TARIM, HÜCRE BİLİNCİNE UYGUN YAPILMALIDIR
İlk hücre ya da ilk canlı organizmanın ortaya nasıl çıkmış olduğu beni çok ilgilendirmiyor. Bu konu ile ilgili benim düşüncemi kabul etmeyen insanların da olabileceğini düşünerek yazmak zorundayım. Beni ilgilendiren sorunlar neden ortaya çıkar? Bu sorunları doğru biçimde nasıl çözeriz? Bu sorulara doğru cevap vermek için yer yüzünde ilk canlı organizmadan bugüne gerçekleşen süreci doğru değerlendirmemiz gerekmektedir.
Bazılarımıza mantıksız gelecek olsa da bugün yeryüzünde yaşayan tüm canlılar ilk atalarından bazı parçalar taşırlar. Öncelikle bunu nasıl gerçekleştirdiklerine bir bakalım. Hücre önce atasından kendisine geçmiş olan stoplazmik yapıyı ve içerisindeki organellerin sayısını çoğaltır, gelişmiş hücrelerde çekirdekte bulunan kromozomlar kalınlaşıp kısalır, uzunlamasına ikiye bölünür. Sonra da bir olgun hücreden iki genç hücre oluşur. Böylece, hücre bölünmesi sırasında atadan gelen hem stoplazmik sıvı, hem de genetik bilgiler yeni oluşan genç hücrelere aktarılmış olur.
Yaşlı hücrenin genç hücrelere aktardığı yalnızca atasından aldığı bilgiler değildir. Hücre kendi yaşamı süresince dışarıdan gelen uyartılarla etkileşim halindedir. Bölünen hücrenin kendi dışındaki ortamla olan etkileşimleri de sonuçları da genç hücrelere aktarılır. Eşey hücreleri dışında, genç bir hücre yeni yaşamına kendisini doğuran hücrenin tüm birikimlerine sahip olarak başlar.
Her hücre canlı ve dinamik bir yapıya sahip olup bir enerji atmosferinde yaşar. İçinde yaşadığı atmosferdeki bazı enerjiler algılama aralığında bulunurken bazılarını algılayamaz. (Tıpkı insanların 20 hz ile 20.000 hz aralığındaki sesleri duyabildikleri gibi) Yaşamı süresince sürekli olarak dış uyartıların etkisi altındadır. Bugün yaşayan bütün hücrelerin ataları başarılı hücrelerdir. Her biri milyarlarca, değişik özellikte dalga özelliği ve enerjisi olan uyartıyla karşılaşmış, bunlara karşı mücadele vermiş, başarı sağlamıştır. Yani her bir hücre kütüphaneler dolusu bilgi birikimine sahiptir. Evrendeki tüm hücrelerin dış ortamlarından gelen uyartılarla mücadeleleri süreklidir. Hücrelerin tarihsel süreç içerisinde mücadelelerini kolaylaştırmak için dostluklar kurduklarına da tanık oluyoruz. (Organizmaların oluşumu da bu şekilde ortaya çıkmış olabilir ki kök hücre üretimi bunu doğrular niteliktedir.)
Ortak yaşam denildiğinde aklımıza hemen bir yosunla bir mantarın birlikte yaşaması gelir. Oysa yeryüzünde yaşayan tüm canlıların ortak yaşam sürdükleri gerçeğini hatırımıza gelmez bile. İnsan bağırsağında yaşaya bakteriler B ve K vitaminlerini yaparlar. Bu da bir ortak yaşamdır. Ortak yaşam o kadar ileri safhaya gelmiştir ki bazen bir organizmaymış gibi gördüğümüz canlıların gerçekte farklı farklı organizmalardan oluştuğu bir gerçektir. Son yıllarda bilim adamlarının bitkilerin topraktaki mikro organizmalarla ne kadar içli dışlı yaşadıkları konusunda ortaya koydukları gerçekler şaşırtıcı niteliktedir.
Bitkilerle ortak yaşam süren bazı mantarların bitkinin içyapısına girdiği, bazılarının da dış yapısında bulunduğu ama birbirleriyle sıkı sıkıya ilişkilendiği gerçeği ortadadır. Kendi beslek dediğimiz bitkilerin fotosentez sonucu ürettikleri besinleri kök dışına salgılayıp faydalı bakterileri kök çevresinde tuttukları kanıtlanmış gerçeklerdir. Yani bitkiyi ya da herhangi bir canlıyı yaşam alanından ayrı değerlendirmek yanlış olur.
Bütün bu olguları alt alta eklediğimizde her hangi bir sorunun çözümüne bireysel, ya da birimsel bakmanın sorunu çözemeyeceği sonucuna varıyoruz. Yani hücrelerin bilgi birikimini göz ardı ederek sorun çözemeyiz. Sorunları doğru çözmenin yolu hücre bilinci kavramını doğru öğrenmemize bağlıdır. Canlıların bizi şaşırtan davranışlarına içgüdüsel demek düz bir mantığın, ya da soruna yüzeysel baktığımızın bir ifadesidir.
Bir hücrenin atalarından gelen bilgi birikimi ile kendi mücadelesi sonucu elde ettiği bilgilerin toplamına hücre bilinci diyebiliriz.
Bir sorunun çözümünde hücre bilinci değerlendirmesini nasıl kullanabiliriz? Bir soruna hücre bilinci çerçevesinde bakarsak canlı yaşamına neyin zarar vereceğini, nasıl zarar vereceğini, neyin zarar vermeyeceğini doğru tespit ederiz. Eğer bu pencereden bakmasını bilirsek sorunların %50’den daha fazlası karşımıza sorun olarak gelme şansını yitirir. Tek bir soruyla ortaya çıkacak sonucu öngörme şansı yakalanıp ona göre önlem alınabilir. Şimdi o soruyu soralım;
Bu uyartı organizma tarafından tanınıyor mu?
Hücre bilinci oluşurken dışarıdan alınan uyartılardan söz etmiştim. Hücre bilincini açıklarken; hücre, kendisine gelen uyartıya karşı bir mücadele geliştirir, mücadelesinin sonucunda başarılı olmuşsa uyartıyı da, verdiği mücadeleyi de kaydeder demiştim. Eğer uyartı bildikse, hücre onu hemen tanır ve bildik mücadelesini yapar. Yani hücre için sorunu çözmek basittir. Oysa uyartı tanıdık değilse hücrenin o uyartıya karşı önceden belirlenmiş bir savaşma taktiği olmadığı için bir hazırlık evresi vardır. Organizmanın ihtiyaç duyduğu enzimlerden minerale kadar pek çok ihtiyaç maddesinin gözden geçirilmesi gerekir. Bu da zaman gerektirir. İşte bu süreçte organizma strese girer. Eğer uyartı bu süreçte reaktif tavır gösterirse hücre yok olur. Hücrenin yok olması uyartının da kaydedilememesi anlamına gelir.
Eğer bu pencereden bakarsanız tarım uygulamalarında yapılan yanlışların ve bu yanlışların çevre sağlığına olumsuz yansımalarının çokluğunu da görürsünüz. Sosyal yaşamımıza beslenme yönünden stresin nasıl girdiğine bir bakalım.
Bugün orman ekosistemine baktığımızda, orman ekosisteminin sürekli geliştiğini görürken, tarım alanlarında tam tersi bir durum gözlüyoruz. Orman ekosisteminde ekosistemden madde dışarı çıkmazken güneşten alınan enerji, havadan alınan azot ekosistemi büyütür, geliştirir. Dışarıdan sisteme müdahale olmadığı için canlıların stres yaşamak gibi bir sorunları olmaz. Orman ekosistemindeki canlıların mutlulukları artarak sürer.
Tarım alanlarının her birini ayrı bir ekosistem olarak düşünürseniz, orada nasıl bir katliam yaptığımızı anlamak için lütfen aşağıdaki satırları dikkatli, ama çok dikkatli okuyun.
Kazma ile yapılan uygulamalarla bitkinin ortak yaşam sürdüğü bakteriler, ya da mantarların yerleri değiştirilir. Onlara aynı metrekare içerisinde de olsa ani uygulanan bir işlem ortamı farklı bir yaşamsal alana dönüşür. Bunun sonucunda da bitkimizle ortak yaşam içerisinde bulunan faydalı organizmalar strese girerler. Bitkinin köküne, iz elementlere olan konumları değişir. Sonucunda da ya ölürler, ya da bitkimize yararlı olamazlar.
Kimyasal gübre uygulaması sırasında toprağa uygulanan kimyasal gübre gerek yapısı, gerekse içerdiği madde yoğunluğuyla hem bitkiyi, hem de bitkimizle birlikte ortak yaşam sürdüren faydalı mikro organizmalar için ani uyartıdır. Hem bitkilerimizi, hem de onunla birlikte aynı yaşamı paylaşan mikro organizmaları strese sokar. Ani kimyasal uygulaması toprakta tuzlanma gibi olumsuz kimyasal oluşumlara neden olmakla birlikte mikro organizmaların da çoğunluğunun ölümüne neden olur.
Yüz kilo meyve veren bir bitkinin meyvesinin %80’i sudur. Yani 80 kg’lık kısmı su 20 kg’lık kısmı da meyveyi oluşturan katı maddedir. Yani bitki her yıl topraktan meyveye aktardığı %20’lik kısım ekosistemin dışına taşınır. Bu bitkinin kök bölgesinden kaybolan besindir. Eğer ülkemizde 40 yıldır yapıldığı gibi alınan 20 kg katı madde karşılığında ona bir avuç kimyasal madde atılmasıyla ona kurşun sıkılması arasında çok da fark olmadığını sanıyorum. Özetle bitkiden alınan ürünün 1/5’i kadar gerekli katı maddeyi geri vermek zorundayız.
Burada insanlık için göz ardı edilmemesi gereken başka bir ayrıntı ise kimyasal maddelerin iki farklı yolla insanlara ani uyartı olarak ulaşması durumudur. Bunlardan birincisi yoğunlaştırılmış olan kimyasalların ürün yapısına girişi (ki sebze ve meyvelerin doğal tatlarını bulamayışımız) bu yolla insan vücuduna alınışı. Meyvelerin yapıları değiştiği için biz sentetik meyveler tüketmiş oluyoruz. Bu da insan vücudu için tanımlanmamış bir uyartı olduğundan hücre bilincinde yoktur. İnsan bedenini önce strese sokar, sonrasında da bilmediğimiz hastalıkların ortaya çıkmasına neden olur. Toprağa atılan kimyasalların artıkları tuz oluşturabilir. Tuz ya da atık olan kimyasallar sulama suyu ya da yağmur sularıyla yeraltı sularına karışıp içme suyu olarak tüketilebilir. Ya da bir şekilde insanlar ya da diğer canlıların vücutlarına alınıp strese, sonucunda da hastalıklara neden olabilirler.
Gerçekte toprağa kimyasal uygulama fikri sonuçları iyi düşünülmüş bir fikir de değildir. Kimyasallar içerisinde kullanılan azot toprağa atıldıktan kısa bir süre sonra ayrışır ve havaya karışır. En uzun zaman aralığı olarak düşünsek bile her ortalama her 20 günde bir uygulama gerektirir. Oysa aynı düşünce toprağa azotlu bileşikler vermek yerine azot bağlayıcı bakteri vermiş olsaydı hem bitkinin stresini engelleyecekti, hem de ortak yaşam alanına zarar vermemiş olacaktı. Aynı şekilde fosfor bağlayıcı bakteriler de düşünülmüş olmalıydı.
Başka bir önemli ayrıntı da iyi işlenmemiş hayvan gübresi kullanımı sırasında yaşanan olumsuzluklar. İyi işlenmemiş hayvan gübresi hem nematodlar hem de patojenler için uygun yaşam alanlarıdır. Bir kısım organizmalar en yakın besine ulaşmaya çalışırlar. Eğer bitkinin tabanında mikro organizma varsa, üzerindeki dalda yetişen besine ulaşması da kaçınılmazdır. Böylece çiftçi kendi elleriyle zararlı mikro organizmayı yetiştirir, döner ona karşı mücadele eder. Bunun hangi akla hizmet olduğunu anlamakta gerçekten algılamakta zorlanıyorum. Mikro organizma için uygulanan zehir hücre bilinci açısından bakıldığında bir bilinmezdir, bitkiyi strese sokar. Ürün üzerinde ya da diffüzyon yoluyla içerisine alınan kimyasal soframıza ulaşır. Önce üreticimizin kendisinden başlamak üzere sağlık sorunları yaratır. (Kimyasal ilaç uygulayan kırsal alanlarda yaşayan gençlerimizde kısırlaşma oranı çok yüksek oranlara ulaşmıştır) Toplumun sağlığı bozulur.
Çiftçilerin özellikle bitki besleme üzerinde çevreci tarıma uygun çalışmaları tarımsal üretim giderlerini en az 2/3 oranında azaltacaktır. Yani çiftçi 3 TL harcarken, harcamasının 1 TL ye düşmesini sağlayacaktır.
Toprakta bulunan bakterileri üç değişik grupta incelediğimizde bunlar; faydalı bakteriler % 20, zararlı bakteriler % 20 ve tarafsız görünen bakterilerin % 60 oldukları biliniyor. Ancak tarafsız bakteriler duruma göre hangi grup çoğunluğa ulaşmışsa o gruba geçebiliyorlar. Bunun anlamı eğer faydalı bakterilerin oranını %21’e ulaştırdığınız anda tarafsız bakteriler sizin safınıza geçiyor ve faydalı bakterilerin oranı %81’e ulaşıyor. 1.000 m2 alana 50 gram azot bağlayıcı bakteri eklediğinizde uygun şartlarda 50 kg azotlu gübre uygulamış gibi bir durum yaratılır.
İyi tarım yapmanın diğer bir yolu ise yine hücre bilinci ile ilgili yaklaşımda bulunup, ekim yapılacak bitkinin toprağı ile uyumlu olmasıdır. Anavatanı Anadolu olan bir bitkinin topraklarımıza uyum sağlamasıyla Amerika’dan getirilen bir fidenin ülkemizdeki topraklara uyum süreçleri aynı değildir. Özellikle üzüm gibi bazı bitki türlerinde benim fikirlerime katılmadığınızı biliyorum. Ancak konu ayrıntılarıyla araştırıldığında benim fikrimin doğrulandığını göreceksiniz.
İyi tarım hem üreticiden, hem de tüketiciden yana olan tarımdır.
İyi tarım çevre bilincine uygun yapılan tarımdır.
İyi tarım ortak yaşam felsefesiyle yapılan tarımdır…
İyi tarım ne bitkiyi strese sokar, ne de tüketicisini hasta yapar….
İyi tarım organik ürünlerle yapılan tarımdır.
07.05.2011
MERSİN
Mustafa KOCA
Kimya Mühendisi (ODTÜ)
Organik Gübre Uzmanı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.