- 1988 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
KAR ÇİÇEĞİ
Toprak ısınmaya başladığında vücudunda hafiften bir kıpırdanmanın sarsıntısını hissetmişti. Sonra o kıpırdanışlar,gün geçtikçe artıyor,kabuğuna sığmaz oluveriyordu.Karsularının vücudunu ısıtmasıyla kendisini yumuşacık toprağın üzerinde buluvermesi bir olmuştu.
Etrafında şırıl şırıl sular akıyordu.Önceleri garibine gidiyordu bu şırıltılar.Ama daha sonraları alıştı. Bir daha hiç kulağından gitmemesini istiyordu bu seslerin.Sahibi tarafından öyle beslenmişti ki; karçiçeğinin dilince dilleniveriyordu.
Ona;ileride birleşecekleri derelerin,ırmakların,denizlerin hayalini anlatırlardı.İçlerinde bilmem kaç türlü canlıyı barındırdıklarını üzerlerinde tonlarca büyüklükteki gemileri yüzdürdüklerini söylerlerdi.Ama öbür taraftan da,mahsundu gözleri o suların.Yüzleri durgun ,gönülleri buruktu.Kainatın yaratıldığından beri,su yeryüzündeki bütün canlılara hayat veriyorlardı da , bir türlü insanoğluna yaranamıyorlardı. O insan ki; fabriklalarından çıkardıkları atıklarını ,şehirlerin kanalizasyonlarını ona bırakıyor,kirletiyorlardı.Ardından bir sürü ölüm…İçlerinde barındırdıkları balıkların ,yosunların ölümü…
Korktu karçiçeği ölümden.Tüyleri diken diken oldu.Güneşin gülümseyen yüzünden,yanıbaşında şırıldayıp giden karsularından,önünde-arkasında bitiverecek karçiçeği
kardeşlerinden ayrılmak… Tekrar onu yeşertip büyüten toprağa geri dönmek…
Bunları düşünmek bile istemedi.Ama bir gün o düşünmek istemediği şeylerin kendisini beklediğini biliyordu…
Yılmaz neşeli bir çocuktu.Üstelik sınıfın en çalışkanıydı da..Biraz yaramaz olmasına rağmen öğretmeni çok severdi onu.O günde dersleri iyi gitmişti Yılmaz’ın.Matamatik dersinde sorulan problemi tek o çözmüştü.Belki de onun sevinci vardı Yılmaz’ın üzerinde…Bu gün hava ne kadar güzeldi.Etraf yavaş yavaş yeşilleniyor, baharın gelişinin ilk günlerini müjdeliyordu.Ah o uzakta görünen dağlar.Tek onlar beyazdı.Ufukta görünen kubbeler gibi beyazla karışan morluklarına bakmaya doyum olmuyordu.
Dersten çıktığı gibi evlerin yanındaki karşı yamaçlara koştu.Yokuşa doğru koştukça,kalbi daha fazla atıyor,nefes almakta zorluk çekiyordu.Yorulmuştu.En iyisi biraz çömelip dinleneyim diye düşündü.Olduğu yere oturur gibi yaptığında birden yüzü duruluverdi.Yorgunluğunu unuttu.Gözlerinde sevinç yumakları açılıyordu.Sanki yeni bir şey keşfetmişcesine; ‘’Vay!’’ dedi. ‘’Vay!’’…O an dolanıp daireler çizdi karçiçeğinin etrafında.Sonra tekrar çömeldi olduğu yere.Bir karçiçeğine baktı…Bir de dağlara.Ne kadarda benziyordu renkleri birbirlerine.O beyaz bulanık morun açık tonları ,karçiçeğinin bedenine işlenivermişti…Bekledi Yılmaz karçiçeğinin başında.Onu hayranlıkla seyretti durdu.Fakat vakit geçiyordu.
Güneş tepelerin ardından günün son ışıklarını yansıtmıştı bile…Üstelik şimdi annesi de nasıl merak ederdi Yılmaz’ı…En iyisi kökünden toprakla birlikte söküp evdeki bir saksıya dikeyim diye düşündü.Acele acele parmaklarıyla eşeledi toprağı.Karçiçeğinin gövdesinin etrafını büyük bir itinayla açtı.Sonra da eline geçirdiği bir dal parçasıyla topraktan çıkardı kökünü.Karçiçeği o anda öyle acılar hissetti ki;her tarafı sarsıldı.Boynu yana doğru kıvrılıverdi.Onu büyüten ,ona sevgi dolu bir ana ,şefkatli bir kucak olan toprağından ayrılıyordu.Belki yarın öbür gün solacaktı…Ama kendi toprağında ,öz vatanında solmak başka olurdu.Son kez geriye dönüp bakt ‘’Elveda dostlarım.Elveda kardeşlerim.’’dedi geride bıraktıklarına. ..
Yılmaz geç kalmışlığn telaşında daha bir acele ndi yamacı.Eve vardığında pencerenin köşesinde duran saksıya toprak doldurmak oldu ilk işi…Özene-bezene saksının ortasına yerleştirdi karçiçeğini…
Karçiçeğinin içersine buruk bir yabancılık çökmüştü.Toprak soğuk,dibine boşaltılıveren bir bardakcık su acıydı.Her ne hikmetse kökleri alışamadığı bu suları ememiyordu.Damarlarında dolaşan ona hayat veren su zerrecikleri tükenmeye başlamıştı.Tükendikçe boynu daha çok bükülüyor,o karşı dağların açık morluğundaki beyazlıklar bitiveriyordu.
Artık oda biliyordu ki ömrünün son demlerini yaşıyordu.Birden kırlardaki karsularının söylediklerini, insanoğlundan dert yanmalarını hatırladı.Sonrada büyük bir tevekkül içinde kaderine razı olmaya karar verdi. ‘’Rabbim neylerse güzel eyler’’diye düşündü.
Bir-iki gün sonra bütün hayati fonksiyonarını yitirdi karçiçeği… Topraktan geldiğinden toprağa geri dönüyordu.
Yılmaz hiç bir anlam veremedi karçiçeğinin kuruyup gidişine .Günlerce aklından çıkartamadı. Üstelik ona gözü gibi bakmıştı.Her okul dönüşünde sulayıp ,güneş alması için pencerenin kenarına yerleştirmşti.
Bir gün öğretmenine anlattı yaptıklarını.Öğretmeni onu titizlikle dinledi.Sonra da Yılmaz’ın başını okşayıp üzülmemesi için gönlünü aldı.Çiçeklerin bile ,kendi topraklarından kendi iklimlerinden ayrı kaldığında yaşayamayacaklarını, onlarında insanlar gibi ;doğup yaşayıp öleceklerini söyledikten sonra ‘’ÇİÇEKLER DALINDA GÜZELDİR, evladım’’ dedi…
lin ]
İSMAİL SÜKLÜM
YORUMLAR
Tebrikler hocam nefis bir kompozisyon okudum değerli sayfanızdan.
Selam ve saygılarımı sunarım...
İSMAİL SÜKLÜM
Uzun yıllar önce yazdığım kısa hikaye denemelerimden.
Selamlarımı gönderiyorum.
"KAR ÇİÇEĞİ
Toprak ısınmaya başladığında vücudunda hafiften bir kıpırdanmanın sarsıntısını hissetmişti. Sonra o kıpırdanışlar, gün geçtikçe artıyor, kabuğuna sığmaz oluveriyordu. Kar sularının vücudunu ısıtmasıyla kendisini yumuşacık toprağın üzerinde buluvermesi bir olmuştu.
Etrafında şırıl- şırıl sular akıyordu. Önceleri garibine gidiyordu bu şırıltılar. Ama daha sonraları alıştı. Bir daha hiç kulağından gitmemesini istiyordu bu seslerin. Sahibi tarafından öyle beslenmişti ki; karçiçeğinin dilince dilleniveriyordu.
O’na; ileride birleşecekleri derelerin, ırmakların, denizlerin hayalini anlatırlardı. İçlerinde bilmem kaç türlü canlıyı barındırdıklarını üzerlerinde tonlarca büyüklükteki gemileri yüzdürdüklerini söylerlerdi. Ama öbür taraftan da mahsundu gözleri o suların. Yüzleri durgun, gönülleri buruktu. Kainatın yaratıldığından beri, su yeryüzündeki bütün canlılara hayat veriyorlardı da bir türlü insanoğluna yaranamıyorlardı. O insan ki; fabrikalarından çıkardıkları atıklarını, şehirlerin kanalizasyonlarını o’na bırakıyor, kirletiyorlardı. Ardından bir sürü ölüm… İçlerinde barındırdıkları balıkların, yosunların ölümü…
Korktu karçiçeği ölümden. Tüyleri diken- diken oldu. Güneşin gülümseyen yüzünden, yanıbaşında şırıldayıp giden kar sularından, önünde-arkasında bitiverecek karçiçeği kardeşlerinden ayrılmak… Tekrar onu yeşertip büyüten toprağa geri dönmek…
Bunları düşünmek bile istemedi. Ama bir gün o düşünmek istemediği şeylerin kendisini beklediğini biliyordu…
Yılmaz neşeli bir çocuktu. Üstelik sınıfın en çalışkanıydı da… biraz yaramaz olmasına rağmen öğretmeni çok severdi onu. O günde dersleri iyi gitmişti Yılmaz’ın. Matematik dersinde sorulan problemi tek o çözmüştü. Belki de onun sevinci vardı Yılmaz’ın üzerinde… Bu gün hava ne kadar güzeldi. Etraf yavaş- yavaş yeşilleniyor, baharın gelişinin ilk günlerini müjdeliyordu. Ah o uzakta görünen dağlar. Tek onlar beyazdı.
Ufukta görünen kubbeler gibi beyazla karışan morluklarına bakmaya doyum olmuyordu.
Dersten çıktığı gibi evlerin yanındaki karşı yamaçlara koştu. Yokuşa doğru koştukça, kalbi daha fazla atıyor, nefes almakta zorluk çekiyordu. Yorulmuştu. En iyisi biraz çömelip dinleneyim diye düşündü. Olduğu yere oturur gibi yaptığında birden yüzü duruluverdi. Yorgunluğunu unuttu. Gözlerinde sevinç yumakları açılıyordu. Sanki yeni bir şey keşfetmişçesine; ‘’Vay!’’ dedi. ‘’Vay!’’… O an dolanıp daireler çizdi karçiçeğinin etrafında. Sonra tekrar çömeldi olduğu yere. Bir karçiçeğine baktı… Bir de dağlara. Ne kadarda benziyordu renkleri birbirlerine. O beyaz bulanık morun açık tonları, karçiçeğinin bedenine işlenivermişti… Bekledi Yılmaz karçiçeğinin başında. Onu hayranlıkla seyretti durdu. Fakat vakit geçiyordu.
Güneş tepelerin ardından günün son ışıklarını yansıtmıştı bile… Üstelik şimdi annesi de nasıl merak ederdi Yılmaz’ı… En iyisi kökünden toprakla birlikte söküp evdeki bir saksıya dikeyim diye düşündü. Acele- acele parmaklarıyla eşeledi toprağı. Karçiçeğinin gövdesinin etrafını büyük bir itinayla açtı. Sonra da eline geçirdiği bir dal parçasıyla topraktan çıkardı kökünü. Karçiçeği o anda öyle acılar hissetti ki; her tarafı sarsıldı. Boynu yana doğru kıvrılıverdi. Onu büyüten, ona sevgi dolu bir ana, şefkatli bir kucak olan toprağından ayrılıyordu. Belki yarın öbür gün solacaktı… Ama kendi toprağında, öz vatanında solmak başka olurdu. Son kez geriye dönüp baktı ‘’Elveda dostlarım. Elveda kardeşlerim.’’dedi geride bıraktıklarına...
Yılmaz geç kalmışlığın telaşında daha bir acele indi yamacı. Eve vardığında pencerenin köşesinde duran saksıya toprak doldurmak oldu ilk işi… Özene- bezene saksının ortasına yerleştirdi karçiçeğini…
Karçiçeğinin içersine buruk bir yabancılık çökmüştü. Toprak soğuk, dibine boşaltılıveren bir bardakçık su acıydı. Her ne hikmetse kökleri alışamadığı bu suları ememiyordu. Damarlarında dolaşan ona hayat veren su zerrecikleri tükenmeye başlamıştı. Tükendikçe boynu daha çok bükülüyor, o karşı dağların açık morluğundaki beyazlıklar bitiveriyordu.
Artık oda biliyordu ki, ömrünün son demlerini yaşıyordu. Birden kırlardaki kar sularının söylediklerini, insanoğlundan dert yanmalarını hatırladı. Sonrada büyük bir tevekkül içinde kaderine razı olmaya karar verdi. ‘’Rabbim neylerse güzel eyler’’diye düşündü.
Bir-iki gün sonra bütün hayati fonksiyonlarını yitirdi karçiçeği… Topraktan geldiğinden toprağa geri dönüyordu.
Yılmaz hiç bir anlam veremedi karçiçeğinin kuruyup gidişine. Günlerce aklından çıkartamadı. Üstelik ona gözü gibi bakmıştı. Her okul dönüşünde sulayıp, güneş alması için pencerenin kenarına yerleştirmişti.
Bir gün öğretmenine anlattı yaptıklarını. Öğretmeni onu titizlikle dinledi. Sonra da Yılmaz’ın başını okşayıp üzülmemesi için gönlünü aldı. Çiçeklerin bile, kendi topraklarından kendi iklimlerinden ayrı kaldığında yaşayamayacaklarını, onlarında insanlar gibi; doğup yaşayıp öleceklerini söyledikten sonra ‘’ÇİÇEKLER DALINDA GÜZELDİR, evladım’’ dedi… " İSMAİL SÜKLÜM "KAR ÇİÇEĞİ"
/
Sağlık dileğim ve Selâmımla; Ustam…
Kadiryeter Kadir Yeter. TRABZON.
02 MART 2014
kadiryeter tarafından 3/2/2014 11:11:04 PM zamanında düzenlenmiştir.
İSMAİL SÜKLÜM
O kısa hikâyeleri öğrencilik ve mesleğimin ilk yıllarında Türkiye Gazetesinde yazmıştım.
Amacım kısa hikâyelerle milli ve mânevi mesajlar vermekti.
Bu gün arşivimden bulabildiklerimi bilgisayar ortamında aceleyle yazıya dökmemden kaynaklanan hatalarla dolu.
Sağolasınız daha dikkatlice davranacağım.
Teşekkürlerimi sunuyorum.