Bataktan doğan Kumar - I
“Burası Macoron, eline koluna sahip çık genç adam... Ki yerlerinde kalsınlar”.
Demişti uzun saçlı adam, oysa sadece oyun oynarken kozu söylemesini yüksek sesle itham etmiştim. Yanımda İbrahim vardı, Lozomo’ların içki ambarında birkaç fişek ot içmiştik... Kafamı yerindeydi ve dilimiz küfründe... Kısaca her şey tıkırındaydı, yarın akşamki revaniyi çıkarmak için Topalın yerindeydik. Hiç tanımadığımız adamlarla karşılaştık. Sonra tabi tanıştık... Resmen batağın anasını ağlatıyorlardı! Gecenin sabaha yaklaşan bir saatinde on bir ellik bir oyun oynayalım demişlerdi... İbo’nun yanında torbadan kalma temiz bir binlik vardı, kabul ettim ve masaya oturduk. Gözlerim biraz kısılmıştı ve ses tonum abzürt bir şekilde çınlıyordu. İlk eldi ve İbrahim kâğıtları dağıtmıştı... Bu arada bana resmen racon kesen adamın adı Halil, diğeri de Gurur’du... İçimden adın batsın demek gelmişti... Ama tutmuştum kendimi.
“Koz sinek” dedim en kendine güvenen sesle. Onuncu eldi ve altmışa yakın bir farkla yukarıdaydık.
“Al bunu da İbo!” dedim son kağıdı alırken. Yüzümde inanılmaz bir iğneleyicilik vardı. Bu kadar Kodaman adamı masaya gömmek zevkliydi tabi.
“Edebinizle kazanın, sonra siktir olup gidip buradan” dedi Halil.
Şaşırmıştım, bir anda yüz ifadem değişti. Yine de bozmadım kendimi, cevap bile vermedim, onun sorusuna...
Sonra İbo atladı “Dağıt kardeşim” dedi gergin bir sesle...
Son elde çıt çıkmadı adeta masadan, bu sessizlik aslında damarıma dokunuyordu, yıllarca muhalif büyüttüğüm ruhumu söz gelimi iki çapulcunun sözüne rayına sokmuştum. El bitti ve o elde biz ihaleye girip almıştık, yaklaşık doksan sayılık ezici bir fark vardı, adamlar Allah’ları var hiçbir hile hurda yapmadan binliği bırakıp tam kalkıyorlardı ki masadan...
“Çak ulan leş!” dedim öyle bir kahkaha attım ki, sanki kumarhaneyi kazanmıştım...
İsmi Gurur mudur ne hırdavatsa bir anda parladı. “Bana bak çocuk, edebinle otur dedik sana” dedi.
“Edebi senden öğrenecek halim yok lan” dedim.
İbrahim karıştı; “Sakin olun beyler, oyun bu” dedi. Ortamı yumuşatmaya eğilimli davranması canımı sıkıyordu.
“Ne oldu birader? Yenince sevinmek suç mu? Biz değil, siz usturuplu oturun şurada” dedim. O kadar keskin bir sesim vardı ki kendime inanamaz bir haldeyken.
Bunları dedikten sonra bütün laflarını ağızlarına tıkarak, ceketimi omzuma aldım ve “Yürü İbram yol göründü” dedim.
“Eyvallah kardeşim”
...
Bundan daha sonra sadece hastane koridorunda lanet olası anason kokusunu duyabildim...
Sol bacağımın diz kapağı hizasının üstünden bıçak yarası almıştım, artık gözlüklerim kırılmıştı... Sinir harbi bir pozisyondaydım. Gidecek bir yerim de yoktu hani!
Bunların üstüne namını adını bilmediğimiz adamlar “kardeşim” dediğim bir insanı ölüm yatağına yatırmıştı. Ne yapacağımı bilmiyordum... Üstüne üstlük Merve’de benden haber bekliyordu, hatunun yanına ne zamandır uğrayamamıştım...
Param da yoktu, sağlığımda...
Üstelik 19 yaşındaydım...
Hüseyin Özkaymak