Aşkın Pişti hali
Elektronik posta yok, internet yok, telefonun çok ender bulunduğu zamanlarındaydı aşkın göz deryasında kendimi kaybetmem.
20-21 yaşlarındayım, delikanlınım en deli çağındaydım, kalbim, gelecek olan misafir için en güzel hazırlıkları yapma dönemimdeydi.
Arkadaşlarla öylesine gezindiğim bir gündü…
Niksar denildi mi akan sular durur. Elbette memleketimin her köşesinde nice güzellikler yatar. Ama benim toprağım bir başkadır. Her yanı mis gibi ceviz kokar. Niksar’da ceviz kırma ve ayıklama sergenleri çok meşhurdur. Cevizi lezzetli kılan sert kabuğudur, eller kınalı olur, mis bir koku bırakır günlerce ceviz kabuğunun rengi ve kokusu ellerden çıkmaz
Ceviz kırma işinde genelde genç kızlar çalışırdı. Ustabaşı da genelde kırılan cevizleri ebatlarına göre ayıklardı. Yanında da iki genç kız yardım ederdi. Arkadaşlarla gezinirken sergenin önünden geçmiştik. Aman Allah’ım cennete mi düştüm? Hayal perdesi mi, yoksa gerçeklik mi? Gözleri birkaç kez ellerimle ovuşturmuştum. Çok güzel bir genç kız, perileri bile kıskandıracak güzellikte benim karşımdaydı. Göz göze geldik, uzun süre birbirimizin gözlerine bakmaktan alıkoyamamıştık kendimizi.
Gülün dalına konmak gerek
Bülbül olup ötmek gerek
Aşkı erdirmek lazım vuslata
Kokmalı gül-i rana yürekte
O an içimde dedim; “ işte bu, işte bu güzel kız, gönlümün sultanı olmalı” demiştim. Öylesine bomboş, anlamsız geçen günlerime bir heyecan, bir renk gelmişti. Her gün ceviz ayıklama sergenin önünden geçer olmuştum.
Eskiden bakışmalar masumdu, gizliydi, kimseler bilmezdi, -ta ki nişanlanana dek. Sevdamızı yüreğimizde taşırdık. Ezkaza bakışlarımızı yakalayan olursa anca o zaman bilinirdi yaşanan sevgiler.
Bakışmalarla sevgimizi emare ederdik. Sevgimiz karşılık ise buluşma ve mektuplaşmayla devam ederdi. Ben her gün sergenin önünden geçer genç kızla göz göze gelirdim. Hele bana baktığını hissedince, bakışlarını gördükçe deliye dönerdim.
Anlamıştım ki; duygularımızın dili bir… Kalplerimizin atışı bir…
Aşk sarhoşu olmamak elde değildi,
Kanım kaynıyor, içim hoş oluyordu
Damarlarımda kan yerine aşk akıyordu
Görünce güzeli kapıldım hayaline
Cesaretimi toplayıp, başımı eğip selam verince ben, oda tebessümle selamıma karşılık vermişti. Beli ki onunda kalbi benim için atıyordu. Her gün onu görmek için onca yolu yürür, bana sunacağı bir tebessümü beklerdim. Arada yanında ki genç kızlara beni gösterip tebessüm ediyorlardı. Utangaç halimden dolayı yüzüm kızarmış olsa da bu hoşuma gidiyordu. Her gün gitmeye devam etmiştim. Her gün bana bakıp tebessüm ediyordu. Tebessümlerinin varlığı kalbime bir çırpıntı eklemişti. Gün be gün tebessümleri; toprağa dikilen bir filiz gibi büyüyordu. Filizlenen fidenin can suyu ise, karşılıklı verilen tebessümdü. Bir süre sonra beni görünce, yüzü asılmaya, bakışlarını kaçırmaya başlamıştı. Anlam verememiştim. Uzun süre geçmişti, ben yine her gün onu göremeye gidiyordum. Her geçen gün tebessümlerini esirgemeye başladığı gibi benden kaçışlarına anlam verememiştim. Aradan birkaç gün geçmişti, bir kız arkadaşıyla bana haber göndermişti; “ gelsin görüşelim” Ertesi gün buluştuk, merhabalaştık, tokalaştık, bende amansız bir heyecan, ellerim ve yüreğim titremişti.
Heyecanıma yenilmek istemediğim için hemen duygularımın dilini açmaya karar vermiştim; ben sana karşı derin duygular besliyorum. Sanırım sana âşık oldum, zira duygularımızın dili aynı ise, yüreğine talibim” demiştim.
Bilseydi bülbül oracıkta ölecek, konar mıydı gülün dalına? Bilemezdim bülbül gibi kanımın son damlasının toprağa yüz süreceğini.
Ben yüzünde ve dudaklarında sevinç pırıltıları tebessümleri beklerken; bana acınacak bir halde bakmıştı. Anlamıştım bir şeylerin ters gittiğini. Ama ne?
“Bende seni seviyorum! Ama kardeş gibi..Ben sana âşık değilim, ağabeyine aşığım, derin duygularım, hislerimin sahibi ağabeyindir. Sen beni yanlış anlamışsın, sen gösterirken, sana bakarken, arkadaşlarıma âşık olduğum adamın kardeşi diye tanıtım seni.”
Yüce yaratan beni neyle sınamıştı, bu nasıl bir hayal kırıklığı aleviydi… Ağabeyimle aşkta pişti olmuştum… Ardıma bile bakmadan kaçmıştım… Olanca gücümle koşmuştum, koşmuştum, koşmuştum, nereye kadar gittiğimi hatırlamayacak kadar… Hangi uçurumun kıyısı beni bekliyordu, hangi cehennem ateşi beni yakmak için alev almaya başlamıştı? Bilemeden koşuyordum… Sonu meçhul bir delikanlı…
Çita hızıyla koşan adamlarımın her toprağa basışında rap rap seslerine dudaklarımın arasında çıkan “ sen arkadaşımın aşkısın, ” nakaratı eşlik etmişti. Ağabeyim benim en iyi arkadaşımdı… İsyan mırıldanmalarım devam etmişti; “henüz üç yaşında bir kardeşim var seni onsan bile kıskanıyorum” ağabeyim üç yaşında değildi maalesef… Hayatta hayal dünyası değildi…
Okyanusun ortasında dalgalarla boğuşmaya hazırdım, fırtınaya, şimşeklere rağmen, dümeni elimde sıkıca tutmayı başarabilirdim, yenilmezdim hiç üç-beş nöbetlerinde… Fırtınaları halt edip rıhtıma yanaşmayı bile başarırdım. Hiç yenilmemiştim böylesi bir cengâverde…
Eskidendi, sevdalar gizli yaşanır, bakışlar kaçamaklı olur… Kim bilir beklide sevdalar gizli yaşandığı için hayal kırıklıkları yaşamak zorunda kaldık. Güzel sevgileri arasında böylesine hüsran duyulan bakışlar arada kaynıyordu. Oysaki şimdi öyle mi? Daha ilişkilerinin ilk haftasında herkes bilir, kim kimin sevgilisi diye…
Demiştim ya; bizim oraların havası, suyu başkadır, hele cevizleri bir başkadır... Herkesin payına bir ceviz düşer gökten, benim payıma içi fos olan düşmüştü. Razı olmuştum payıma düşen cevize…
Ağabeyimi seven, benim sevgi duyduğum genç kız ağabeyimle olan münasebetini kesmişti. Bu durumdan dolayı olsa utanmıştı. Aradan yıllar geçti, o genç kızdan bir daha haber alamadım; sırra kadem bastı. Ağabeyim başkasıyla izdivaç yaptı, ben başkasıyla… Ağabeyim torun sahibi olduğunda onunla yaşadıklarımı paylaşma cesareti buldum. Ben anlattığımda tebessüm etti. Tebessümle geçmişin izlerini yad etmiş olduk…
Ulviye Ay
05/05/11