiş ve kesin bir inançla kabul edilmiştir. Hatta toplumda birçok kişi de bu bilgileri yanlış olarak almış olabilir. Birçok kişinin bir bilgiyi-eylemi bilmesi o bilgiye inanması, onu uygulaması o bilgilerin-eylemlerin doğruluğuna kanıt oluşturmaz. Yani biz kele sayarak doğruyu bulamayız. Bizden önceki atalarımızın da o yol üzerinde olması, o yolun doğruluğunu göstermez.
Hemen aklımıza şu gelebilir: Peki biz bir bilginin-eylemin doğruluğunu nasıl anlayacağız?bu sorunun çok basit bir cevabı var, eger sabrederseniz, biraz tahammül ederseniz cevabı bulacaksınız. Öncellikle Kur`an-ı Kerim`deki ayetlerde ataların sapkın gelenek-görenekleri nasıl bir din haline geldiğini görelim.
Şimdi nüzul sırasına göre bulduğum ayetlerin bir kaçını aşağıya aktarıyorum.
Çirkin bir iş işledikleri vakit, “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bize bunu emretti” derler. De ki: “Şüphesiz, Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz? (Araf/28)
yaptıkları çirkin işleri, ataların mirası olarak görmeleri ve bu çirkinlikleri hiç sorgusuz-sualsiz kabul etmeleri ve Allah`a iftirada bulunmaları açık bir şekilde anlatılmaktadır.
Onlar, “Sen bize tek Allah’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı bize getir” dediler. (Araf/70)
Atalar dinine sahiplenme, onu koruma güdüsüyle hareket etme bugün bile sıkça karşılaştığımız bir durumdur.
Ey Muhammed! Onlara İbrahim’in haberini de oku. Hani o, babasına ve kavmine, “Neye tapıyorsunuz?” demişti. “Putlara tapıyoruz ve onlara tapmağa devam edeceğiz” demişlerdi. İbrahim, dedi ki: “Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı?” “Yahut size fayda veya zararları dokunur mu?” “Hayır, ama biz babalarımızı böyle yaparken bulduk” dediler. İbrahim, şöyle dedi: “Sizin ve geçmiş atalarınızın taptığı şeyleri gördünüz mü?” “Şüphesiz onlar benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabbi olan Allah, dostumdur. ” “O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. ” “O, bana yediren ve içirendir. ” “Hastalandığımda da O bana şifa verir. ” “O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır. ” “O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur. ” (Şuara/69-82)
Hz İbrahim denince akla ilk gelen sanırım putlarla ve atalar diniyle verdiği mücadele gelir. Hz. İbrahim ile ilgili ayetler kuşku yok ki sorgulamayı, diyalektiği, düşünmeyi, anlamayı ve sonra da kabullenmeyi anlatıyor.
Mûsâ, onlara delillerimizi apaçık olarak getirince onlar, “Bu, ancak uydurulmuş bir sihirdir. Biz geçmiş atalarımızın zamanında böyle bir şeyin varlığını duymadık” dediler.
(Kasas/36)
Onlar şöyle dediler: “Ey Salih! Bundan önce sen, aramızda ümit beslenen bir kimseydin. Şimdi babalarımızın taptıklarına tapmamızı bize yasaklıyor musun? Şüphesiz, biz senin bizi çağırdığın şeyden derin bir şüphe içindeyiz. ” (Hud/62)
Dediler ki: “Ey Şu`ayb! Babalarımızın taptığını, yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın. ”(Hud/87)
(Ey Muhammed!) Şunların taptıkları şeylerin batıl olduğu konusunda şüpheye düşme. Onlar sadece, daha önce babalarının taptığı gibi tapıyorlar. Şüphesiz biz onlara (azaptan) paylarını eksiksiz olarak tastamam vereceğiz. (Hud/109)
Kur`an-ı Kerim de, atalar dinini temsil eden, kabullenen bir prototip her zaman bulunmaktadır. Zaman değişse de, çağ atlansa da, gelen elçiler farklı olsa da bu prototipin temsil ettiği zihniyet hep aynı kalmıştır. Aslında bu atalar dininin temsilcileri özelde elçilere karşı değiller, hatta elçileri akıllı, emin, sözüne güvenilir kimseler olarak dahi kabul etmişlerdir, ama iş onların yapageldikleri şeylerin yanlışlığına gelince; bir anda elçilerin karşısına hep aynı cevapla dikildiğini görüyoruz: "Şüphesiz biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz onların izlerinden gitmekteyiz" diyorlar.
“Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler. ” (Yusuf/40)
Biz de Allah`ın, hakkında hiçbir delil indirmediği şeylere inanıyor olabilir miyiz? Nerden bilebiliriz kitabı açıp bir kere okuduğumuz mu var? (okuyanlar, üstüne alınmasın)
Kendilerine, “Allah’ın indirdiğine uyun” denildiği zaman, “Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız” derler. Şeytan, kendilerini cehennem azabına çağırıyor olsa da mı? (Lokman/21)
Hayır! Onlar sadece, “Şüphesiz biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk ve biz onların izlerinden gitmekteyiz” dediler. İşte böyle, biz senden önce hiçbir memlekete bir uyarıcı göndermedik ki, oranın şımarık zenginleri, “Şüphe yok ki biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de elbette onların izlerinden gitmekteyiz” demiş olmasınlar. (Gönderilen uyarıcı, ) “Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?” dedi. Onlar, “Biz kesinlikle sizinle gönderilen şeyi inkâr ediyoruz” dediler. (Zuhruf/22-23-24)
Allah çarpıcı bir ayetle, onların tutukları yolun yanlışlığını ortaya koyuyor:
Bu konuda ne kendilerinin, ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ne büyük bir söz (bu) ağızlarından çıkan! Onlar ancak yalan söylüyorlar. (Kehf/5)
Allah’a ortak koşanlar, dediler ki: “Allah dileseydi ne biz, ne de atalarımız O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık. ” Kendilerinden öncekiler de böyle yapmıştı. Peygamberlere düşen sadece apaçık bir tebliğdir. (Nahl/35)
"Babalarımızı bunlara ibadet ediyor bulduk” dediler. İbrahim, “Andolsun, siz de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz” dedi. “Bize gerçeği mi getirdin, yoksa sen bizimle eğleniyor musun?” dediler. (Enbiya/53-55)
Bunun üzerine kendi kavminden inkâr eden ileri gelenler şöyle dediler: “Bu ancak sizin gibi bir beşerdir, size üstünlük taslamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, bir melek gönderirdi. Biz önceki atalarımızdan böyle bir şey duymadık. ”(Müminun/24)
Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)? İnkâr edenleri imana çağıran (peygamber) ile inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar. (Bakara/170-171)
Bu ayetler, kısa bir araştırma sonucu kuranda bulduğum ayetler. Muhakkak ki benzer birçok ayet daha bulunmaktadır. Diğer ayetlerde de verilmek istenen temel mesaj üç aşağı beş yukarı aynı doğrultudadır. Eger biz Kur`an-ı Kerim`in evrensel bir kitap olduğunu, mesajının her çağdaki, her iklimdeki insanlara hitap ettiğini kabul ediyorsak, bizim de bu ayetlerden çıkaracağımız dersler olduğuna inanıyorum. Yani demem o ki, biz bugün kendimizin doğru yolda olduğuna kanaat getirmiş olabiliriz, bu ayetlerdeki muhatapların müslüman olmadıklarını kabul etmiş olabiliriz. Ama bu, gerçeği değiştirmez. Allah Kerim olan bir Kur`an gönderdiğine göre, ondan ne kadar faydalanmışız, onu kaç kez açıp üzerinde düşünerek (tertil tertil) okumuşuz. Yoksa bizler de daha annelerimizin babalarımızın dostlarımızın ya da yakın çevremizin söyledikleriyle ya da cami sohbetlerinde duyduklarımızla mi bir dine mensup olduğumuzu kabul ediyoruz. Acaba kaçımız din adına kabul ettiğimiz bu bilgileri, uyguladığımız eylemleri bir düşünce süzgecinde geçirmiş, kaçımız kendi bilgilerimizin-eylemlerimizin doğruluğunu Kur`an`la test etmişiz, sağlamasını yapmışız. Kaç günde bir Kur`an`ı “kerim bir gözle” üzerinde düşüne düşüne okuyoruz...
Sahi Kur`an-ı Kerim`in ilk emri neydi?
(Bu yazdıklarım benim Kur`an-ı Kerim`den anladıklarım, eger yanıldığım bir nokta veya eksik anlattığım bir yer varsa Rabb`ime sığınırım. Şüphesiz Rabb’im en iyi bilendir.)
Bizleri yaratan Alemlerin Rabb`ine hamdolsun...