- 398 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 61
61] Değilse İttihat ve Terakki’nin bu anlamda, haklı olacak savunulur tarafı elbet olmayabilir. İttihatçıların durumu, sadece o anın okunamayan bilinemezliğiyle, o günün, Dünya konjonktürünün, heyecansız şekilde, salimlikle, değerlendirilmeyişidir de. Ve Osmanlının kendine özgü somut iç koşullarını, yanlış kanılarla bezeyip, toprağa değin kaybedişler, politikalara değin kaybedişler, diplomasi kayıplarının hep iyi biçimde değerlendirile memesinden kaynaklıdırlar. Ve dahi tutumları, fazlaca fevri heyecanlı, maceracı ve fazlaca hırslıca, sonu dramatik olacak amaç güdüşlü, bir tavırdır da.
Birinci Dünya Savaşına girişteki rol üslenişlerindeki tutumlar içinde; Osmanlı ittihatçılarının vesile neden olmaları dışında hükümet, sadece şu birkaç neden yüzünde bile, savaşa girecektiler. Ya da ihtiyari dahi olsalar, Osmanlı savaşa girdirilecekti. İttihat ve Terakki’nin savaşçı yaklaşımı olmasa dahi, ittihat ve terakki savaşa girişme iradesi göstermese bile Osmanlı bu savaşta, olacaktı. işte şartlarıyla oluşmuş bu atmosfer, iç ve dış öznelci yaklaşımların süzgeci; bu gibi ittihatçı, heyecanlı yapıları seçip, ortaya koyacaktı.]
Kalıcı olan, sürecek olan şudur: doğacak olanın, batana aşina olmasıdır. Batmayan bir yapı, dönüşüp sürebilir miydi? Hayır. Dış paylaşımcı olan emperyalist gelişmeleri görmezsek bile İmparatorluk yapısı kendi ilişkilerini ileri taşıyacak olan toplumsal yapısını, şimdiye değin ortaya koyamamıştı. Sırf bu iç nedenle de Osmanlı dirlik ve düzeni, parçalanır olacaktı.
Daha öncede devleti ,16 kez batırtıp, tekrar böylece olgularla kalıcılaşmadık mı? Her batış, güncelin kendi koşullarındadır. Her doğum eski sisteme tepki verir. Doğumun sancıları, laçkalaşan sisteme tepki veriyorsa, gelişmeci mantık açısından bu, sevinilesi bir memnuniyettir. Değişme kaçınılmaz olmuştur. İşte burada ebe, bu belirişe uygun girişen ve bu belirişe uygun denk düşen, karizmatik olan, kararlar alabilenler (kişiler) olacaktırlar.
Yapı artık, denizin kendi kendisini dalgalandırmasıyla deniz, salınışa geçmiştir. Bu salınışın aks eder olan türbülanslarında (hava burgacı içinde), bazı birçok vesile nedenler de yer alacaklardı. Çok çok salınım ve osilasyonlar üretecek olan bu sosyal yapımız, bir yükselip; bir geri çekilen devinişlerlen yalancı görünümler öncülüğü de yapar olacaktı.
Ve bir dalganın düşüşüne uygun sönümleşen atım, birazdan daha çok yükselti olacaktı. Yeni vesile ve tali nedenler öncülüğünde kükreyecekti. Tüm bunlar yanıltıcı olmaktan öte gitmeyecektir. Tüm bunlar göreceli bir süt liman oluşa, Ya da sosyal ve toplumsal sistemimizin kararlı bir yapıya gidişi olacaktı. Bu durumsal süreç, illa ki Mustafa Kemal’ce okunmuş, tedbirden hali hazırdaki durum kendi zemin devinmesi üzerinde, yolun kendi akışlarıyladır ki ancak Kemal ve kadrolarıyla tutumlaştırılabilmiştir.
Bu kargaşalarda çıkacak ilk öncü tutumlaşa; Gazi’nin kadrosu olacaktı. Kadro, gidişatın genel seyrini bir anlayıp, bir anlayamaz oluşlarının, tereddüt koyan davranışlığı içindeydiler. Yapılacaklardan tek netleştirebildikleri anlayış birliği; vatanın fiili işgalde olduğudur (olduğu gerçeğidir). Ve vatanın bu durumdan kurtarılmasının gerektiğidir. Ve dahi padişahın esenliği idi!
Anlayamadıkları da, vatan kurtulduktan sonra, köprünün altında çok suların geçmiş olacağı idi. Bunu anlar olanların padişah esenliğini düşünmeyecekleri açık değil midir? Savaş sonrası bu durum, tüm çelişme zıtlaşma ve kişileşmelerin çatışmacı şansızlıklarını yaşayacaktı! Bir durumda, çok büyük bir şansınız olan olgular; şimdi kendi uyumsuzluklarını, toplum siyasetinin sorunları arasına soku vermiştiler.
Bunlar vukufiyetsizlikler içinde olacak kaçınılmaz yaşanısılardı. Fakat çekirdek kadronun sadece anlamış olduklarının olumlu ve devindirici katkınlıklarıyla da çok büyük emekleri var etmiştirler. Üstelik ilerlemeci bir ülkünün gerçeklenmesinde de, canı gönülden, eylemlere yol verişi sağlamıştı, bu değerli kişiler.
Sosyolojinin şaşamaz yasası gereği, yolun biçimine uyumsuzluklarından ötürü bu sevgili kıymetler sistemin dinamiklerince ve süreç içindeki her bir aşamalardaki yanlış tutumlarından ötürü eleştirilir olacaklardı. Tabii ki, emekleriyle değil ama bu kişilerin öznellikleriyle yadsınır olacaktılar. Bu hal tıpkı büyüyen bir insanın; bebeklik, çocukluk, delikanlı vs. dönem aşamalı oluşlarını hem yadsıyıp hem de yadsıdıklarını nispeten özümsemesi ile büyümesi gibi idi. İş bu bilinci ve bu işlev yolu, salim bir akılcı müdriklikle anlamaktı!
Bu değerli çekirdek kadrolar, kuş avına çıkmış mahirler gibiydiler. Ancak bütün içindeki parça işlevleriyle her atışları geyik avı ile sonlanan bir edimi oluşturuyorlardı. Açıkçası düşmana ateş ediyorlardı, ama sanki her ateş edilmesinde yeni bir istikbal inşa eden vuruşlar yaptıklarının farkında değildiler gibiydi. Yani kurtuluşçu genel Plânı uyguluyorlardı ama amacı ve gidişatı göremiyorlardı. Ya da görünce de, tahayyüllerinde olmayan bu sonuçlara, şaşmalarının tereddüdünü izhar ediyordular.
Dolaysı ile kadrolar, ana fikirle sürtüşen bir fren görevi ile geleceğe karşı olmalarının çatışmasını, kaçınılmaz olaraktan vuku bulduracaktılar. Şimdi biz yine, Birinci Cihan Savaşı öncesi sosyal yapımıza bakalım. Sosyal yapıdaki iç ihanetlerinin, bu çöküşe gidişte, vesile nedenolacaktı. Sistem dönüşüp, üretip paylaşamamasının pek çok vesile neden osilasyonlarını üretecekti. Şimdi, vesile olan olaylar girişmeli görünüşlerin, nasıl bir hainlik boyutu, taşıdığını görelim.
Burada soru işareti yaratan durum şudur; hükümet (İttihat V e Terakki) bu durumları yani iç ihanetleri teşkilatı mahsusa aracılığı ile biliyor olmasına rağmen, sonucu akim kalsa dahi, alacağı her tür önlemleri alamıyordu. Gereken tepkiyi, tedbir ve davranışı gösteremiyordu. Bu hükümetin hem en heyecanlı aczi idi, hem de, iç ve dış şartlarla ne denli kuşatılmış olmasının bir görünüşüydü. Hükümet, Meclisi Mebbusan içindeki bu tür vekil ihanetlerinden haberdardı ve ihaneti biliyordu. Bu çok büyük ve alabildiğine tehlikeli, vahamet gösteren ve önem arz eden çok ciddi bir durumdu! Osmanlı’nın kurdu Osmanlı’nın içinde idi!
Şimdi bunlardan üç beş tanesini belirtilerek, konuya işlerlik kazandıralım. Bunlardan birincisi Kozmidi Efendi’dir. Ki; İstanbul Mebbusudur. Bunlar saygı sözcüğünü hak etmez denli hain, muhterislerdir. Bu zat, un tüccarlığı yapıyordu. Bunun yanı sırada İstanbul’da değirmenler tekelci sidir (tröstüdür de). Bu kundakçı katil, öyle azgın övünmeler içinde idi ki, zaman zaman, elindeki gücün kendisine sağladığı mağruriyetlerin muktedir oluş olumsuzluklarını, İstanbul’a yaşatmaktan, çekinmeyeceğini şöyle söylemekte idi: ’İstersem İstanbul’u aç bırakırım’ diyen tehditleri ve cüret ve tahdit savurmaları olmaktaydı!
sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.