- 676 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
ADININ AKSİNE, AYAZ
ADININ AKSİNE, AYAZ
Çok küçüktü, avucum kadar, ilk göz göze geldiğimizde. Sıcak bir yuva, iki lokma yemekti tek derdi. Kirliydi. Çirkindi aslında ama bir o kadar da sevimli. Koca poposunu sallayarak geziniyordu etrafımızda. Sonra sendeleyip düşüyor, bakışlarını kaçırıyordu. "Alalım" dedim bilinçsizce. Sonra kucaklayıp sarmaladım, hakettiğini düşünüp karşılıksız sevgimi.
İlk haftamız çok kötüydü. Onu bize alışması için ne gerekiyorsa yapmaya çalıştım ama beni ısırmaya çalışıyordu, elinden gelebildiğince. "Geri verelim, ısırıyor" dedim.
Hayatımızı paylaşmaya böyle başladık Ayaz’la. Her ısırma çabasında daha çok yaklaştı bana. Arkadaş olduk, dost olduk. Soğuk günlerimin ocağı oldu Ayaz. Sıkılsa canım, dert ortağımdı. Sıkılsa canım, gezi arkadaşımdı. Birlikte sahile iniyorduk. Kumlar üzerinde koşmayı çok sever Ayaz.
Henüz dört aylıktı arkadaşım, küçüktü. Çok hastalandı bir gün. Sürekli kusuyordu. Önce zehirlendi sandım. Yaşadığımız sitede köpekleri zehirleyen biri vardı, sırf hayvanları sevmediği için. Ömrümden ömür gittiğini hissettim o zaman. Elimi kolumu bağlamışlardı sanki, canımdan can çekiliyordu. Şehir dışındaki eşimi aradım ağlayarak. Ona birşey olursa öleceğimi söyledim. Birkaç dakika sonra aradı beni. Veterineri aramıştı. Mide enfeksiyonu geçiriyordu Ayaz. Bir ilaç iyi edecekti onu. Komşumuz Şengül Teyzenin kapısını çaldım hemen. Eczaneye gitmek gerekti. Sağolsunlar, hemen yetiştirdiler Ayaz’ın ilacını. İki gün boyunca gözlerinin içine baktım arkadaşımın, iyileşsin diye. Daha çok günlerimiz olacaktı onunla. Köpeklerin zehirlenmediği yeni yerlere gidecektik.
Onun içinde rahatça dolaşabileceği büyük bahçesi olan bir ev yaptırdık. Sıkılıyordu arkadaşım bir metre ipin ucuna bağlı olmaktan. Şimdi mutlu, bahçe onun dünyası gibi.
"Köpekler sahibinin huylarını alırlarmış" sözü ne doğruymuş meğer. Büyüdükçe bana benzedi Ayaz. Benim gibi sevgi dolu, ilgi, şefkat bekleyen bir canlı oldu. Her hareketini, her davranışını, her mırıldanışını çözümledim. Bakışlarından anlayabiliyorum istediğini. Oynamak istediğinde yanıma gelip türlü türlü maymunluklar yapıyor. Evimize gelen misafirlerin üzerine sıçrayıp başının okşanmasını istiyor. Yaramaz çocuklar gibi yerinde durmuyor hiç. Gelenlerle oynamak istiyor. Sevildikçe daha çok şımarıyor, hoplayıp, zıplıyor, arada havlıyor sonra kaçıp kovalanmayı bekliyor.
Hep özgür olmayı istiyor Ayaz. Ama öyle zor ki bu. Onu dışarıya bırakamıyorum tek başına. Geçen yıl, biri sahipli iki köpek zehirlediler evimizin önünde. Biri Ayaz’ın tek arkadaşıydı. Birlikte oynadıktan sonra ona da bir parça tavuk kemiği veriyordum. Belki de o yüzden severdi Ayaz’la oynamayı, pek ayrılmazdı kapımızdan. Sabah erken saatte girdi kanına lanet şey. Ezan saatinde duydum acı ulumalarını. Ayaz’ın sabah yürüyüşü zamanında farkettim zehirlendiğini. Önce gözlerinden yaşlar akmaya başladı, herşeyden bihaber. Sonra kan kusmaya... Herbir organı birer birer parçalandı direndikçe. Beş saatten fazla sürdü direnmesi. Direndikçe daha çok kan çıktı bedeninden. Neyi yaşadığını bilmeden, niyesinden bihaber, çırpınarak eridi gözümüzün önünde. Ayaz yalnız kalmıştı, sebebini bilmeden. Hep tasmalı gezdiriyorum şimdi. Arada burnu fazla kalsa otların arasında, yüreğime bir korku düşüyor, zehir mi attılar diye.
Hemcinsleri gibi insanın zalim yanını bilmeden büyüdü Ayaz. Bu yüzden yalnız bırakamıyorum. Bir tarafım hep korku, telaş içinde, ona dair. O bize değerli bir emanet, Yaradan’dan. Ona sahip çıkmak, hastalığında ilacını almak, aşılarını yaptırmak gerek. Ama en çok sevilmeyi seviyor Ayaz. Arada başını okşasanız, arada karnını okşasanız ya da kulağına iki güzel söz mırıldansanız ne çok mutlu oluyor.
Geçen yıl, hastalandı arkadaşım. Zayıfladı, tüyleri dökülmeye başladı. Sürekli kaşınıyordu. Babam diretti onu doktora götürmemiz için. Uyuz yapışmış yakasına. Tedavisi iki ay sürdü. Her enjeksiyonda canının acısı, yürek dağlayan bağrışlara döndü. Yine korktum, yine endişelendim arkadaşım için. Dili yok, bizim gibi konuşamıyor ama biliyordum ben onun deli yüreğinden geçenleri.
Hiç bilmediği bir dünyaya açtı gözlerini, Ayaz. Anasının koynundan zorla alınıp hiç tanımadığı bir yaratığın hayatına daldı, istemese de. Nelerin gelip nelerin gideceğini bilmediği bir ömür sürüyor, büyük bir yuvada ama yine de dört duvar arasında. Sevildiğinin de farkında, şımarık bir çocuk gibi. Yemek seçiyor, arada bağırıyor kızgın sesiyle. Küçük şımarık bir çocuk gibi Ayaz. İstediği birşey olmazsa hemen küsüyor. Yürürken benim değil de onun istediği yerlere gidiyoruz. Hayatına dair herşeyi belirlemek istiyor, haklı olarak. Sevilmek istediğinde yanıma geliyor. Yoksa hep uzak, hep kendi dünyasında, cevabını bilmediği niyelerle boğuşuyor. Dışarıda gezen arkadaşlarına imrenerek bakıyor hep. "Keşke" diyor, biliyorum söylemese de. Keşke o da özgür olsa. İstediği gibi yaşasa birkaç yıllık ömrünü. Katılsa sürülere, dağlara çıksa, içinden geldiği gibi koşup, sesini duyursa. Ama bir bilse dışarıdaki vicdansız düşmanı. Ah bir bilse!
Ben Ayaz’ı Yaradan’ın emaneti olarak aldım. Hayatını tamamlayıncaya kadar da ona ben bakacağım. O beni korumayacak. Ben onu koruyacağım. Bir lokma ekmeğim varsa önce ona vereceğim. Onu küçük bir çocuk gibi sevecek, mümkün olduğunca hemcinslerimden uzak tutacağım.
Ayaz, hayatıma girdiği için çok mutluyum. Hayatımdaki en büyük boşluğu ona olan sevgimle dolduruyorum. O, ne olursa olsun, beni sırtımdan bıçaklamayacak tek arkadaşım. Bu yüzden onu daha çok seviyorum. Öyle ki, sadece varlığı bile adının aksine çok sıcak.
YORUMLAR
Canan Güngör Uçaroğlu
Saygılar, sevgiler...