- 1345 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
NOKTALAR
Hayatımızın her bir başlangıcı, hiç benimsemediğimiz, göz ardı ettiğimiz o çok küçücük noktalardan başlıyor. Hani her şey aslına rücu eder deniliyor ya, elbette ki noktalarla başlayan gelişen her şey bütün evrelerini tamamlayarak üzerine yaşadıklarını yüklendikten sonra tekrar noktalara dönüşecektir. Noktalar bir araya geldiğinde çizgileri oluşturur, çizgiler bir araya geldiğinde yüzeyleri, yüzeylerde bir araya gelerek şekilleri, keza insanları ve dünyayı oluşturur.
Televizyon gibi cihazlara ilk defa gelen görüntülerin bize ulaşım şeklini bir düşünün. İlk görüntü bir nokta halindeydi. Bu gün o noktalar bir huzme halinde birleşerek aldığı görüntüyü ışık enerjisinden elektrik enerjisine dönüştürür ve ulaştığı yere elektromanyetik dalgalar halinde gelir. O noktalar, o sinyaller tekrar ışık enerjisine dönüşerek bir düzey üzerinden aynen görüntüleri bize ulaştırır.
Konum olarak sadece canlı türlerinden, akıl, idrak ve idare gücüne sahip olan insanları ele alacağım. Bir nutfeden (meniden) meydana gelen, yaratılan insanın gelişim safhalarını bir tasavvur ediniz. Bir nutfe içerisinde milyonlarca sperm hücresi mevcuttur. Gözümüzle göremeyeceğimiz kadar küçük olan tek bir hücre ile tek bir yumurtanın birleşmesiyle insanın temel yapı taşı olan zigotun oluşumu, evresi başlamış olur. Görünmeyecek kadar küçük olan zigot adı verilen bu nokta bölünerek çoğalmaya başlar, devamında tekâmül edecek olan o et parçasını oluşturmaya başlar, dolayısıyla insanın oluşumunu da başlatmış olur. Zigot denilen bu noktanın nüvesinde Cenabı Hakkın yerleştirdiği kromozomlar vardır, entegre tesisleri vardır, oluşacak anatominin ve ruhsal yapılarının detayları vardır. Burada Cenabı Hakkın güç, kuvvet, kudret, yaratma gücünde ki haşmet, iştiyak, incelik ve sonsuzluğun bir delili değil midir? Bu noktalardan dünyaya doğru koşan, yayılan ve sahiplenen insanlar.
Aynı şekilde insanın oluşumu başladığında, o noktalar şeklinde çoğalan hücreler bir araya gelerek dokuları, dokular bir araya gelerek organları, organlar da bir araya gelerek anatomiyi dolayısıyla insanı ortaya çıkarmaktadır. Ama ne yazık ki, insan oluştuğu bir nutfeden geldiğini unutur da kibirlenir, hiçbir şeyi beğenmez, harislik yapar, isyan eder, nankörlük yapar. Üzerine giydirilen o vücutla tiranlık, kabadayılık, haksızlık yapar. Keza o vücut üzerine giydiği en lüks ve moda elbiseleriyle, lüks eşyalarıyla çaka satar, kibirlenir, kendi öz varlığını unutur da özgürlük ve sıhhat içinde yaşarken, içinde ki isyan bayrağını çeker, Başkalarını kışkırtır, teşvik eder, içindeki pislikleriyle etrafı boyamak, yok etmek ister. Ama ne demişler kimseyi o boyda koymazlar, hiç kimse güç yetiremese, gücü ve kuvveti olmayan toprak onu bir gün yok edecektir. Hani Hz. İbrahim’e (as.) karşı başkaldıran, Allah (cc)’a isyan eden zalim bir Nemrut vardı, ‘’Çıksın karşıma da savaşayım’’ diyecek kadar gücüne pek çok güveniyordu. Cenabı Hak, karşısına sadece çok küçük ve bir ayağı kırık bir sivrisinek gönderdi. Kulağından beynine girdi ve onu yok etti. Bu dünya ne tiranlar ne tanrılar ne, ne nemrutlar, ne firavunlar gördü, hepsini toprak yok etti, kendi gibi toprağa çevirdi.
Kalbinizi çok temiz ve büyük bir cama benzetiniz. Elinize ince uçlu bir keçe kalem alınız. Camın üzerine bir nokta koyunuz, o noktaya baktığınızda siz dahi göremeyeceksiniz. O noktaya ekler yaptığınızda belirgin bir hale gelecektir. O noktalar iyice çoğalttıkça simsiyah ve kötü bir görüntü ortaya çıkaracaktır. Silseniz dahi o lekeler iz bırakacaktır. Fakat o camın üzerine güzel noktalar, güzel renkler işlerseniz, güzel saraylar, bahçeler, deniz manzaraları ortaya çıkacaktır. O güzel esere, manzaralara siz dahi hayran, hayran bakarsınız.
Cismin en küçük noktası moleküldür, onunda en küçük parçası atomdur. Güzün görmeyeceği kadar bu noktaların içerisinde proton, nötron, elektron, hatta yörüngeleri mevcuttur. Atomu bölmeye çalışırsanız enerjiler ortaya çıkar, bir taraftan menfaatlerini üretirken diğer yandan bu günkü nükleer tehlikeler, dengeleri bozan radyasyon atıklarını ve sızıntılarını ortaya çıkarıyor. Laboratuvar ortamında ancak varlığı tespit edilebilen bu nokta yapılardaki bu enerji ve bu güç nereden gelmektedir. Atom denilen enerji noktalarından oluşan bu güç belki de bir gün dünyanın sonunu getirecektir.
Dünyaya açılan tek bir nokta, tek bir kapı vardır, oda gözümüzdür. Şayet gözümüz olmasaydı, renkler olmazdı, bildiğimiz cisimler olmazdı, dünyamız olmazdı, görüntüler olmazdı, vakitler olmazdı, güneşi dahi bilemezdik. Sahip çıktığımız bahçeler tarlalar, hayvanlar, tasdik eden ilimler ortaya çıkmazdı, tanıyanlar bilenler olmazdı, o zaman bir hayvandan, bir bitkiden, bir taştan farkımız olmazdı. Bu gün doğuştan âmâ insanlar vardır, onlar ancak bilenlerin bildirmesiyle, yaptıklarını kullanmasıyla ve yardım eliyle ayakta dururlar.
Gözümüzün yapısını bir tahayyül edelim. Esnek bir mercek arkasında ki, karanlık odanın sonundaki çok küçük bir nokta, bir sarı leke vardır. Bu sarı lekeye de beyne giden göz sinirleri bağlıdır. O nokta sayesinde görürüz, onun aracılığı ile yürürüz, akıl yürütürüz, tanırız, dünyanın nimetlerine açılırız. Hatta o sarı leke bir milim ileride veya geride olsa, miyop ya da hipermetrop olursunuz. Vücudumuzun her noktasından gelen sinirler de beyindeki idare merkezlerine, bölge noktalarına gider. Elbette ki insanlarda ki bu son noktalarında ulaşacağı bir son nokta olacaktır.
Atmosferdeki havayı teşkil eden gaz molekülleri vardır. Üstelik biz onları her an toplu halde, dışımızda ve içimizde hissettiğimiz, baktığımız, soluduğumuz halde asla göremeyiz. Lakin ilimler, her bir elementin içinde ki moleküllerin de bir atom çekirdeğinden oluştuğunu ilimler ortaya çıkarmıştır. Bu molekül ve atom noktaları hızla bölünerek çoğalmakta, sonsuz ve düzenli bir şekilde dönerek bizlere hizmetlerini sunmaktadır. Bu oluşan ve birleşen noktalar sayesinde hava alırız, suyumuzu içeriz gıdalarımızı alırız.
Aheste, aheste yağan kar taneleri, küçük ve beyaz papatyalar gibi tek, tek yeryüzüne düşerler. Yağmur taneleri, onlar da noktalar halinde yeryüzüne tane, tane düşerler. Bir araya gelince yağmur olur dünyayı şenlendirir, içecek olurlar, nehir olurlar, göl olurlar, deniz olur, buzul olur dünyanın dengelerini sağlar, bu noktalar halinde gelen suyun güldüren yüzüdür. Öte yandan sel olurlar, tufan olur, çığ olur insanları altına alırlar, yeryüzünü dondurur, kazalar yaptırır hatta yok ederler, bu da suyun ve karın ağlatan yüzüdür.
Yüksekçe bir yere çıkınız, oradan insanları çok küçük bir halde görürsünüz. Bir helikopterden baktığınızda insanları hareket halindeki noktalar şeklinde görürsünüz, bir uçaktan baktığınızda evleri ve gece parlayan ışıkları noktalar halinde görürsünüz. Sizin ayı ve yıldızları nokta şeklinde gördüğünüz gibi. Bir de fezaya, sonsuza doğru açıldığınızı bir düşünün, o zaman da dünyayı bir nokta şeklinde görürsünüz. Dolayısıyla açıldıkça daha da büyükleri noktalar haline dönüşecektir. Keza uzayın daha da deriliklerine doğru gittiğinizde, kendi samanyolunuzda bir nokta halini alacaktır. Demek oluyor ki ne kadar çok açılırsanız daha büyükleri de yine nokta haline gelecektir. Bu misallerden olmak üzere noktaların ve büyüklüğün sonsuzluğunu göreceksiniz.
Noktaların titreşimlerin bir araya gelmesiyle oluşan ses frekansları vardır. İnsan kulağı ancak 16 ile 20 Khz. ,arasında ki sesleri net olarak duyabilir. Daha alt ve üst sınırlarda ki sesleri duyamazlar. Verilen yetki ile köpekler ve kediler biraz daha alt sınırda ki sesleri duyarlar, bu yüzden hissetme güçleri insandan çok daha fazladır. Demek oluyor ki her yerde bir sınırımız, duyamadığımız, göremediğimiz vardır, basit aklımızla sınırları aşarsak, illaki bir müeyyidesi de olacaktır.
Bütün bu noktaları da noktalar şeklinde gören hisseden avucunun içine alan bir kudret bir kuvvet mevcuttur, Keza bu kuvvet ve kudret insanları, mahlûkatı ayakta tutar, dünyayı, gezegenleri, güneşi ve bilmediğimiz daha nicelerini yörüngeleriyle birlikte hiç bir yere yaslamadan, bağı olmadan, bütün unsurlarıyla fezanın boşluğunda tutar. İşin daha ilginç noktası güneş feza boşluğunda muallakta durduğu halde dünyayı ve gezegenleri de çekim gücüyle onları da boşlukta asılı olarak tutmaktadır. Dünya ve diğer gezenlerde kendi uydularını boşlukta asılı olarak tutmakta ve hareketlerini sağlamaktadır, keza her biri kendi ekseninde harfiyen hareketlerini idame ettirirler. Muammaları ne kadar çözseniz de her yerden fışkırırcasına yeni muammalar yeni ilimler ortaya çıkıyor. İlim, fen ve maneviyat kapılarından içeriye girdiğinizde, noktalarda ki azametin, büyüklüğünü ve sonsuzluğunu görürsünüz. Şu da bir gerçek ki, bize verilen akıl ve ilimlerle ancak gidebildiğin yere kadar gidebilirsin
Noktalardan müteşekkil çizgilerde ki noktaları yerine koyarken her bir yanlış konulan nokta, elbette çizginin şeklini bozacaktır. İnsan yaşadığı sürece her gün bir çizgisi çizer, çizgilerde insanı gideceği yere yönlendirir. Her çizilen çizgi özenilerek, bir evvelkinden daha güzel ve düzgün olmalıdır.
Su misalinde olduğu gibi her nimetin bir hasadı vardır, bir de afatı vardır. İnsan yaşadığı süre zarfında kendi hasadını da afatını da hazırlar. Kendi aklımızla, kendi elimizle hazırladığımız ve nokta, nokta bir araya getirdiğimiz günahlarımız, sevaplarımız vardır. Bu birikimler bir gün nehir olur, deniz olur da karşımıza çıkarsa kimseyi suçlamayalım. Ya gemiye biner saltanatını yaşarsın, hasadını alırız ya da geminin altında ki sularda boğuluruz. Noktalardan geldik ve dünyaya açıldık, tekrar bir nokta haline dönüşerek bedenimizi terk edeceğiz. Bir gün tekrar o noktalardan açılarak ahret hayatımızda ve bir daha kapanmamak üzere o ebedi yolculuğa doğru yol alacağız. Fani ömrümüzü ve hazırlık yaptığımız ebedi ahret hayatımızı siyah ve acı noktalarla karartmayalım. 2011
Mustafa CEYHUN