- 1912 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
İSLAMDA ŞEFAAT GERÇEĞİ
İSLAMDA ŞEFAAT GERÇEĞİ
Halit Özdüzen
Arapça bir kelime olan Şefaat sözcüğünün günlük kullanımda pek çok anlamı varsa da, İslami İlimler terminolojisinde ıstılah manası, Allah( CC)’ın katında makbul, şefaate liyakatli ve izinli olan bir zatın günahkâr bir mümin için Yüce Yaradan’dan af talep etmesidir.
Tarihin seyri içerisinde İslam toplumunda Harici, Mu’tezile ve Vahhabiler’in dışındaki, mezhep, meşrep ve itikat grupları Kur’an-ı Kerimdeki ayetler ve Hz. Muhammed’(s.a.s)in hadisleri doğrultusunda, Peygamberler, melekler, âlimler, veliler, sıddikler, şehitler, salihler ve çok küçük yaşta (sabi) vefat eden çocukların mahşerde bazı Müslümanlara şefaat edeceği konusunda birleşmişlerdir. Buna icmâ denilmektedir. Ancak son zamanlarda İslam coğrafyasında Hz. Muhammed’(s.a.s.)in nüfuz ve muhabbetini kırmak isteyen bazı yeni “misyon akımları” Peygamberlik kavramını daraltıp onları sıradan insanlar mertebesine indirmeyi hedeflemektedirler. Bu amaçları doğrultusunda şefaat konusunu da tartışmaya açarak, yeterince araştırma imkânı bulunmayan saf Müslümanları aldatıp, sapkın düşüncelerine taraftarlar bulmaya çalışmaktadırlar. Maalesef bu kervana son yıllarda isminin önünde bazı unvanlar bulunan akademisyenler de katılmaya başlamıştır.
Doğal zenginliklerinden dolayı ilerden beri İslam coğrafyası üzerinde hâkimiyet kurmaya çalışan emperyalistler, İslam Dininin –yeni deyimle- DNA’sı ile oynayıp içini boşaltarak insanları imandan ve ümmet bağından uzaklaştırma gayreti içerisindedirler. Bu faaliyetlerini misyonerler ve oryantalistler vasıtasıyla yürüttükleri gibi toplulukların bünyelerindeki kalbi hastalıklı ve nefsinin arzu ettiği toplumsal statüye erişememiş kaprisli insanları ele geçirerek, planlarını onların eliyle yürürlüğe koymuşlardır. İslam tarihinde birçok örneği olduğu gibi yakın tarihimizde ekilen fitne tohumları yeşertilerek, Müslümanları bir birine kıydırtıp Osmanlı İmparatorluğunun parçalanmasını sağlayarak emelleri önündeki “en büyük engeli” ortadan kaldırmış oldular.
Ülkemizin birçok ilinde küçük gruplar olarak görülen, “Yeni Vahhabilik Akımı” taraftarlarına göre ”Hz. Muhammed’in görevi Kur’an’ı tebliğ ile sona ermiştir.(!) Vefatıyla İslam toplumu üzerinde herhangi bir etkinliği kalmadığı gibi, öbür alemde de şefaat yetkisi bulunmamaktadır(!). Elde Allah (C.C.)’ın indirdiği Kur’an bulunmaktadır. Biz Kur’an’ı okuyarak onu anladığımız gibi yorumlayarak dini esasları ondan öğrenerek uygulayabiliriz(!). Kur’an’ı anlamaya insan aklı yeterli olduğu için, onu yorumlayıp bize uygulamayı gösterecek herhangi bir merci, âlim, mürşit gibi zatlara ve bu konularda yazılmış kitaplara ihtiyacımız yoktur(!).”
Ayrıca Yüce Allah (C:C)’ın Adaletini de kendilerince yorumlayarak “Bir günahkarın günahları şefaat yolu ile bağışlanıp cennete girmesi sağlanırken, diğer bir günahkarın şefaatçisi olmadığından cehenneme gitmesi Allah’ın adaletine sığmaz(!)” diyerek, şefaat kurumunu reddetmekte, hatta daha da ileri giderek şefaate inanan Müslümanları “gizli şirkle” itham etmektedirler. Bu yazımızda konuyu fazla genişletmeden Kur’an Ayetleri ışığında, şefaat ve son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’in şefaati üzerinde durmaya çalışacağız.
ŞEFAATİN HİKMETİ
Yüce Mevla, yarattığı kullarının Rabbi olduğu için, onları eğitip, terbiye ederek yetiştirip cennetine hazırlamaktadır. Çocuğu yetiştiren annenin şefkatinin ana kaynağı Rahman ve Rahim sıfatlarıyla Rabbimiz olduğu gibi, müşfik bir öğretmen, sabır ve sebatını da O’ndan almaktadır. Anneler çocuklarını yetiştirirken yaptığı pek çok hatasını hoş görerek affederler. Dışarıdan bakıldığında annelerin merhametleri sınırsız gibi görünürse de bazı önemli noktalarda sınırlıdır. Ancak Tevvab, Afuvv, Gafur ve Rauf gibi sıfatları bulunan Yüce Allah’(C.C.)ın mümine olan affı (şirk ve kul hakkı gibi durumlar hariç) sınırsızdır.
Rabbimiz çeşitli vesilelerle kullarını affetmek ister ve affetmeyi de sever. Bu nedenle dinine ve ilkelerine hizmet eden peygamberlerle onlara yardımcı olarak “Ensarullah” ve velayet makamına yükselmiş kullarına da, şefaat etme izni vermiş ya da verecektir. Bu husus O’nun mülkünde ortaklık olmadığı gibi Zat-ı Akdesinin Adil ve Melik sıfatlarını sergileyen, Azamet-i Kibriya’sının da tescilidir. Böylece hem af ve mağfiret etmek istediği kulları için vesile yaratıp hem de sevdiği kullarının üzerine diğer kullarının dikkatini çekerek, onların cennetlerde yükselttiği makamlara liyakatli olduklarını göstermeyi arzu etmektedir.
Yüce Rabbimizin bazı kullarına şefaat yetkisi verdiğini Kur’an-ı Kerimde şöyle bildirilmektedir:
“O’nun izni olmadıktan sonra hiçbir şefaatçi şefaat edemez.” (Yunus, 10/3) Rahman olan Allah’ın nezdinde söz ve izin alanlardan başkası şefaat edemez. ([Meryem 19/87) Ayeti Celilede bazı kullarına şefaat izni ver(diği)eceği açıktır. Rabbimizin dilediğine peygamberlik, ilim, Muhabbetullah/İlahi Aşk, Velayet, Sıddıklık, Şahitlik, Şehitlik ve Salihlik gibi mertebeleri vererek nasıl onurlandırdıysa, şefaat yetkisi vererek de yüceltmiş ve hesap gününde dualarını kabul ederek onları onurlandıracaktır. Bu konuda Yüce İradesini engelleyecek herhangi bir güç ve merci yoktur. Nitekim “O gün, Rahman’ın şefaat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Tâ-Hâ, 20/109) Ayetiyle izin verdiği kişilerin şefaatinin faydalı olduğunu belirtmektedir. Nitekim “İman edip salih amel işleyenlerin dualarına icabet eder. Lutfundan, fazlasını da verir.” (Şurâ 43/26) Dua ve yakarışı kişinin kendine yapacağı gibi, bir başka müminden talep etmesi de fazilettir. Hayra yapılan dualar Rabbimizin lutfuyla karşılık bulmaktadır. Bu nedenle salihlerin duası, Müslümanlar için rahmet, bereket ve şefaattir. Önemli nokta: ”şefaat iznini veren de, şefaatçinin dua ve talebini kabul eden de Yüce Allah (CC)’tır”. “De ki: Bütün şefaat sadece Allah’ındır.” (Zümer, 44) Yukarıda da belirtildiği gibi başkasının şefaat yetkisi, Allah’ın izni ile mümkün olacaktır. Rabbü’l Âlemin’in koyduğu sınırlar dâhilinde şefaat vardır. Görüldüğü gibi, “Yüce Allah’ın her tasarrufunda adalet ve denge bulunmaktadır.” Böyle olunca şirk bu inancın neresindedir?
Şayet bir kimsenin Rabbin iradesini ortadan kaldırarak, “Falan şahıs beni Cehennemden kurtarır.” demesi nasıl yanlışsa; ”Yaptığım ibadetler beni cehennemden kurtarır.” demek de o derece yanlıştır. Ancak : “Falan şahıs bana, ilmi ve deneyimiyle yol göstererek, benim cehennemden kurtulmama vesile olabilir.” ve “İbadetlerim beni güzel ahlaka eriştirerek yararlı işler yapmama vesile olarak beni Cehennemden uzaklaştırabilir..” Yine şefaat sahibi zatlara yönelerek , “Ey Allah’ın salih kulu, sen Rabbimizin huzurunda makbul ve muteber bir insansın, şu sıkıntımın giderilmesi için O’na dua ve niyazda bulunmanı istirham ediyorum.” demek, daha doğru ifadelerdir.
Burada akla şu sorular gelebilir, kendisine şefaat yetkisi verilenlerin şefaati sınırsız mıdır? Dilediklerine şefaat edebilirler mi? Hayır, ancak Allah (CC)’ın izin verdiği kişilere şefaat edebilirler. Bu konumla da Rabbimizin dilediği kişiler ancak hidayete erebilmektedir. Bir insanın şefaat kapsamına girebilmesi için, Allah’u Teâlâ’ya şirk koşmayan tevhid ehli olması gerekir. Bunun yanında O’nun emirlerine asi ve kullarına zulmetmiş olmamalıdır. . Hz. Rasulullah (s.a.s.) meşhur bir hadi-sinde şöyle buyurmuştur: "Benim şefaatim, kalbi dilini ve dili de kalbini onaylayacak bir şekilde halisane bir kalple Allah’ın birliğini tasdik edenler içindir."(1) Hz. Ali (k.a.v.) bütün insanlar için şöyle buyurmaktadır: "Peygamberlerin davetlerini kabul ediniz, onların emirlerine teslim olunuz. Amelleriniz onların dediklerine uygun olsun. Eğer böyle davranırsanız onların şefaatleri size nasip olacaktır."
Yukardan beri izaha çalıştığımız gibi Şefaat bir kişinin veya topluluğun başka bir kişi lehine dua ve istiğfar etmesidir. Yüce Kur’an’da bu durum emredildiği gibi teşvik de edilmektedir. “…O halde onları affet; bağışlanmaları için istiğfarda bulun.” (Âl-iİmran3/159) “…(kadınlar) sana biat etmeye geldikleri zaman onların biatlerini kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Müntehine, 60/ 12) , “(Habibim) Hem kendinin, hem mümin erkekler ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile.” (Muhammed 47/19) Benzer şekilde Hz. Peygamberin şefaatini doğrulayan pek çok ayet bulunmaktadır. Dolayısıyla Yüce Peygamber bu dünyada müminlere mağfiret dilediği gibi, öbür âlemde de ruhaniyetiyle mağfiret dilemekte, kıyamette mahşer yerinde de şefaatçi olup, onlar için af ve mağfiret dileyecektir.
Necm Süresinde Meleklerin de İnsanlar için şefaatçi olduğu belirtilmektedir. “Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar. (şefaat ederler)” (Necm 53/ 26) Meleklerin kendisine secde ederek, yüceliğini tasdik ettiği Hz. Âdem(a.s.) Miraç gecesi, Hz. Muhammed’e (s.a.s) “Ya Resulullah” diyerek, bütün insanların Peygamberi olduğunu tasdik etmiş; O’nun imametinde diğer peygamberlerle beraber namaz kılarak Rabbi’nin katına yollamışlardır. Bütün bu açık ve kesin risalet ve rivayet gerçeklerine rağmen, Peygamberlerin, Melek’lerin, İnsin, Cinn’in Peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.s)’in şefaat yetkisi olmadığını söyleyebilmesi için kişinin kasıtlı değilse aklından zoru olması gerekmektedir.
Gelelim Şefaatin aksini savunan akademik kariyer sahipleri meselesine: Bir konuda akademik kariyer yaparak üniversitede ders vermek, o ilimde “yeterlilik” anlamına gelmez. Âlim belirli bir konuda enine boyuna araştırma yapmış ve hayatını o konuya adayarak, yaşadığı toplum ve insanlığa yararlı olmak için hiçbir menfaat gözetmeden çalışan kişidir. Yoksa televizyon kanallarında boy gösterip, yazdığı kitapların satışını yükselterek din üzerinden dünyalık servet sağlayan kişi değildir. İslam âliminin hayatına Hz. Muhammed(s.a.s), Ehlibeyt ve Sahabelerin hayatları önemli örneklerdir.
ŞEFAATİN SULTANI HZ MUHAMMED
Daha önceki peygamberlerin peygamberliği yalnızca kendi kavimleri için, Hz Muhammed’in (s a s) peygamberliği ise, bütün insanlık içindir: “Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir; fakat insanların çoğu bunu bilmez ” (Sebe,34/28)
“Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini, doğruluk rehberi Kur’an ve hak din ile gönderen Allah’tır Şahit olarak Allah yeter Muhammed, Allah’ın elçisidir Onun beraberinde bulunanlar, inkârcılara karşı sert, birbirlerine ise merhametlidirler… Allah onlardan inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükafat vadetmiştir. ” (Fetih, 48/29) Elçilik görevi birilerinin algıladığı gibi postacılık değil, temsil görevidir. Temsil ise liyakatle olur. Elçinin yaşamı, davranışları ve sözleri kendisini görevlendiren mercinin iradesine uygun olacağı gibi, kendiliğinden de bir şey söylemez. Bu nedenle Hz. Muhammed(sa:s.)’in yaşamı davranışları ve söylediği sözler (Hadis) İslam inanç ve hukukunun Kur’an’dan sonraki ikinci ana kaynağını teşkil etmektedir. Çünkü Allah (CC) Kur’an’da “ Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının! (Haşr 59/7) buyurmaktadır. Aksini söylemek Kur’an ve dolayısıyla Rabbi inkâra kadar gidebilir.
Dünyevi bir misalle elçiliği anlatmaya çalışırsak, devletler başka devletlerle münasebetlerinde büyükelçilerine tam temsil yetkisi vererek onları görevlendirirler. Verilen yetkiler yazılı bir fermanla büyükelçinin eliyle karşı ülkeye iletilir. Buna diplomasi dilinde “itimatname” (güven mektubu) denmektedir. O itimatnameyle görevlendirildiği devletin en yetkili kişisinin huzuruna çıkarak “güven mektubunu” sunar. Karşı ülkenin, “itimatnameyi kabul ederim, elçiyi kabul etmem” gibi bir lüksü olamaz. Çünkü itimatnamesiz elçilik olamayacağı gibi,elçisiz de güven mektubu olmaz. Bu nedenle Hz. Allah (CC)ın en büyük elçisi olan Hz. Muhammed Kur’an’dan; Kur’an da Yüce Peygamberden ayrılamaz. Daha da kesin hikmetli bir şey söylemek gerekirse, “Kur-an Hz. Muhammed’in kalbine inmiş olup Zatı Paki canlı Kur’an’dır;” dolayısıyla Allah(CC)’ın en büyük ayetidir. Bu nedenle ruhaniyeti Makam-ı Mahmut’tadır. Âlemlere rahmet olarak yalnız insanlara değil cinlerden de Müslüman olanlara şefaat edebilmektedir. “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 21/107)
Âlemlere rahmet olmak, şefaatçi olmaktan çok daha ileri bir mertebedir. Yine, ”Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok Rauf(şefkatli) ve Rahim(merhametli.) dir”.(Tevbe 9/128) Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber’in kalbine, kendi sıfatlarından merhamet ve şefkati koyması ve bunu da Kur’an’da bütün insanlığa bildirmesi, O’na şefaat hazinesinin anahtarını verdiğinin göstergesidir.
Hz. Muhammed’in şefaat yetkisi olmadığını söyleyenlerin, Yüce Allah (CC)’ın Kur’an-ı Kerimde yukarıda bahsettiğimiz ayetlerle, aşağıda vereceğimiz ayetler ışığında konuyu tekrar gözden geçirmelerinde yarar bulunmaktadır. ”Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.” (Ahzab 33/ 7) “Rasule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa 4/ 80) Peygambere itaati Rabbimiz kendisine itaat olarak kabul etmektedir. Hz. Muhammed’e itaat etmek şefaatine nail olmaktır. Çünkü Yüce Allah(CC) İslam dinini O’nun eliyle kurduğunu pek çok ayetle bildirmektedir. Bir kulu sevmesini de Peygambere itaate ve O’na biat etmeye bağlamaktadır. “De ki; “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin günahlarınızı bağışlasın!” (Al-i İmran 3/ 31)) O’na uymak söylediklerinin tamamına inanıp tasdik etmekle olur. Rabbimiz “ O (bildirdikleri) vahiyden başka bir şey değildir.”(Necm 53/4) Peygamber (s.a.s.)’in şefaatini kabul etmeyerek yok saymak, O’na biat ve itaat etmemektir. O takdirde “Ben Müslüman’ım, fakat benim Müslümanlığım Kur’an’dan anladığım gibidir.” ve “Dinle ilgili, Kur’an’da Allah’ın bildirdiğinden başka bir şey yoktur.” (!) diyerek, Sahih Hadisi şerifleri reddetmenin dinde izahı olmadığı gibi, ilmi ve mantıki izahı da yoktur.
Allah (CC) ve meleklerin Hz. Muhammed (s.a.s)’i ne kadar çok sevdiklerinin göstergesi, O’na yolladıkları salât ve selamlarlardan anlaşılmaktadır. ” …Allah ve Melekleri Peygamber’e çok salât ederler. Ey Müminler sizde ona salat (selavat) getirin ve tam teslimiyetle O’na selam verin.”(Ahzap 33/56) Bu nedenle Müslümanlar namazlarında tehiyatta iki defa O’na ve ehlibeytine selavat getirip selam verilmektedir. Tasavvuf yolucuları ise günlük dua ve zikirlerinde yüzlerce salâvatı vird edinmişlerdir.
Şefaati inkar, insanı küfre götürebileceği gibi, “ben günah işlemeye devam ederim, nasıl olsa Peygamberimiz bana şefaat ederek cennete girmemi sağlayacaktır.” demek de yanlıştır; “Benim günahım o kadar çok ki, kimsenin şefaati artık bana yarar sağlamaz. “diyerek, Allah(CC) ve Resulünden(s.a.s.) ümidi kesip, tövbe etmemek de o kadar yanlıştır. “Ey Peygamber sana selam olsun” ,"Şefâat yâ Resulullah" demeyi caiz görmeyen zihniyet, “günde onlarca defa kendi nefislerini, eşlerini, çocuklarını patronlarını ve dünyevi liderlerini överek, putlaştırmaya çalıştıklarının acaba farkındalar mıdır?
SON SÖZ YERİNE
Seyyid İmam Rıza’dan gelen bir rivayette, Hz. Ali ’nin şöyle buyurduğu ifade edilmiştir: "Kim, Hz. Resulullah (s.a.s)’in şefaatini yalanlarsa, ona nail olamayacaktır." (2) Şefaati reddeden insanlar farkında olarak ya da olmayarak Ümmetin Hz. Muhammed’e Ehlibeyte ve Sahabelere olan muhabbet ve bağlarını bozmaya çalışmaktadırlar. Bu sevgi bağı, İslam ümmetinin birleştirici harcıdır. O ortadan kalkınca, birlik parçalanacağı için emperyalistler, “böl, parçala, yönet ve yok et” arzularına kavuşmuş olacaklardır!
1- Ahmed bin Hambel Müsnet hadis no: 7725, 10295
2-Bazı kaynaklarda da bu hikmetli söz: “ Kim benim şefaatimi yalanlarsa ona kıyamette şefaat etmeyeceğim.” şeklinde hadis olarak yer almaktadır.
Not:: Kütüb-ü Sitte ve bir çok kaynakta şefaatle ilgili pek çok Hadis-i şerif bulunmaktadır.Tamamını zikretmek bu yazının boyutlarını aşacağından metinde birkaçını vermekle yetindik. İlave olarak üç Meşhur Hadisi de burada zikretmekte yarar bulunmaktadır. Bana beş şey verildi.... onlardan biri şefaat etmektir. Ben onu ümmetime saklamışım. O, Allah’a şirk koşmayanlar içindir." Tirmizi hadis no: 2360, İbn-i Mace : 4300, Ebu Davut: 4114, Ahmet Bin Hambel : 12745 Hz. Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenler içindir. İhsan ehline gelince onlar için bir sorun yoktur" Tirmizi: 2360, İbn-i Mace: 4300, Ebu Davut: 4114, Ahmet bin Hambel Müsned: 12745 Bir başka Hadis-i Şerifte "Her peygamberin müstecab duası vardır. Her peygamber o duasını acilen etmiştir. Ancak ben duamı, ümmetime şefaat için kıyamet gününe saklamışım. Benim şefaatim ümmetimden Allah’a ortak koşmadan ölenlere nail olacaktır." Sahih-i Buhari: 5829, 6920, Müslim: 296, Tirmizi: 3526, İbn-i Mace: 4297, Ahmet bin Hambel 7389
YORUMLAR
''Rabbiniz o Allahtır ki ,gökleri ve yeri altı günde yarattı.Sonra arşın üzerinde hüküm ve saltanata başlayıp,işleri idare etmektedir.O nun izni olmadıkça hiçbir şefaatçi yoktur.İşte rabbiniz bu sıfatların sahibi olan Allah tır.O halde ona ibadet ediniz.Artık düşünmeyecek misiniz?'' (YUNUS 3)
''O gün, Rahman'ın izin verdiği ,ve sözünden hoşnut olduğu kimseden başka ,hiçbir kimsenin şefaati fayda vermez.''
(TAHA 109)
''O nun huzurunda,izin verdiği kimselerden başkasının şefaatide fayda vermez.Sonunda kalplerinden korku giderildiği zaman,Rabbimiz ne buyurdu? derler.Onlarda gerçeği diye cevap verirler.O çok yücedir ,çok büyüktür.''
(SEBE 23)
''O'ndan başka yalvarıp durdukları şeyler asla şefaat edemezler,ancak bilerek gerçeğe şahitlik edenler müstesna.''
(ZUHRUF 86)
Değerli yazarımız Kuran-ı Kerim de şefaat ile ilgili ayetler çok açıktır.Şefaat yetkisi,izni tamamen Allah'ın bilgisindedir.Bu izni kime vereceğini yalnız Allah bilir.
Gelelim Peygamber efendimiz Hz. Muhammed(sav) ile ilgili dile getirdiklerinize, peygamberimizde diğer tüm peygamberler gibi insandır.Peygamberimizin insan olması onu neden küçültsün? Böyle düşünenler kendini sorgulamalıdır.Yüce Peygamberimiz Allah'ın kulu ve elçisidir.Yüce peygamberimiz Kuran-ı Kerimi en iyi anlayan,en iyi yaşayan,dolayısıyla Kuran' ın emir ve buyruklarının dışına asla çıkmayan Allah' ın en sevgilisiydi.Ve Veda Hutbesinde ''Ey Müminler,size iki emanet bırakıyorum onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız.O emanetler Allah'ın kitabı Kuranı Kerim ve Peygamberin sünnetidir.'' bundan daha açıklayıcı ne olabilir acaba.
Yani kimse kendisine şefaatçi aramasın ,onu ancak Allah bilir,Allah izin verir.Peygamberimiz ise bunu en iyi anlayan insandır.Peygamberdir bir kulun erişebileceği en yüce makamdadır.
Yani kaynağımız Kuran-ı Kerim dir....
Sayın yazar öncelikle emek vererek sunduğunuz bu çalışma için sizi kutlarım.Şefaat sadece inanan'ları ilgilendiren bir husus olduğu için,bilgi kirliliğinin önüne geçebilmek ,yine inanan'ların gayretiyle mümkün olabilir.İnananların bir kısmının Allahtan başka hiç kimse şefaat edemez diyerek,Peygamber efendimizin ve şefaat izni olan diğer salihlerin şefaat etme hakları olmadığı düşüncesine sahip olmalarının başlıca nedeni: nasıl şefaat edebilirler ki Allah yüce kitabında:
BAKARA 48
-----Ve öyle bir günden sakının ki, o gün hiç kimse, kimsenin cezasını çekmez (borcunu ödemez); kimseden şefaat (aracılık, iltimas) da kabul edilmez; kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz.
BAKARA 123
-----Ve şu günden sakının ki, kimse kimsenin cezasını çekmez (borcunu ödemez), kimseden fidye kabul edilmez, hiç kimseye şefaat (aracılık, iltimas) fayda vermez, bir taraftan yardım da görmezler.
BAKARA 254
-----Ey inananlar, ne alışverişin, ne dostluğun ve ne de şefaatin olmadığı gün gelmezden önce, size verdiğimiz rızıktan (Allah için) harcayın. Kafirler, zalimlerin ta kendileridir.
-----Böyle söylerken biz nasıl şefaate inanalım diyorlar.
----Bu ve benzeri ayetlerdeki Allahtan başka kimse şefaat edemez beyanını esas aldıkları için;sizinde yukarıda verdiğiniz ayetler maalesef görmezden gelinmektedir.
-----İnananlar için şefaatin inkarı zaten mümkün olamaz,bu gibi inkar sözleri kesinlikle tevhide aykırıdır ! Konuyu biraz açalım;bizler ahirete inanıyorsak,ahiretteki hayatında idamesi için Yüce Allahın aynen Dünyada olduğu gibi her an yaratma sıfatı ile tecelli etmesi gerekir.Şimdi Dünyada biz rızkımızı nasıl sebeblere sarılarak elde ediyorsak,Yüce yaratıcıda diyor ki sebepsiz yaratmam.Biz rızkımızı çalışarak elde ediyoruz ve herhangi bir yerde çalıştığımızda bize maaşımızı veren kişilere bu şahıslar bizi rızıklandırıyor diyormuyuz?Tabii ki hayır;peki ne diyoruz?Bizi rızıklandıran Rabbimize hamdolsun diyoruz! -----Biz burada yaratma fiilinin sahibi olarak Allahı gördüğümüze göre,ahirettede Yüce Rabbimiz ister Peygamberleri ile,isterse salih kulları ile şefaat etsin;biz yine yaratma fiilini Allaha izafe edeceğimiz için,bize şefaat eden Rabbimize hamdedeceğiz.Görüldüğü gibi Allahtan başka hiç kimse şefaat edemez ve Peygamberimizin şefaatı haktır.
SAYGILARIMLA