- 882 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
MAZİMDEN YAPRAKLAR - 5
Kurtköy’deki babamın kahvesinde geçirdiğim ve yıkanarak temiz uyuduğum ikinci gecenin sabahı günlerden Pazartesi idi. Pendik’teki okulumun ikinci sınıfından ayrılıp buraya gelmiştim. Şimdi okula yeniden başlama zamanı idi.
O sabah babam uyandırdığında altıma kaçırmamış olduğumun ve gece yıkanmış olmamın rahatlığı ile kalktım yatağımdan. Hemen yatağımın kenarındaki kıyafetlerimi giyinirken babam da yatağımızı toplayıp kahvenin bir köşesine yığdı.
- Günaydın ufaklık !
- Günaydın Küçük İncirli !
Herkese teşekkür edip, gülümseyip ocaklıktaki lavaboya yanaştım, elimi yüzümü yıkadım. Havlu çok kirli görünüyordu, anneminkiler gibi tertemiz değildi. Mecburen silindim.
Ocaklıktan bozuk para alıp doğruca bitişiğimizdeki bakkala girdim. Bu defa kremalı değil de başka çeşit bisküilerden elli kuruşluk alıp döndüm. Yine kocaman bataryalı kırmızı radyomuzun altındaki masaya yerleştim. Babam bana paşa çayı, kendisine de açık bir çay alıp yanıma oturdu. Böylece sabah kahvaltımızı birlikte yaptık.
Biraz sonra da defter ,kitap ve kalemimin olduğu bez okul çantamı yanımıza alıp okulun yolunu tuttuk. Okul bize çok yakındı. Çocuklar çoktan okulun önünde toplanmış, başlarında otuzlu yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim tek bir erkek öğretmen vardı.
Babam beni onun yanına götürüp teslim etti. O da fazla bir şey sormadan sıradaki yerimi gösterip İstiklâl Marşımızı söyletmeye başladı. Doğrusunu isterseniz, Pendik’teki okulum kadar düzgün söylenmiyordu burada İstiklâl Marşı. Oldukça şaşırdım.
Biraz sonra hep birlikte okula doluştuk. Beş sınıfın öğrencileri de aynı sınıfta okuyordu. Beş sınıfa bir öğretmen eğitim verecekti. Halbuki Pendik’te her sınıfın öğretmeni ayrı idi.
Öğretmenimin adı Selâmi bey idi. Yakın köylerden biri olan Yayalar’dan. Bizim kahvenin de daimi müşterilerinden. Bir gün önce tatil olduğu için gelmemişti kahvemize.
Öğle yemeği için kahveye döndüğümde, Selâmi öğretmenin çoktan gelip kahve sahibimiz İbrahim ağa ile oyuna tutuştuğunu görünce hayret ettim.
O gün köye balıkçı gelmiş olacak ; babam da bir palamut balığı alıp dilimlemiş ve pompalı gaz ocağımızla bir güzel kızartmıştı. Şahane bir öğle yemeği yiyip öyle gittim okuluma.
Daha önce Pendik’te okumuş olmamın farkı çok çabuk belli olmuştu. Diğer çocuklardan daha iyi okuyup, daha kolay anlıyordum dersleri.
Fakat, Selâmi öğretmenin, beş sınıfı birden bana emanet edip, ders saatinde, kahvemize, İbrahim ağa ile iskambil oynamaya gitmesine halâ inanamıyorum !
O gün okuldan döndüğümde gürültü yoktu kahvemizde. Sadece bir uzun hava, bir gazel sesi ve ağlamaklı bir kadın sesi vardı. Şaşkın bir şekilde girdim kahveye. Yazları çobanlık edip, kışlarını bizim kahvede barınarak geçiren Tahsin kâhya, çok sevdiği gramafonu açmış ve babamın şarkısını çalıyordu :
VEREMLİ KIZ
Her gün doktor gelir gider, herkes bunu merak eder.
Zavallı kız verem olmuş, yaprak dökümünü bekler.
Penceresi siyah perde, zavallı kız düşmüş derde.
Doğru söyle anneciğim, yatılır mı kara yerde ?
Hafız Burhan mı yoksa Cahit Seyhanlı mı söylüyordu diye düşünürken, galiba Cahit Seyhanlı ağır basıyor.
Radyomuzun altındaki masaya oturmuş, hiç bırakamadığı Köylü sigarası ağzında, tüm kahveyi dumana boğacak kadar derin çekiyor. Geriye taralı dik, sert saçları sanki teslim olmuş gibi kadere, biraz yan yatmışa benziyor. Yeşil gözleri Kurtköy’ün bolluktan akan çeşmelerine rakip olmuş gibi. Derinlere, çok derinlere bakıyor.
Henüz otuzunda bile değilmiş annesi, babaannem, veremden öldüğünde. Tahsin kâhya ne zaman kahvemize gelse, hemen o plağı çalmasını istermiş.
Zamanla öğrendim. Genç yaşta babaannem veremden ölünce, bir üvey anne getirmiş dedem eve. Çok kötüymüş o. Halama, babama ve amcama çok zulüm etmiş. Bir gün ablasını dövdüğü için ona sopayla vurmuş babam. Dedem de söylenip evden kovmuş .
Onüç yaşından veri yuvasızmıştı babam. Annemle zehir hayatı yaşadığı evliliği de topu topu dört yıl sürmüş zaten.
Zavallı babacığım. O içli şarkıyı dinleyip, veremden ölen annesini hatırlarken, hiç aklına gelmiş miydi acaba ; kendisinin de bir gün akciğer kanseri olup öleceği ?
Nur içinde yatsın ; günahsızdı benim babam....
Fikret TEZAL
YORUMLAR
Hayat ne kadar ızdıraplı geçmiş ,nasıl derin izler ve hatıralar nakşetmiş o çocuk zamanlarınızın hafızasında.
Çocuklar aynı acıları çekiyor ve duyarlılıkları gösteriyor bizim toprağımızda.
Sahi önceki yazınızda "oralet " demiştim,sonradan aklıma geldi "paşa çayı" verirlerdi diyecektim,açık mı açık,şekerli su.
Şimdi yazınızı okuyunca aklıma geldi tekrar.
Allah rahmet eylesin bütün geçmişinize ,geçmişlerimize.
Hayat yaşandı ve bitti.
Bir zaman da bizim hayatımızdan kesitler yazacak olacak mı?
Bir de anılarda yaşayan ruhlardan olacağız.
Allah o günlerde bize de Fatiha gönderen,arkamızdan dua ile hayırla yad eden evlatlar nasip etsin.
Selam ve dua ile.