- 666 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Hendek
Çok inatçıydı. Günlerdir onu bayramla beraber uzamış haftasonu tatili için Vermont’taki kulübeye götürmek istiyordum, bir türlü ikna olmuyordu.
‘Ne yapacağız bütün haftasonu kulübede? Civarda spor yapma imkanı var mı?’
‘Bol bol ormanda yürüme imkanı var. İstersen ava gidebiliriz. Ama bu biraz masraflı olur: İzin filan almamız gerekir.’
‘Avlanmaya karşı olduğumu biliyorsun! Et yemeyen birine avlanmadan bahsedilir mi?’
Düşüncesizlik etmiştim. İşimi iyiden iyiye zorlaştırmıştım.
‘Pardon, benim hatam. Güzel bir deremiz, küçük bir şelalemiz, şelalenin altında da gölümüz var; tıpkı filmlerdeki gibi.’
‘Herhalde filmlerdeki gibi de o gölde çıplak yüzmemi bekliyorsun.’
‘Sen söyleyene kadar düşünmemiştim ama fena fikir değil hani.’
‘Kendi başına gittiğinde istediğin gibi yüzersin.’
Üstelemedim. Gelmeyecekti. Öte yandan kulübeyi ayarlayabilmek için çok uğraşmıştım. Boş bırakmak yazık olurdu, tek başıma gidecektim.
…
Şehirdeki son akşamımda kulübeye götüreceğim kitapları seçmeye çalışıyordum ki bir mesaj geldi: Orada tek başına korkmayacak mısın? Aha! Artık hayır. Sabah yedide seni alırım diye yazdım. Cevabı gecikmedi: Sekiz buçuk olsun!
Sabah kararlaştırdığımız saatte, dokuzu çeyrek geçe onu aldım. Kahvaltıyı yol üzerindeki bir lokantada ettik. Sonra da kulübeye varana değin durmadık. Ormanlarla kaplı bir tepenin yamacındaki kulübe temiz ve düzenliydi. Kiralayan şirket hafta içinde temizlemeye birilerini göndermişti. Yine de bu Jenny’nin homurdanmasına engel olmadı.
‘Yalapşap yapmışlar temizliği. Mesela şu koltukta hayatta oturmam.’
İtiraz etmedim, şömine başı bana kalmıştı. Jenny içeriye geçmiş, sesi geliyordu:
‘Buraya örümcek ağ kurmuş. Hey! Sen nerede yatacaksın, tek yatak odası var.’
Bir dağ kulübesinde kaç yatak odası olmasını bekliyordu ki? Dahası, dağ kulübesine gelirken geceyi başka türlü geçirebileceğimizi nasıl hayal edebilmişti? Sesimi çıkarmadım. Yatma düzenimiz sözlere gerek kalmadan halledilebilecek bir konuydu.
‘Çıkıp etrafı gezelim mi?’ diye sordum, ‘Saatlerdir araba kapalı oturuyoruz.’
‘İyi olur, biraz olsun şu küf kokan yerden uzak dururuz.’
Evden nehire doğru giden patikaya daldık. Yürürken pek konuşmuyorduk. Pek istemesem de önden gidiyordum. Civarı tanıdığını iddia eden bendim. Aslında tüm bilgim internet sitesinde okuduklarım ve baktığım resimlerle sınırlıydı. Ara ara dönüp arkama bakıyor, geri dönerken yolun neye benzeyeceğini öğrenmeye çalışıyordum.
‘Merak etme, hala arkandayım.’
Yine yanıt vermedim. Onu kontrol ettiğimi düşünmesi iyi bir şeydi.
‘Belki önümden yürüsen daha rahat ederiz.’
‘Birincisi, bu şekilde kalçalarımı seyredeceğini sanıyorsan yanılıyorsun sevgili Kerim Uslu. İkincisi ise ben yolu bilmiyorum.’
‘Bilmene gerek yok. Patikayı takip et, yeter.’
‘Seni takip ediyorum, fazlasıyla yetiyor.’
Tartışmayı uzatmadım. Önüme geçeceği yoktu. Kalçaları için kulübeye dönüşü beklemek zorundaydım.
Patikanın ikiye ayrıldığı noktada durakladım.
‘Ee?’ dedi, ‘Hangisi şu ünlü çıplaklar gölüne gidiyor?’
‘Oraya mı gidiyoruz? Bilsem mayomu alırdım.’
‘Çıplak gireceğin gölde ne mayosu?’ diye çapkınca gülümsedi.
Dalga geçmesine aldırmamış gözükerek:
‘Bu öylesine bir gezinti. Göle yarın gideriz.’ diye yanıtladım.
‘Ah! Ben senin yüzmek için acele ettiğini sanıyordum. Sen bilirsin. Peki, hangi yola sapıyoruz?’
‘Soldakine. Sağdaki eski değirmene gidiyor.’
Değirmeni o anda uydurmuştum. Patikanın o ucu göle, nehire, değirmene ya da havaalanına gidiyor olabilirdi. Hiç bir fikrim yoktu. Sol tarafa saptık.
‘Fikrini ne değiştirdi?’ diye sordum.
‘Michael’ dedi, ‘Aile evini ziyaret edecektik ama planı iptal etti.’
‘Michael’la, ailesiyle tanışacak düzeyde görüştüğünüzü bilmiyordum.’
‘Görüşmüyorduk. Annesiyle babası tatil için Long Island’da bir yer tutmuşlardı. Bu yüzden aile evi boştu.’
‘Anladım.’ dedim. Şömine başındaki kanepede uyumak o kadar da fena olmayabilirdi. Kendimi alıştırsam iyi ederdim.
Patika yavaş yavaş kayboluyordu. En sonunda iyice görünmez oldu. Kendimizi ağaçların arasında, nereye gideceğimizi bilmez bir halde bulduk.
‘Ne oldu senin göl yoluna?’
‘Yol ayrımında hata yaptım. Buraya gelmeyeli uzun süre oldu, tüm detayları hatırlamıyorum.’
‘Buraya hiç geldin mi ki?’
Daha fazla yalan söyleyemedim, ‘Hayır’ dedim.
‘Neyse, kulübeye bir an önce dönip bir şeyler yiyelim, sonra şu senin gizemli gölünü ararız.’ dedi. Yalan söylemiş olmam onu ne şaşırtmış, ne de kızdırmıştı. En azından daha fazla gerilmeyecektik.
Ama yolu bulamıyorduk. Geldiğimizi düşündüğümüz yönde bir süre yürüdük. Yolumuzu bir hendek kesince yanlış yöne gittiğimizi anladık.
‘Daha fazla kaybolmadan şuraya oturalım da, ne yapacağımızı konuşalım.’ dedi.
Hendeğin kenarına oturduk.
‘Sola saptıktan sonra güneye döndük’ dedi.
‘Nereden biliyorsun?’ diye sordum.
‘Ağaç yosunlarından.’
Umarım o yosunlar ne yöne baktıklarının farkındaydılar. ‘Peki şimdi ne yapacağız?’
‘Bir şekilde kuzeye doğru yürüyeceğiz. Kulübeye varamasak bile onun hizasına geliriz. Böylece ona ulaşacak bir yola da rastlayabiliriz.’
Söylediği aklıma yatmıştı. Daha iyi bir fikrim de yoktu. Rahatlayıp arkama yaslanmaya kalkınca bir anda hendeğe yuvarlandım. Kendimi çürümeye başlamış yaprakların arasında, yüzü koyun yatarken buldum.
‘İyi misin?’ diye yukarıdan bağırdı.
‘Görünürde evet. Ağzım burnum çamur doldu ama ciddi bir yaramazlığım yok.’
‘Kalk da gel o zaman. Beni oraya indirme.’
‘Tamam, geliyorum.’
Güç almak için elimle dayandığım toprak yığını ben yüklenince içine göçtü. Dengemi tekrar bulunca yığına baktım. Tamamı toprak değildi. Üzerindeki döküntüleri temizlediğimde elime önce kumaş, sonra da onun altındaki bir beden geldi. Bir anda geriye sıçradım.
‘Hey! Burada bir ceset var!’
Jenny’nin başı yukarıda belirdi.
‘Ne diyorsun? Nasıl?’
‘İşte şurada. Bir ceset. Pek çürümemiş gibi.’
Jenny’nin aşağıya inmesini beklemiyordum ama indi. Büyük merakla cesede doğru yürüdü. Ben ise olduğum yerden kıpırdayamıyordum. Cesede önce dokunmadı. Sonra baş tarafındaki yaprakları temizledi.
‘Dokunma!’ diye bağırdım. ‘Parmak izlerin üzerinde kalacak.’
‘Bakmazsam nasıl polise ihbar edeceğim? Bir ceset buldum, kadın mı, erkek mi bilemiyorum mu diyeceğim. Zaten yerini bile söyleyemiyorum.’
Bu sefer yaptığı akıllıca gelmiyordu. Ama yanına gidemeyecek kadar da korkuyordum. Jenny ise eğilmiş cesedi inceliyordu.
‘Bir erkek! Otuzlarında. Hispanik kökenli sanırım. Hey, bu adam göğsünden vurulmuş, hem de bir kaç kere.’
‘Bırak onu artık!’ diye bağırdım, ‘Olay mahaline zarar veriyorsun, başımızı belaya sokacaksın.’
Cesedin başından kalkıp yanıma geldi. Heyecanlanmıştı ama korkudan değildi.
‘Fazla film ve dizi seyrediyorsun. Bir şey olmaz. Neyse, fazla oyalanmayalım.’
Hendekten çıkıp yürümeye başladık. Bu sefer önden gidiyordu. Ses çıkarmadan onu takip ettim. Aklım cesetteydi. Onun da aklı orada olmalıydı; ikimiz de konuşmuyorduk.
‘Doğru yönde olduğumuza emin misin? Buraları hiç hatırlamıyorum. Hey, biz güneye gidiyoruz.’
‘Merak etme, dedi, doğru yöne gidiyoruz. Sana söylemedim, değil mi? Cesedin üzerinde iş tulumu vardı, şu temizlikçilerin giydiklerinden.’
‘Onun bizim kulübeyi temizleyen adam olduğunu mu söylüyorsun?’
‘Daha fazlasını söylüyorum. Bizim kulübenin yerini temizlikçinin yanısıra katilin de bildiğini söylüyorum. Bu yüzden güneye gidiyoruz.’
Sesimi çıkarmadım. Jenny’nin takip ediyordum ama kalçasına bakmak aklımın ucundan bile geçmiyordu.
YORUMLAR
Sahne ve dekorlar "Nehir" (Deliverance) filmini çağrıştırdı bir an, kulağımda da filmin meşhur kauntrisi "Duelling Banjos" fon müziği. Kahramanımızda Burt, şu Reynıldsların Burt canım.
Yalnız Jenny’i bir türlü çıkartamadım. İçimden “Ali MacGraw” geçiyor.Erkek Fatma misali, (laf aramızda platonik aşkımdı o zamanlar) lakin düşünüyorum taşınıyorum da onda öyle fantazilik kalça varmıydı diye; yoktu :-)
Bu arada sahne ve dekor demişken arada hakkınız yemeyelim; aman ha! Senaryo tam “fenafil” işi. Orijinal yani. Tebrikler
Selamlar
İlhan Kemal
Bir iki versiyonunu daha yazmayi planliyorum. Bakalim onlar nerelerden esintiler tasiyacak? Ali'nin kalcalari konusunda hak vermemek elde degil. Ozellikle geride kalmayi gerektirecek ozellikleri yoktu ( diye hatirliyorum)
İşte benim okumam için yazılmış bir öykü.
Bir ceset var öyküde daha ne olsun !
Kesinlikle harika bir öykü,
beni çok heyecanlandırdı.
Lütfen devamını yazın,
hem de birinciyle aynı lezzette olmalı.
Keşke ceset hakkında daha fazla tahlıl olsaydı, gerçi o adlı tıpçılara düşüyor ama .
Velhasıl-ı kelam devamı olmalı :)
Saygılar
İlhan Kemal
Öykülerin devamı olmalı mı? Eğer gerçekten öykülerse hayır. Son noktayla beraber öykünün bitmesi gerekir (Bitmiyor gibi gözükse de). Ama 'Hendek' için küçük bir ayrıcalık yapabiliriz. Belki bu ayın sonunda ben de benzer bir orman gezisi yaptıktan sonra.
Saygılarımla.
Yayık Ayranı
Kalkaydın be oğul
Gün oldu.
Gece oldu.
Yatma öyle hendekte
Ensende bir kurşun.
Kalkaydın be oğul.
İlhan KEMAL
***
Evet Türkiş şiire Hollywood-vari öykü. İkisi de pek güzel örneklemelerdi doğrusu. Kadının cesedi görünce korkmamasına neden şaşırmadım acaba?
Zavallı işçiler dünyanın en ücrasında bile çekiyorlar diye düşünmeden de edemedim doğrusu.
Siz bu işi iyi biliyorsunuz vesselam... Yalnız bir nazarlığınız var:
"...kulübeyi temizleyen adam mı olduğunu söylüyorsun?"
"...kulübeyi temizleyen adam olduğunu mu söylüyorsun?"
Bana göre sitenin en özgün öykücüsüsünüz...
Kutluyorum.
Aynur Engindeniz tarafından 5/2/2011 8:44:10 PM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Öykü pek yerli tarzda olmadı. Olsaydı öyküdeki Jenny'nin hakimiyeti pek inandırıcı olmazdı. Yazarken bir seri hendek hikayesi yazabileceğimi, bunların bazılarının da 'türkiş' olabileceğini farkettim. Belki bunu uygulamaya koyar, 'kafayı hendekle bozmuş adam' ünvanını almaya hak kazanırım.
Hispanikler Amerika'nın yeni alt sınıfı. Sayıları zencileri geçti, her türlü el emeği gerektiren işte onlar çalışıyor. Yoklukları farkedilmeyen kesimler doğaldır ki cinayet kurbanı için bir numaralı aday oluyorlar.
Güzel sözleriniz için bir daha teşekkür ederim.
Aynur Engindeniz
Ben yazının hakkını verirken göze takılan kısımların da söylenmesi taraftarıyım. Aksi halde öyküyü methetmemin yazara ne faydası olabilir? Kaldi ki benim söyledikelrim zaten yazarın bildiği ama farkında olmadan yaptığı hatalar. Önemsiz yani.
Hispanikleri yazıyı okuduktan sonra internetten araştırdım biraz. Yeni şeyler öğrenmek güzeldir. Daha önce hiç duymamıştım. Bunun için de teşekkürler.
Evet, aslında bu Hendek uzar gider güzel bir şekilde. Yol açıldı. Her biri müstakil gibi görünen ama özde birbirine bağlı bir öyküler zinciri olabilir. Böylece uzun yazılar yazma fobinizi de aşmış olursunuz diye düşünmekteyim. Zira sizden artık roman bekleniyor:))
İlhan Kemal
Büyük hatalar da söylenebilir 'Bu öyküde izinizi kaybettirmişsiniz, ben ve iki arkadaşım üçüncü paragraftan sonra kaybolduk' gibi.
Hispanikler ister istemez hayatımın bir parçası. 'İspanyolca bilmiyorum' demekten yoruldum. 'Ama çok hispanik gibisiniz, hatta Ekvator'lu' diye bir yanıt da aldım.
Bağlı hikayeler bir bakıma güzeldir; ne yazacağınızı önceden tahmin edebilirsiniz (Bir bakıma da kötüdür; okuyucu da ne yazacağınızı önceden tahmin edebilir).
Ne desem boş, klavyenin başına geçmedikçe ne olacağını ben de bilemiyorum.