- 1990 Okunma
- 15 Yorum
- 1 Beğeni
Havada Kekik Kokusu
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Öğlene daha çok vardı. Yola gün ağarırken çıkmıştık. Hava ısınmadan adanın içindeki yaylaya varmayı hedefliyorduk. Yolluğumuzun çoğu Dimitri’nin sırtındaydı. Önden, büyük adımlarla yürüyordu. Hafif yüküme rağmen ona ayak uydurmakta güçlük çekiyordum. Dereyi geçerken Dimitri’ye tutunmak zorunda kaldım. O buraların gediklisi idi. Bense ilk kez geliyordum. Tam mola vermeyi önerecekken yaylaya vardığımızı söyledi.
Yayla beklediğimden küçüktü. Hayalkırıklığımı farketmiş olacak ki:
‘Deniz adamlarına karalar her zaman dar gelir. Sahilde de bu böyledir, yukarı çıkınca da …’ dedi.
Gölgesine oturabileceğimiz bir ağaç yoktu. Kayaların seyreldiği bir yere, çimenlerin üzerine yaygıyı attık. Dimitri heybesinden otlu peynir çıkardı.
‘Biraz kuzu kulağıyla kekik toplasana. Ekmeğin içine iyi gider.’
‘Ekmeği nereden buldun sabahın köründe?’
‘Anam uyuyordu; onun akşamdan hazırladığı hamurdan ben yaptım.’
Belki bir şölen olmayacaktı ama karnımız doyacaktı. Otları toplamaya gittim.
Fazla geçmemişti ki arkamdan
‘Andreas, uzatma!’ diye bağırdı, ‘Ne topladıysan getir artık. Acıktım.’
Dönüp, oturdum. İçi peynir ve ot dolu bir yarım ekmek uzattı.
‘Al bakalım çoban lokmasını.’
‘Bunun adı çoban lokması mı?’
‘He ya.’
‘Hadi canım, şimdi uydurdun.’
‘Tabi ki uydurdum. Ekmek arası peynir. Ye işte. Ama bunun bir ismi var.’ deyip heybesinden bir şişe şarap çekip, çıkardı.
‘Harlaftis’in kırmızısı. Dikkat et, sıkı şaraptır. Ehlileştirilmiş İtalyanlara benzemez.’
‘Denizci adam şaraptan mı korkacak? Sen de bizi yumuşak başlı buldun, sürekli bir şeyler itelemeye çalışıyorsun. Bardak falan yok mu?’
‘Oo, denizci adam şişeden içemiyor mu? Konu şaraptan açılınca mangalda kül bırakmıyor ama …’
‘Sordum sadece, var mı, yok mu diye. Uzatacak bir şey yok. Aslını istersen var. Uzat şişeyi.’
Şarap gerçekten sertti. Çok geçmeden etkisini hissetmeye başladım, elimi şişeye daha az götürür oldum.
‘Hemen ağırdan alma, bir şişe daha var.’
‘Madem bir tane daha vardı, niye bir saattir şişeyi alıp veriyoruz? Açardık ikisini de, karşılıklı demlenirdik.’
‘Böylesi iyi. Daha kontrollü içiyorsun.’
Kontrol benden çok Dimitri’ye gerekiyordu. Benim her bir yudumuma karşılık o üç tane çekiyordu.
‘Ee?’ diye sordu ‘Nasıl hissediyorsun?’
‘Çakırkeyif oldum gibi.’
‘Onu sormuyorum, iki haftaya Sophia ile evleniyorsun. Ne hissediyorsun?’
‘Heyecanlıyım.’
‘O kadar mı?’
‘Daha ne olsun?’
‘Köyün en güzel kızıyla evleniyorsun. Yer, gök senin olmalı.’
‘O da köyün en yakışıklı delikanlısı ile evleniyor. Hem o delikanlı yeni tekne de aldı. Bozuk hava filan dinlemez, eve para getirir.’
‘Sahi, teknenin adını ne koydun?’
‘Evangelica. Anamın adı.’
Bir şey demedi, gözlerini şarap şişesine dikti. Ben de yemeğin son kalan kırıntılarını yedim. Doymuştum. Şarabın da etkisiyle ağırlık çökmeye başlamıştı. Sessizliği bozan Dimitri oldu:
‘Bilirsin’ dedi, ‘Ben de zamanında Sophia’ya gönül kaydırmıştım.’
‘Bilirim’ dedim.
‘Hepimiz beğenirdik onu. Sophia ise kimsenin yüzüne bakmazdı. Sen yakışıklı adamsın, doğruya doğru, ama yine de onun gözünün daha yukarılarda olduğunu düşünmüştüm. Neyse, ikiniz adına da çok mutluyum. Birbirinize yakışıyorsunuz. Bir yastıkta kocayın, boy boy çocuklarınız, torunlarınız olsun. Tanrı izin verirse, benim kaderim de sizinkine benzer.’
‘Kader bu, bilinir mi?’ dedim. Uykum dağılmıştı. Kendi heybeme uzandım. İçinden bir tabanca çıkarıp Dimitri’nin göğsüne dayadım. Bir şey demeden tetiği çektim. Dimitri geriye doğru devrildi. Bedeni devrildiği yerde kalmadı, sırtımızı verdiğimiz hendeğin içine yuvarlandı.
Yaygının üzerine bırakmış olduğunu bıçağını aldım, kendi bacağıma sapladım. Üstümü başımı çekiştirip yırttım. Örtünün üzerindekileri tekmeleyerek etrafa savurdum. Sonra hendeğe inip Dimitri’nin de elbiselerini yırttım. Yüzüne bir kaç yumruk attım. İki elimle de kendi boğazımı kan oturana kadar sıktım. Her şey tamamdı; kavga etmiş gibiydik.
Topallayarak köye döndüm. Kasabadan polis gelip, beni aldı. Sorgumda içtiğimizi, sonra Dimitri’nin benim Sophia’yı haketmediğimi söyleyerek bana saldırdığını, dövüştüğümüzü, o beni bıçaklayınca onu vurmak zorunda kaldığımı söyledim. Yaylaya gidilip, tarif ettiğim yerden Dimitri’nin cesedini alındı. Kimse bir şeyden şüphelenmedi. Herkes Dimitri’nin Sophia’dan hoşlandığını, Sophia’nınsa ona yüz vermediğini biliyordu. Ben ise Dimitri’nin yüz bulamayınca Sophia’ya ne yaptığını biliyordum.
YORUMLAR
İlhan Kemal
Sakin sakin okurken birdenbire olanlar karşısında şaşırıverdim,hazırlıksız yakalandım derler ya,ağzım açık kaldı .Ustaca yazılmış bir öykü,tebrik ederim.(Bugün kararlıyım ve de hepsini okuyup ,bitireceğim.)
İlhan Kemal
Hikayeleri okumanız çok güzel ama epey öykü var. Cuma akşamınıza yazık. Saygılarımla.
İlhan Kemal
Öyküde giriş, anlatım ve sürpriz bir sonuç. Bu konuda Ağyar'la hemfikirim... Yazar tarzını oluşturmuş, belli bir okuyucu kitlesi var, yazıyı okuyunca kime ait olduğu şıp diye anlaşılıyor.
Tebrik ederim İlhan Bey.
saygı ve selamlar.
İlhan Kemal
Öncelikle günün yazısı ödülüne layık görülen yazınız için samimi olarak tebrik ediyorum. Tebrikler.
Yazıya döndüğümüzde; altına isminizi yazmasanız da, nesir sayfalarının herhangi bir takipçisinin bile şıp diye “evet bu İlhan Beyin yazısı” diyebileceği bir öykü. Okuyucuyu kontrada bırakmayı seviyorsunuz. Sonu mutlu veya hüzünlü bitmiş hiç önemli değil.
Site içerisinde; takip edebildiğim kadarı ile kendi tarzını oluşturmuş, oturtmuş sayılı yazarlar arasında sizi de sayabilirim. Kendi üslubunu oluşturmak, oturtmak, bir “yazar” için çok önemli olsa gerek, her ne kadar bir kaç negatif getirisi olsa da.[Hani benimde olsa :- )].
Öncelikle; 1-Belirli bir hayran kitleniz oluşuyor. 2-Alışkanlık yapıyorsunuz. 3- Akabinde taklitleriniz oluşuyor. 4-Bu arada ister istemez düşmanlarınızda (aman ha “düşman” mecaz manada kullanılmıştır) oluşuyor(kıskanalar çatlasın) 5-Belli bir zaman sonra ise açık vermeye baş-lı-yor-su-nuuuuuz.!
Bu yalnızca size özgü bir durum değil inanın. Peki, bunları niçin sizin sayfanızda sıraladım. Çünkü kompleksiz, diyoloğu seven, dışa açık bir yapınız olduğunu görüyorum. Cesaretim bu yüzden.
Yazınızın finalinde bilhassa kurgudaki bariz hatalar “beşinci madde” ile ilgili tespitlerimi tasdikler nitelikte.
Mesela şu bizim Andreas; Nasıl oluyorsa oluyor, bıçağı bacağına sapladıktan sonra, can havliyle üstünü başını çekiştirip yırtıyor, örtünün üzerindekilerini tekmeliyor. O topal bacağıyla aşağı hendeğe inip Dimitri’nin elbiselerini yırtıyor, yüzüne birkaç yumruk atıyor, sonra iki eliyle kendi boğazını kan oturana kadar sıkıyor, tekrar hendekten yukarı çıkıyor ve topallıya, topallıya köye geri dönüyor.
Siz anlatmasanız da ben Andreas’ın o topal haliyle bıçaktaki kendi parmak izlerini sildiğini, ondan sonra tekrar Dimitri’nin parmak izleri çıksın diye bıçağı Dimitri’nin eline tutuşturduğunu tahmin edebiliyorum. Lakin geliyor, geliyor bir iki yerde öyle tıkanıyorum ki; ya bu bizim Andreas çok salak ya da köydeki polis ağabeyler diyorum.
İndiiii!
Promil limiti istiap haddinin bir hayli üzerinde birisi nasıl olurda kan kaybından meydana gelebilecek marazi durumlardan yırtar. Zira kandaki alkol kanı haddinden fazla sulandırır ve nabzı artırır. Hele hele içilen şarap; ‘Harlaftis’in kırmızısı, dikkat edilmesi gereken sıkı bir şarap cinsi ise.
Eğer Dimitri “iki eli” ile hem de iz bırakacak kadar Andreas’ın boğazını sıkıyorsa; A-) İki eli Andreas’ın boğazında olduğuna göre bıçağı hangi eli ile tutmuştur. B-) Yarı sarhoş(yoksa tam mı) vaziyette iken bu enerjiyi nerden bulmuştur. C-)Yüz yüze yapılan bir boğuşmada bıçak; saplanabileceği karın boşluğu, göğüs kafesi, kalça, bel, kol, omuz, sırt, boğaz, yüz vb bir sürü bölge varken “bacağa” nasıl saplanmıştır.
Madem Andreas kafaya koymuş, böyle bir halt yiyecek, inandırıcılık adına, en azından böyle bir yayla gezisi için ne yapıp edip bir binek (at-eşek) ayarlamalıydı. Finalde ise fazla abartmadan önce gerekli dekor-sahne-kostüm için gerekli alt yapıyı oluşturduktan sonra "bıçağı"en son kullanmalıydı.
Yukarıda eleştiri-yorum adına yazmış olduğum satırlar belli bir edebiyat kriterine bağlanmaksızın tamamı ile kişisel görüşlerimdir. Hoşgörünüze sığınarak :-)
Tekrardan tebrikler
Selamlar, saygılar
O qué
Galiba roman gibi , hikayeleri de daha çok bayanlar okuyor.
Ee o zaman beyler çok şey kaybediyor derim ben de :)
Aynur Engindeniz
Araya modülasyon bozukluğu yaptığım için mazur görün:)
O qué
öldüm gülmekten harikasınız
miniminnacık batırmıştır evet , neyse sevgiler ikinize
bi de
saygılar :)
İlhan Kemal
Yalnız kendi üslubu olan yazar konusunda bir küçük hatırlatmam olacak. Birinci madde her iki yöne de geçerli. Takipçileriniz olduğu gibi, tarzınızdan samimiyetle hoşlanmayan ve bundan sonra artık ne yazsanız okumayacak (Haset filan değil, gerçekten yazdıklarınızı sevmiyorlar) başka bir kitle de oluşuyor. O noktada 'tanınmamış', her yazdığı ön yargısız karşılanacak yazarlara özeniyorsunuz (Ama onlar da okunmuyor, o ayrı).
Gelelim öykünün mekaniğine. Bakalım açıklamam sizi tatmin edecek mi?
Öncelikle Andreas'ın polislere anlattığı şekilde olayların üzerinden geçelim:
İki arkadaş yaylaya içip açılmaya giderler. Burada, planlı olmayan bir şekilde kavgaya tutuşurlar. Olayları tabi ki kıskançlık içindeki Dimitri başlatmıştır. Kavga başta masumdur; yumruk yumruğa ağız tadıyla bir kavga. Sonra olay ciddiye binemeye başlar Dimitri Andreas'ın boynunu sıkar. Ama Andreas bu durumdan kurtulur (Aslan gibi delikanlıdır). Gözü dönmüş olan Dimitri bıçağına davranır (Bıçak zaten yaygının üzerinde, yani el altındadır). Olaylar Andreas açısından olacak gibi değildir, alışkanlık üzere çantasında taşıdığı silahıyla Dimitri'yi indirir. Uzun sözün kısası kavganın evreleri vardır, bıçak belirli bir noktada kavgaya katılmaktadır. Üçüncü sayfalarda benzer örnekleri olan türden bir kavga tasarladım: İki kafadar bir kıza laf atarlar, sonra biri kızın diğerinin ablasına benzediğini söyler. Önce ağız dalaşı, sonra itişme başlar. İtişme kavgaya dönüşür. Bir an, taraflardan biri bıçağına davranır. Bıçağına davranmazsa bile diğeri eve gider, bulduğu bıçak, tabanca, elektrikli testere tarzında bir silahla kendisini alık alık mahallede beklemekte olan arkadaşını öldürür. Bu durumda da 'İki elinle testere tutarken nerenle yumruk atıyordun?' sorusu geçerliliğini yitirir.
Andreas'ın anlattığı hikayedeki 2) nolu noktaya gelince. Sarhoşlar kavga ederler, özellikle de bastırılmış bir öfkeleri varsa. Gerçekte bile Dimitri sarhoş değildir. Zaten iki adam daha ancak bir şişeyi devirmişlerdir; fazla kendilerinden geçecek halleri yoktur. Bu yüzden bir enerji sorunu yaşayacaklarını sanmıyorum.
3) Bir kavgada bıçağı nereye saplarsanız saplayın 'Oraya değil de, niye buraya saplandı?' denebilecek her zaman birden fazla bölge vardır. Belki ikisi yerde yuvarlanıyorlardı, karın hedef alınmıştı ama bacağa saplandı. Sonuçta vücuttaki ölümcül bölgeleri hedef alabilen ninjalardan bahsetmiyoruz. Sokak kavgalarında yumrukların/tekmelerin nasıl havayı dövdükleri ya da nereyi tuttururlarsa oraya geldikleri ortada. Bu kavgada da benzer bir durum olabilir.
Peki Andreas salak mıydı? Kahramanıma salak dedirtmem (Ben diyebilirim, sonuçta benim evladım). Evladım olduğu için söylemiyorum, Andreas salak değildi.
Sakatlanmış bir şekilde döneceğini öngörmüş olmalı. Ama normalde yürüyerek gidilen bir yere bir de yanında eşek sürüklese dikkati çekerdi. Bu günübirlik pikniğe uyku tulumu ve çadır götürmek gibi bir şey olurdu.
Finalde mizanseni hazırlarken bıçağı sona saklasa iyi ederdi fikri bence de mantıklı. Ama her ne kadar o noktaya planlı bir şekilde geldiyse de adrenalin boşalması yaşayan Andreas'ın optimum çözüme ulaşmaması doğal geliyor. Hatta düşününce bana daha gerçekçi geliyor çünkü Dimitri'yi vurunca ben de panik içinde bıçağı saplattım, sonra bir dövüş mizanseni olmalı deyip elbiseleri parçaladım, sonra da bedende izleri bıraktım. Civarda bir CSI: New York ekibi olmadığı için de olayların sekansı o kadar sorun yaratmazdı.
Parmak izi bile alındığını sanmıyorum: Olaylar günümüzde değil, 20 lerle 40 lar arasında bir yerde geçiyor. Andreas balıkçılıkla geçinmeyi hayal eden biri, ekmekleri hala evde yapılıyor ve ada turizminin en ufak belirtisi yok. Bu noktada 'polis' kavramı sorgulanabilir. İtiraf etmeliyim 1984 öncesi Yunan kırsalındaki polis örgütlenmesinin nasıl olduğuna dair bir bilgim yok.
Yazarken çok zevk aldım. Kurgulamada bu tip tartışmalar çok zevklidir ve bayağı çekişmeli geçer. Özlediğim bir özellikti. Yalnız bir ricam olacak. Gerçi yorumunuz epey geç geldi ve okuyan artık okumuştur diye düşünebilirsiniz ama yine de bu tarz bir yorum yapacaksanız başına bir 'spoiler' uyarısı koymanızı rica edeceğim. Okuyucunun gözü yazıdan önce sizin yoruma kayarsa, ki bu hiç de küçümsenecek bir olasılık değil, yazının süprizini kaybetmesin.
Vaktiniz, emeğiniz ve neşeli yorumunuz için teşekkür ederim.
İlhan Kemal
Öyküye yorum yazanlar hanımlar ya da beyler diye bir ayırım yapmak doğru mu, bilmiyorum. Belki bu sefer değil ama uzun süre yazılarıma düzenli olarak yorum yapan beyler hatırlıyorum. Ayrıca sanal ortamda cinsiyetin ve kimliklerin havada uçuştuğunu da hatırlatmak isterim.
Kıskanma oluyor mudur? Niye olsun ki? Bir tür çalışma atölyesindeyiz, hepimiz iyi kötü bir şeyler üretiyoruz. Bir şirkette birbirinin yerini kapmaya çalışanlar değiliz. O yüzden yorum yapmamayı ya da yorum yapınca da olumsuz şeyler söylemeyi kıskançlığa bağlanmaması gerektiğini düşünüyorum.
Teknik konularla ilgili yorumum aşağıda zaten.
Yorum yapan herkese sevgilerimle.
Ağyar
Zaman ve mekân konusunda ipucu vermediğiniz için mekân olarak hayalimde hep Britanya adalarında bir sahil kasabasını canlandırmıştım. Kendi kendime diyorum, Aynur Hanım nasılda Yunanistan diyerek isabet ettirmiş, meğer oda şiirinizden kopya çekmiş :- )
Zamanı ise aşağı yukarı tutturduğumu söyleyebilirim.
Günümüzde ses getiren bilhassa yabancı polisiye filmlerinin senaryoları oluşturulurken emniyet arşivlerinden yararlanılır. Senaryo aşamasında; filmi seyredecek binlerce hatta milyonlarca seyirciden belki de “ço, ço, ço,ço, çok” az sayıdaki kısmı kriminolji, balistik vs gibi kavramlardan anlamasına rağmen, senaristler o anlamayanların içerisinden mutlaka bir iki tane kıl çıkar (benüm gibü) şüphesiyle ince eleyip sık dokurlar.
Artık ne düşünürsünüz bilmem sizde o senaristler gibi kıllığıma sayabilirsiniz. :- )
Aynur Hanımın bir yazısında kendisine de dediğim gibi “içlerinde istisnalarda olsa yorumlarımı karşı tarafı germesin, hafiften bir tebessüm ettirsin diye hiciv ağırlıklı yazmaya çalışırım. Her ne kadar bu tarz benim hoşuma gitse de karşı tarafta taammüden zülfüyâra saldırı var hissi uyandırıyor maalesef. Lakin haddimi gayet iyi bilirim, bu yüzden müsterihim”
Vallahi kıllık olsun diye yapmıyorum :- )
Tekrar tebrikler, selamlar
İlhan Kemal
Ote yandan bazen en goz onunde olan seyler bile tartismaya acik oluyor. Spor yorumcularini ve yavasca oynatarak gosterdikleri pozisyonlar ilk aklima gelenler.
Mekan ve zamana gelince... Haklisiniz. Isimler ve sarap disinda Ege'yi isaret eden bir belirti yoktu. Yeri ve zamani daha belirgin koymaliydim.P
İlhan Kemal
ekmeğinde kekik elinde cinayet kokusu..:)
sevgim saygım tebriklerim günün yazısına çok değerli yazarına..
İlhan Kemal
Ben teşekkür ederim güzel yorumunuza. Saygılarımla.
İlhan Kemal
Başkalarının hayallerini görebilseydim, benimkiyle karşılaştırıp 'Hayalgücüm genişmiş ya da değilmiş' diyebilirdim. Ama çoğu kişinin başka kaygılarla hayalgüçlerini dizginlediklerini düşünüyorum. Ben yazarken eğleniyorum, umarım okuyanlar da bir parça olsun iyi vakit geçiriyorlardır. Saygılarımla.
Okumaya başladığımda böyle bir son geleceğini hiç düşünmemiştim.
Güzel kurgulanmış..
Ellerinize sağlık..
İlhan Kemal
İlhan Kemal
beklediğim öyküyü kısa zamanda yazmanız sabırsız birine ilaç gibi oldu. inanın böyle bir öykü beklemiyordum demiyorum artık öğreniyorum... tşk ederim...ilgimi çeken olayın oluşunda sonu oldukça etkiledi beni seven bir adamın sevdiği uğruna her engeli kaldırabileceği...bazen hep kalıplaşmış kelimelein ardına sığınırız ölçü ararız sevgide oysa davranış eyleme dikkat etmeyiz söylemedi ya sevilmiyormuyuz diye düşünürüz, doğanın kanunu sanki söylenmeden olmaz. sessizlikte bile sevgi vardır hissetmek has olan... değer verdiğiniz kattığınız için saygılarımla..
İlhan Kemal
Eylem, çenesi oldukça düşük bir anlatıcıdır; bize epey şey söyler kişinin gerçekten hissettikleri konusunda. Bu öyküde kişilerin hislerini ele veren eylemler üzerine. Sevdiğimiz uğruna cinayet işlemek akıllıca gözükmese de bunun öykülere gazetelerin üçüncü sayfalarından daha çok yakıştığını düşünüyorum. Ben teşekkür ederim hassas yorumlarınız için. Saygılarımla.
Eskiden kekik ete lezzet, koku vermesinden ziyade etin çürümesini engellemek için kullanılırmış. O halde bi cinayet işleyip kekikle çürümeyi yavaşlatabilirsiniz:)
lavanta , müge kokusunda cinayet olmaz gibi ama kekik iyi gider, iyi bir tercih :)
Tarihteki ilk cinayet niyeydi ? Ademin oğulları hep aynı, hiç değişmiyor.
Tebrik ederim zevkle okuduk.
Saygılar.
İlhan Kemal
Bir kisi gibi ben de bir ara islenebilir cinayetler kitabi yazmayi hayal etmistim. Evinizdeki gunluk malzemelerle cinayet isleyip cesetten gercekci kurtulma yontemleri olacakti (Mesela 52 kiloluk bir kadina 84 kiloluk kocasinin cesedini sirtlayip Ankara'nin ortasinda denize atmasini soylemeyecekti). Anlasilacagi uzere en hayati noktalardan biri cesetten kurtulma uzerine, saklama degil. Diyelim ki Johnny Depp'i kacirdiniz. Adam rahat durmuyor, kacti kacacak. Elektrik verip oldurursunuz. Cesedi bozulmasin diye ideal mumyalama yontemini ararken, evet, kekik ise yarayabilir. Otumuzla bir sure durumu idare eder, sonra kalici cozume gecebiliriz. Yine de bircok kisi cesetleriyle karsilikli oturmayi degil, onlari ortadan kaldirmayi dener. Bu da dogal olarak kekigin kullanim alanini kisitlar.
Tarihteki ilk kaydi olan cinayet Sumer arsivlerinde olmali. Bunun icin bir Sumerologun destegine ihtiyacimiz var.
Renkli yorumunuz icin tesekkur ederim. Sayenizde otobusun ortasinda gulumsuyorum. Saygilarimla.
O kadar güzel yazmışsınız ki, tüm öykü gözlerimde canlandı
Tek kelimeyle harika, güne geleceğinden eminim..
Başarılarınız devamını diliyorum, sevgilerimle..
İlhan Kemal
Yaylada - 1
Ben basmadım
Yayladaki kekiklerin üzerine.
Hacı Osmandır
Beni iten
Sırtımdan tek kurşunla.
Yaylada - 2
Kekik ete tad verir derler.
En iyi kuzgunlar bilirmiş,
Ben de yeni öğrendim
İlhan KEMAL
Ben galiba yazılarınızdaki duygusuzluğu kanıksadım. Artık hiç şaşırmıyorum. Üstelik farkında olmadan bunu kendi çalışmalarımda uygulamaya başladığımı da hissediyorum. Sanırım bulaşıcı bir tarz:)
Türk-Yunan kültürleri ne kadar da bir birine benziyor dedim kendi kendime. "İnşallah" bile diyebiliyorlar. "‘He ya.’" bu cevabı veren Dimitri olmasaydı, gencin bir ege çocuğu olduğuna yemin bile edebilirdim...
Finalde merak içinde "neden acaba" diye düşünürken gerçeği görmek etkileyiciydi.
Biliyorum ki, bunları çok kısa bir sürede kurgulayıp ekliyorsunuz. Ya da yazmış olduğunuz şiirin öyküsünü açıyorsunuz...O yüzden özellikle bu yazınızda bir iki kelime hatası var. Gözden geçirirseniz farkedeceksiniz.
Bunun dışında benim için yine son derece okunası bir çalışma...Hızınıza ve hayal gücünüze "maşallah."
Kutluyorum.
Saygılar.
İlhan Kemal
'İnşallah'ı yazarken epey düşündüm. Türkçe yazıyorum, ama Türk olmayan insanlardan bahsediyorum, bahsi geçen kişiler bizim kültürümüze yabancı değiller. Bu noktada 'inşallah'ı kullanabilir miyim? Kullanabileceğimi düşünmüştüm, ama yorumunuzu görünce yanıldığımı anladım.
Bu öykü dün sizinle yaptığımız 'Hendek' serisinin bir ürünüydü. En sevdiğim metro istasyonu yolunda tasarladım; bu sabah yazarken de Sophia'yı konuşmalı rollerden aldım. Şiirler ise öyküden önce yazıldı ama öykünün yan ürünü sayılırlar. Kekik kokusu ise sayın Gülayşe'nin Yayık Ayranı'na yaptığı yorumdan fırlayıp öyküye ve şiire yayıldı.
Dikkatli okumanız için bir daha teşekkür ederim. Tekrar okuduğumda bir iki hatayı düzelttim ama sanırım hala içinde epey var.
Hayalgücü kadar yapılan yorumların beni tetiklemesinin de katkısı var bu öykülerde.
Teşekkür ederim. Saygılarımla.
Aynur Engindeniz
Tarzınızı eleştirmiyorum, her seferinde etkileyici olduğunu söylüyorum. Etkileyici bulmadığım zaman bunu açıklıkla söylerim inananın.Bunlar genel görüş değildir ayrıca, belki benden başka kimse böyle düşünmüyordur.
İnşallah kelimesine gelince, ben kullanılamaz manasında eleştiri yapmadım. Çünkü bu konuda fikrim yok. Belki de Hristiyanlarında bu manaya gelen bir sözcüğü vardır. O halde kullanmaları normal sayılır. "Allah izin verirse" daha uygundur belki de. İnşallah Arapça sonuçta...Sadece sesli düşünüyorum...
Siz eleştiriye açık bir yazarsınız, bu da kendinize güveninizi ve profesyonelliğinizi ortaya koyuyor. Yoksa asla böyle sorulu cevaplı yazmazdım. Sorarken öğreniyorum aynı zamanda. Bence herkesin yapması gereken bir şey.
Üstelik hala kaleminizi kıskanıyorum, böyle de gider bu :)
Saygılar.
İlhan Kemal
'Duygusuz' nötr bir sıfat değil. İster kişiler için, ister anlatılar için kullanın, duygusuz'un olumsuz bir anlamı var. Benim öykülerim için sıkça kullandığınız bir tanımlama olunca bir de sizden tanımı duymak istedim. Siz de gayet güzel ve net bir tanım sundunuz.
Tanımınız bana öykülerin dışında, günlük hayatta bazı erkeklerin karşılaştıkları bir cümleyi anımsattı: 'Beni sevdiğini bana hiç söylemiyorsun.' O erkek duygusuz mudur? Eşinin kariyeri için kendi kariyerinden vazgeçen bir erkek eşini sevmiyor mudur?
'Ne düşünüyorlar, ne hissediyorlar anlıyoruz ama, kelimelerle değil, olayın gidişatına göre .' : Harika! Benim de yapmak istediğim bu zaten. Olay, kişilerin olaylara verdiği tepkiler, sözlerle duyguları ifade edebiliyorsam bir de iç konuşmalarla 'Çok kızmıştım' ya da 'Bunalıyordum' dedirtmenin gereği yok. Eğer o bunalma duygusunun kahramanın eylemlerine ve tutumuna etkisi yoksa, o bunalmadan bahsetmek de anlamsız.
Dediğiniz gibi bu bir tarz meselesi. Ben bunu tercih ediyorum, bir başkası iç konuşmalarla duyguları yansıtır. O zaman neye itiraz ediyorum? 'Duygusuz' kelimesine. Eğer bir şekilde okuyucu hikayedekilerin duygularını anlayabiliyorsa ben 'duygusuz' kelimesini kullanmam. O öykü duygusuz değildir. Peki benim için duygusuz olan nedir? Aşağıdaki gibi bir metin olabilir.
Coşkun tüfeği omzuna yaslayıp nişan aldı. Önce ilk hedefi vurdu, sonra ikinciyi, sonra da üçüncüyü. Atışları bitince tüfeği duvara yasladı ve kulaklıklarını çıkardı.
Bu pasajı duygusuz yapan Coşkun'un tüm hedeflerini vurmasından dolayı ne hissettiğini anlayamamızdan çok, bizim okuyucu olarak metin bıraktıktan sonra bir şey hissetmememizdir. Belki 'Aferin Coşkun'a' ya da 'Ateş etmeyi nerede öğrendi ki?' gibi şeyler söyleyebiliriz ama kuvvetli bir duygudan bahsetmek pek olası değil.
Bütün bu açıklamalardan sonra artık sizin 'duygusuz' dediğinizde ne demek istediğinizi biliyorum. Gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz, benim korktuğum kavram değilmiş.
Eleştiri gerekiyor. Hatta Deniz Aral'ı çok özlememde detaylı teknik eleştirilere duyduğum açlık yatıyor. Ne yalan söyleyeyim, böyle eleştirileri okuduğunuz zaman kendinizi iyi hissetmiyorsunuz (Bu tip eleştirileri 'yorumlar' arasına yazmadı) ama eleştiriyi yanıtlamaya kalktığınızda onun ne kadar haklı olduğunu görüyor ve teslim oluyorsunuz. Sizin eleştirileriniz de benzer kıvama yaklaşıyor, bu yüzden çok mutluyum.
Unutmadan, 'inşallah'tan bahsetmek istiyorum. Vurulan bir kovboya 'eşhedü enla' dedirtmek saçmalık, bunu kabul ediyorum. Ama bazı konuşma dili 'çeviri'leri yapmanın mümkün olduğunu düşünüyorum. Örneğin dünkü Jenny'e Amerikalıların konuşma dilinde sıkça kullandıkları 'Kutsal İnek adına!' dedirtirsem okuyucuyu metinden koparırmışım gibi geliyor.
Her şey için teşekkür ederim. Saygılarımla.