- 522 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 63
63] Ki bu paldır küldürlükte, demokrasiye kasıtlı vurulan bir garabettir. En asgari katılımci düzey ve düzlem farklılaşması ’toplumsal yurttaşlık bilinci’ üzerinde olmalıdır. Düzey ve düzlemsiz olan bu farklılıklar, gelişme değil de, tam bir sıkıntı ve sıkıştırma yaratmaktadır.
Bu amaçlı kasıtlarını da; sosyal travma yobazlıklarını ve gericiliklerini ortaya koyarak, kendi dalaletlerini örterler. Bunlar pek çok da beceriksiz cahil, aymaz siyasetçilerin bir organizesidir. Hiçbir şey yapamazlarsa hemen kendinden önceki yönetimleri karalamaya başlarlar ve her tür güzel adımların halkta bir travma algısı yarattığını söyler olmaya çalışırlar. Çünkü başka işleri ve becerileri yoktur! Oynayamayan gelin, yerim darmış demesindeki gibi bahane üretirler.
Oysa muktedirlik; geçmişte şu şu olmadı da, biz elimiz kolumuz bağlı olduk demekle değildir. Asıl eldeki olanaklarlan, gelişme ve mucizeler yaratmaktır. Zaten Gazi’nin bir başka büyüklüğü de burada dır. Osmanlı bana şu şu demokrasiyi bırakmadı. Şu şu parayı ve maliyeyi bırakmadı. Şu şu askeri gücü vs. bırakmadı, demenin aczi ve sızlanması içinde olmadı.
Aklına bile getirmemiştir. Eldeki ne ise onunla kurtuluşçu çabaları ortaya koymaya koyuldu. Oysa muhteris ve başarısız yönetimler, haksız olmanın saman gibi su yüzüne çıkma psikolojisi ile siyaseten de, erkte olabilmek için, bu tür söylemleri rahatlılıkla ve zübükçe, çok çok kullanırlar.
Tarih böylesi devrimci değişmeleri ya da travmaları! Yaşamasa bugüne gelemezdi. Söz gelimi bu mantığa göre, çivi yazısından bugünkü yazı türüne geçişle insanlar uygarlaşmadı, bir insanlık travması yaşadılar! Çünkü, bu anlayışa göre insanların Sümer kültürü ile bağları kopmuştur! Osmanlı göçebe toplumken, göçebe boyların yerleşik topluma geçişi ile de travma yaratmıştır! Ki bu travma Osmanlıyı İmparatorluk aşamasına geçirmiştir. Tıpkı bu günkü demokratik cumhuriyete geçişimiz gibi .
Her olumlanmanın, bir olumsuzlanmasını ortaya koyacağı da, aklı başında kişilerin bilir olacağı gerçekliktir. Bu sayılanlara, travma yarattı diye karşı oluşu koymak, mümkün mü? Öğrenilebilir, üretilir, davranışlar asla travma olarak sürmezler. Öğrenilemeyen, üretilemeyen, yeteneksiz aptal davranışlar olsa olsa haset ve garabetin travma kaynağıdır.
Toplumun travması olmaz, travma halkındır, halkın toplum bilinci zayıftır. Ancak yurttaşlaştıkça halkın toplum bilinci gelişir. Halk sosyolojiktir halkta sosyolojik değişmelerin alışması rahatlığı travma yaratabilir. Kaldı ki bu travma çok iyiden, çok kötüye geçişin travması da değildir. Halkın yabancısı olduğu toplumsal alandaki inkişafları bilip kavrayamamasıdır travma. Cumhuriyet ile Türk halkı, sadece bağımsızlık elde etmekle kalmayıp, Türk devinmesinin ’uçmak’ olduğu, yabancı gözlemcilerce daima ifade edildiğine göre, halkımızın bu ’uçmayla’ve öğrenememeyle ve üretememeyle gibi pek bir sorun durumu olmamıştır.
İşte halka tepeden bakıcılık budur. Halkın yöneticiler olaraktan rehabilite sorununu göremeyip, olayların diğer bir gerçekliğini tersten ele alıp, yorumlamaktır. Yani halkın travması kaşınmadıkça kalıcı olmamıştır. Ancak bunu illa bu şekilde yorumlar gibi olanların aklının zoru olsa gerek.
Yani halk eski yazı ile izafiyet teorisini, Riman geometrisini, kuantım fiziğini pek bir bilir olmanın coşkusu içindeler miydiler? Ya da halk, bunların çok iyi bilişip, anlaşılması devinmesi içindeydi de halk, şimdi Latin alfabesini öğrenmek isteyipte bir türlü öğrenememenin mi travması içindeler? Açık ve dürüst olmak gerekir.
Sadece dezenformasyonlarla halkı, güya şaşkın yapmak vardır. Sömürücü, işbirlikçi mantık uyutması vardır. Osmanlı teba toplumundan, Cumhuriyet toplumunun yurttaşlığına geçişte her çevre ve çevre içi, kendi aralarındaki bağ dokusu değişmelerinin, kendisini algılatır olması kadar bir geçiş travmasını yaratmıştır. Bu da olağan ve sıradandı. Her değişime içinde görülecek bir komplikasyondur. Yoksa gelişmenin bu günkü refah ve tüketim düzeyine gelmesi mi bir travmadır? Örneğin; bugünkü kadının eski kafes arkası yaşantıdan çıkması ve doktor, avukat, vekil, başvekil olması, bir travma mıdır?
Çok kez, bu cumhuriyet sayesinde İktidarda olanlar, bu kendilerine yakıştıramadıkları erkçi oluşlarının, travma şaşkınlığını mı yaşıyorlar acaba? Bu hal 1950’ler de otobüse binip seyahat ederken, Konya Ovası’ndaki traktörleri görüşle: ’Gâvur icadını memlekete getirdiler de, memlekette ne toprağın, ne de biçilen ürünlerin, bereketi kalmadı’ diyen insanca cahil kalma, softa yanlarımızın çelişmesine benzemektedir.
Bu softalığımız, kendi bindiğimiz aracın Müslüman icadı olup olmadığını, fark etmeyecek denli akıl dışı öfkeye kapılır olmanın garabetidir. Bu gün bu türden travmacı anlayışların erk sürmelerinin, bu travma sayesinde olduğunu bilmeyecek denli gafletliktir. Yani bindiği dalı kesmektedirler. Böylesine bir kof anlayış olabilir mi? Evet olabilir. İnandırılmışlığın cahil cüretidir bu.
Bir balığın yüzgeci, suyun dalga şeklinin etkimesine uygun yapılanışla, yani yüzgeç travma! ile çevreye uyar. Bir kuşun kanat yapısı da ister istemez hava dalgalandırmalarının biçim etkisini travma olarak taşır. Bir kaya rüzgârın savurduğu kum çarptırmalarının travma tik izlerini taşır!
Aynı şekilde sıcak ve soğuk etkilerle de kayalar, çatlar olmanın travmatik yüklemeleri arasındadır! Sosyal yaşantılı öğrenmelerinizde bu şekilde kendiliğinden, sizin elinizden olmadan, kimsenin size baskı yapmadan, öğrendiğiniz bir etki olduğu unutulmamalıdır.
Çevre değiştikçe değişmeleri, ya da uyumsuzlukları yaşamaktan kurtulamazsınız. Bunları sanki olmaması gereken bir kusur gibi görüp, kusur yapıp, eski tas eski hamam egemenci ilişkileri sürdürür olmanın nemasını yeme, istismarıdır. Eski oluşmalı yapılar, sosyal birliklerin, toplumun ve sosyolojik yapılı halkın, bir belirme tarzıdır. Hemde bir tanış olduğu biliştiği bir ilişkileniş girişmesidir.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.