- 985 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
yatak yorgan döşek/ ARDAHAN ÖYKÜLERİ 186
Yüng yatakta misafiri yatırırdık.
Evsahibi mürgüde.
Misafir üç günlük yoldan piyade gelmişti. Ölü gibi serildi döşeğe. İki gün yataktan çıkmadı. Adette yoktur misafire bed lafetmek.
Yoksa: Ben bilirdim... ne diyeceğimi ben bilürdüm!
Köy ihtiyar Heyetini çağırdık. Ölüp-mölmüye misafir efendi? Ağır uykuymuş uykusu. Ölmemişmiş. Gelki ölseydi. Al başına bela. Dert alamazdık. Çünki uğraştırırdı.
Otelci İmdat anlatmıştı; çocukluk arkadaşımdır:
" - Otelden üç ölü müşteri çıkarttım. Yükü çok ağırmış..." Ben ölü ceseti ağır olur İmdat Can dedimsede. O: " ... Bürokratik muamele çok ağır." dedi, meğer işlemleri dermiş. Üç tane gelin çıkartmak neyse ölü çıkartmak o.
VAY ANA BU NE TEVÜR İŞ!
Dert ile bela manaları sırasınca: ceza ve hastalıkmış. Totoş Teyzenin eri söyledi.
" Eşo Emi öyle diyor!"
Kıyımsızlık edem- medem demezdi eski insanlar.
Kafayı koydun mu, kaztüyü yastığa, tren hareketederdi. Tren şefi kondoktor düdüğünü çaldı!..
" De hayde gidek!"
Akşam alası, idare gaz lamba: Fitil tükenmişti. Aş- ekmek kazeti yedik, diyeceğim? Kaç- kuçunu Boncuk kedinin önünde. Kedicik kemiriyor. Elden koysan kedi boğulacak. Açoğluaç kedi. Kendini bir tike et’e hebaedecek. Çocuk, göz-kulak oldu. Kedi pir aşkına yanacaktı, izin vermedi.
Evin küçük kızçocuğuydu. Kazetini çok yedi. Çok severdi. Anası payına but’u koydu. Karanlıkta kimse küsmedi. Gören olmadı.
Gitsin gelmesin o mahrumiyetlik.
Cemaat karanlıkta ağzı yerine kulağına yiyerdi.
Ağzıma mı yedim, kulağıma mı?
Karanlığı bile yiyen olurdu.
Ekmeğin arasına katarak bazen...
Ekmeği banarak bazen...
Bazen boş boş katıksız...
Adam bereviyse hele idare lambasının gazı vede fitili yokuysa.
Gene şükret! Karanlığı yediğine. Daha beteri olurusa.
Bundan beter ne olur ki?
Olan olmuş!..
Van Gogh’un patates yiyenler tablosu.
1970’lerde gördüğüm bu eser Orhan Balcı’nın yağlı boya yorumuydu. Süha Yüksel bez üzerine çalıştırmıştı. Orhan Abi o mahrumlukta bezini bulmuş, tuali kasnağa gerdirmişti. Tualin eni: Elli santim, boyu ise yetmişbeş santimdi.
Van Gogh’un Patates Yiyenler Eserinde: Masanın ortası, bir kaba koyulmuş kartoflar, kömürocağı işçileri, kadınlar, şapka başlarında, eli yüzü kömür siyahı insanlar, lüks dediğimiz nevi lambanın ışığında açlıkları, ışıksızlıkları tabloya serili.
Figürlerin canımı varmış? Figürleri basite alma! İsterse figür resimmesim demez: Konuşanını bilirim ben.
Van Gogh’un resim kahramanları ham konuşacaktı ham konuşacaktı.
Orhan Balcı’nın yorumunda: Patates Yiyenler... Van Gogh’un patates Yiyenlerinden mahalli yorum olarak, hayranlığa mucip seyrederim.
Aklımda, ruhumda... Hele hele...
Bu kompozisyonda, kont- koşatlar bizim ahırların kontları gibi çoktur.
Ardahanda bir ahır, bir ormandır.
Her iki eseri: Karanlığı açkarna insanların yedikleriyle yansıtdığını farzederim.
Karanlık yenir mi: Bilmek olarak görürüm. Bilmenin motivasyonu gibi seyircilere sual tevdi eder.
Bilmenin ne zararını göreceksiniz.
Bilmek istemekten imtina eden öğrencilere soran öğretmen: Bilmekte, ne ziyanedeceksiniz?
Veya şunun cevabını veriniz?
Öğrencilerine sual sormuş öğretmen: Bilmekle neyi lüzümsuz öğrenmişsiniz. Bunca kaçınmağa çalışıyorsunuz. Neden?
Yitik alemi bilmemekle neleri; Bilmeklede neleri...
Vivaldinin, Goethenin, Hafız’ın bildiğini bilmek istifadesini Patates Yiyenlerde Hollandalı Ressam ve Ardahanlı Ressamın tıpkıeserde karın açlığı ve tokluğunun ervahını, ruhunu görmek. Görmek değil miydi?
Hayal alemidir dermiş eskiler sanat alemi dediğimiz melekut evrenine. O ise meleklerin evreniymiş ehlilerin indinde.
Meleklerden sarf-ı imtina hangi akıl karıdır?
Melaikeden kaçılır mı?
Meleklerden daha ehil neola?
Köyün önüne gel gel, gel de... Geri dön, aha öyle birşey bilmemek!
Beni fazla söyletmeyin! Birez hasteyim!.. üstüze afiyet sağlık.
Tren şefi kondoktor bu sefer düdüğünü, sur gibi çaldı... Hayde ver elin seyyah...
Kazetini Yiyen kızın peşhunda bir resmini çekseydin!
Kış akşamıydı. Malın alafını Yunus, Nihat vermiş. Nökerde yanlarında içeri girdiler. Emine Bacı Kuzine sobayı kalamıştı. O sobayı kalarken ben zihnimde ’play station’ oynar gibi takip ediyorum. Soğuk odanın sobası; külünü çekmişti. Külün dökülenini eliyle silmişti.
Teç’de getirdiği tezeği kapının dalına şöyle ehemniyet vermez bıraktığı gibi durduğunu kendi nazarıyla teftiş etti.
Başka bir müfettiş daha vardı oda da. Nazarıyla hareketli nesneleri takip eden bu çift nazar bana aitti.
" He Allahıma; he dinime!"
Evelemeden, gevelemeden. Ardahan Resim Sanatı
Teknik ve sanatsallıktan dem vuruyorum.
Evelemem, gevelemem:
Ardahanın sanatta yansıtılması. Kimler yansıtmış. Ne yansıtmış. Bir birikim var mı. Bize ne kalmış.Üsluplar oluşmuş mu? Oluşmuşsa sanatsal mı?
Van Gogh’un diyarı Ardahan ovası gibi bir yer. Kendine oturmuş ovalarda harman zamanı tablosunu açıkhavada resim yapmış.
Ardahan ovasında Orhan Balcı o tevür çalışma yapmasada. Bir ’ Patates Yiyenleri’ çalıştı. Matisseden Ölüdoğa. Beş-altı eser çalışabildiğini sanıyorum.
Süha Yüksel’in Ardahan Lisesinde ki atölyenin semeresidir bu. Ömer Avcı Sinemacı Yakup’un oğlu. Karakalem portreleri Ardahan Sanatında geçti gitti. O eserler şimdi nerdeler? Bu resimler muhafaza ve müzede değilse: Sorarım size BİZAR OLUNMAZ MI? Bu eserlerin envanteri ve image data-baseleri yoksa.
Bunların bilimsel ve kurumsal çalışmalarına Ardahan Üniversitesi artık başlamalı.
Kurban olduğum Allah! Sindizkomdan az yeke Hollandanın Sanatı Ardahan Sanatından bil-dikkatsizlik sonucu ileriyse. Üzülmek el de değil!
Kazım Mugam Ardahan Belediye Başkanı. 1930’lar: Büyük ressam Leo Pasternak’ın öğrencisiymiş. Moskovada okumuş. Esat Oktay Bey de Moskova tıp mezunu Çıldırlı Ardahan ilerigelen biri. O dönem çok ressamların olduğunu sanıyorum. Çok okumuş takımı olacak. Buralar karanlık.
Cengiz Badem Ağabeyin oğlu Candan Bey tarihsel araştırma yaptı. Sanattarihi araştırması gençleri bekliyor diyelim. Elimizden ne gelir.
Yanlış yol; Doğru yol.
Ardahan Resim Sanatı:
Feridun Karaca’nın Orduevi girişinde çizilmiş bir kış manzarası. Kemal Odabaşın resimleri. Dedebeyin afişleri. Erdal Çakıroğlunun resimleri.
Yazar ve Edebiyat öğretmeni olmamıştı Erdal Abi. Gazieğitimde resim bölümünü kazanmıştı. Edebiyatı resme tercih etti. Ardahan üzerine güzel bir roman yazdı: DİMNE UYAN GÜN IŞIYOR.
Ardahanın tarihsel resim envanteri tarihçilerin işi.
Yukarıda adı geçen insanların Ardahan Ovasında Van Gogh gibi gezip, dolaşıp resmetdiklerin düşünelim.
Kazım Beg’in resimleri bizim devrimize intikal etmiş olsaydı. Müzede sergilenseydi. Müzede Karabekir İlkokulu olsaydı. Ben ilk müzeyi Ardahanda gezmiş olacaktım.İstanbul Resim Heykel Müzesini neydecam baba?
Ardahan Resim Heykel Müzesiyle müzeyi bilicektim.
Ne güzel olurdu!
" ... kişisel bilmem kaçıncı sergisi. Bu sefer son sergisini Ahıska National Müzede açıyor. Tek tema seçmiş. 23 tane akrilik yapıt, büyük boyutlu tual çalışmaları. Gümrükten dün geçti aysonu açmaya gideceğiz." ... diyor.
... tema neydi diye sorsaydım. ...cevaplıyor.
"Merek yandıysa sıçanada kalmadıya" deyişini yöre halkının ağarmış saçlarında sıcak narıncı renkle araştırmış.
Bülent senin sergi çalışmaların nasıl gidiyor.
Sürrealist resimlerimi biliyorsun... şimdi Neo Expressionist renk ve formları çalışıyorum. Bak Bedri Baykam Türkiye de Neo- Expresionist temsilcidir. demiş olacaktım...
Doğalcılığın kurucusu denir Emile Zola için: Gerçekçilik yani. Fakat ben Olabilirdicilik taraftarıyım. Ardahan da Resim Sanatı böyle de olabilirdi’yi gerçek sanatsal yetenekli tanıdığım yaşam öykümdeki insanlarla farklı olabilirdiyi gerçekçilik çerçevesinde görmek istedim.
İnanım o dur ki Resim Sanatı Ardahan da Van Gogh’un diyarı gibi olurdu. Olurdu.
Hollanda da olan Ardahan da niye olmadı.
İtimat eder misiniz? sanatta stratejik iki yol izlenmiştir bugüne değin. Biri yanlış yol, biri doğru yol.
Senfonik müzik iyidir dinleyin ile olmuyor. Niye iyidir? Nasıl birşeydir. Önce kendisi öğrenecek sonra bana öğretecekti, sanatçı.
Resimde Van Gogh’un inandığı neydi. Onu bana anlatacaktı? Niçin resim yapılıyor. Van Gogh Akıl sağlığını yitirecek inancı ne üzerine keşfetti ve yaşamını buna adadı. Bunu izahedecekti sanatcı.
Yukarıda, Melekler Alemi’ni mistisizmden ödünç alıp kulllandık. Bunu akıl edip beni ikna edecekti. Belletecekti. Kavratacaktı.
Resim ve sanatın lüzümiyetini izah etmeden doğruyol kurulmadan büyük resamlar çalışkanlılarıyla örnek olmadıkça Düzardahan bir Van Gogh ovası olamadı neyazık!.. Ki. Alagözde Almanlar 1960’da göçettiler. Denilen; Mustafa Ağa bunların evi aldı. Bu ev de oturanlardan oğul veya uşaklarından Almanların biri: Yağlıboya resimler yaparmış. Bulağı resmiş. Komları ve Adacalayı resmedermiş...
_Serkan Sural’dan...
çataldili karnında engerek
kura nehri
ölümüne yırtar da akar
ramazan tabyasının bağrını
laz oğlu kavurma kavurur
...düz ardahan köylerinin kekik kokusu
burnundan yüregine akar
yenimahalle çocuklarının
bir sazan balığı en parlak yanını
yarıştırır gün ışığıyla
uçurtma uçurur kürdalinin torunları
ne kadar yükselirse uçurtmalar
o kadar sırtı dönük kalır
çocukluk türkülerine
yeni mahalle çocuklarının...
Gürcistan, Azerbaycan, Dağıstan ve Revan Ressamları doğalarını manzara resimde ölümsüzleştirmiş.
Şehirlerini boya küpüne sokmuş çıkartmışlar.
Çarşı-pazarlarını figürle doldurmuş.
Kişiler kadın ressama doğru yürüyor. O an Empresyonizmse: Al sana izlenimcilik demiş. adamların sağlığını yüzlerine kırmızıyla sürmüştü. Ahıskalı Ressam.
Biz de kırmızı insan ordan daha çoktu.
Özeniyor insan ve kıskanıyor bir nebze.
Karamsar olmamak için bir başlangıç içinse...
Etekten sanatsal etkinlikleri döktük.
Bu bir yol; yol olduğuncada stratejidir.
Baküde Ressamlar bir gelenek oluşturmuş. Teknik yeterlilik oturtulmuş. Renkler Bakünün ışığıyla uyarlanmış. Işık anlayışları Baküye göre. Bazı şehirlerde ressamlar yanlış ışık algılar ve resimde kullanır. Mesala Oslo da Kıbrıs Antalya ışığı ve boyası sürmek gibi. İşte tİfliste ve Ahıska ressamlarında bu ışık doğruluğunu gördüm.
Ardahan manzarası çalışmasını Gülser İlter öğretmenin Düzardahan tablosunu öğrenciyken görmüştüm.
Çok güzel bir eserdi. Karların maviyle simgeleneceğini gördüğümde çok öğretici bulmuştum resim dilini. Resmin kişisel bir dil olduğunu anlatıyordu eser. Cezannist tuşlamaları Empresyonizmi renklerde: Mavi-turuncu ile harmanlamıştı.
Milano, şehir meydanında: Ressam resmi yapmış direğe asmış eleştiriler yazılsın diye defter açmış.
Eleştiri yazan yazana.
Birgün sonra ressam resmin yanına masa çekmiş üzerine her çeşit malzemeyi koymuş. Bir kırıkkağıda yazmış: Eleştirdiğiniz şeyide uygulayın.
Ertesi gün ressam resmin yanına hele uğrayım, demiş. Çok uygulama yapmıştır bu ahali. Çok şey yazdıklarına göre.
Getmişki, ne getsin? Ne görsün? Hiçbirşey yapılmamış.
Eeeee! Lafa gelince herkes eleştirmişti.
Yapmağa iş essahlayınca. Kuloğlu yok, ortada. Herkes cırmış.
Matematiğin işi gibi:
Matematikte A’dan B’ye gitmek eyleminin gerçekleşmesi için koşul enazından yolun yarısına gelmeniz gerekirmiş.
Teorinin hiç olmasa yarısı uygulanmış olmalıki. Sanatçıların gerçekleştirecekleri iş olmalı. Enazından yarısını yapsınlar.
Nasihatle sanat gelişmez ve sanat beğenisi çoğalmaz.
Belletmek kavratıcı açıklayıcı sanatla, sanat olur.
Okumak öğrenmek ve ahaliye öğretmek.
Çocuk sormuş babasına breakfeast nedir?
Break feast kahvaltıdır. diye cevaplamış babası.
Bu cevaptır.Yalın bir cevaptır.
Çoğul anlamlı cevap ise:
Break feast kırık öğün diye okuyabilirsin oğlum. Break kırık. feast ise oruç, orucu ingilizler sabahleyin açtıklarından iftar anlamınada gelir. Kahvaltı ise bizim sabahları kahveden önce yendiğinden bu ismi biçmişler.
Çokluğu bir’de, Bir’i çoklukta işleyince.
Bayburtlunun meşhur böyle zulüm görmedik, sözü.
Böyle konser görmediğe, tersine çevrilişini görürüz.
Gence’de de önce konserlere, eşşek mi anırer eye! demişler. Arşın mal alan: Bohçacı konserine eye ne güzelmiş demeye başlamışlar anlayıncada.
Olmaz olur mu?
Sen doğru yol yani sanat stratejisini doğru uygula niye sevilmesin Klasik Müzik.
Sıra çıraya gelmişti: Çıranın ışığı yüzleri geziyordu ayna tutarsın öyle. Sekideki sofrayı Fittoş Teyze kaldırmamıştı.
Evsahibi kurulmuş, yastığa kurunmuş, eyerüste oturmuş havasındaydı. Gantarması eksikti, tesbihi gantarma gibi elinde sallıyordu... şişinerdi. Misafir ezilmiş vaziyetteydi. Evsahibi högeç kesmiş tavrında. Kestiği oysa ki: Kazeti bıldırın kesilmiş kazdı.
Sekide oturuyorlar. Kazeti ağır ettir. Yerken hızlı yedi bunlar. Hazmediyorlar o yüzden silah atsan kimse kalkamaz. Ordan burdan sohbet getiriyorlar ki sohbet uzasın da hazım kolaylaşsın.
Oda zemini toprak yani çıplaktı. Ardahanın siyah toprağı bu odaya iltimas yapmış az bozartmıştı. Siyahtı bozarsada. Kökeni siyahtı.
Çıranın yetişemidiği köşeyi: İnek ve danaya yer kesmiştiler. Bagaya bağlamıştı Eşo Emi danayı, anasını, dana memesini emerdi ineğin,yatılı uzanmıştı ikiside. Burunlarından alıp verdikleri nefes odayı ısıtıyorduda.
Nem oranı normali aşmıştı. İneğin danayla nefes alması sağlıksız aldatıcı hava sıcaklığın içinde kendini yutturuyordu. Misafirin hoşuna gitmiş. Sıcaktan memnundu. Gerneşerek: Vauuyyyy! Ne hoş Eşo Emi odan, baban rahmet. Ölmüşleren rehmet getsin Sağolacak. dedi. Alan satan aralarında ki iltifattan gayet mennundular, mennun. Yarın birgün: Hastalıklar gornak olursa( HORTLARSA) hayvan soluması veremi doğurturmuş. Meydana çıkarsa. Merdo Dayı görem o zaman gene boğa gibi gerneşer mi? Yoksa dana gibi meliyer mi? Vaoooooyyy! Öldüm anam keşkeme o ahır da kalmasaydım. Oo aghır beni hasta etti. Vaooy, senin ahorun Eşo Emi.... mi diyer yarın olsun görrem onun gırnaşmasını?
Çıra ışığı çakır- çukur sıvasız duvara yayıldıkça girdiği taş girintisinden belini doğrultup yüzeye dönemiyordu. Ayaklarını bağdaş kurup oturan kim varsa onların hepsinin yüzlerini karaltıya bulamıştı. Birbirlerini sesleriyle görmek zorunda ve ihtiyat modunda takip ediyordular. Seki toprak zeminin yarımmetre yukarısından direklerle koşata toprağa sabitlenmişti. Yüklükte kaztüyü yastık, koyun yüngü döşek, yorgan açılmamıştı. Misafirin yatağı da yüklükteydi. Terek yatağın karşısındaydı. Kenara taş duvara ot yastıklar dizilmişti. Sekiye Evsahibesi kilim yazmıştı. Toprak damın hiç penceresi yoktu. Tepede laptop ekranı kadar iki camsız alan bırakmıştı. İsadan önce mimari olduğunu sanıyorum bu ev modelini. Ortadoğuda İkibin yıl önce ev modelinde pencere duvardan bugünki şekilde bırakıldığını filimlerde görürüz. Pencere; cam olmadığından tahta ızgarayla korunaklanmış olurdu. Hava girerdi ama bir insan geçemezdi. İklimin sıcaklığı malum bu yüzden camın kullanımı ertelenmiş olabilirdi. Ardahan gibi soğuk yerlerde ikibin yıl önce yaz ayları haydi neyse; kışın soğuğa sebep bu model pencere yapmaya müsait olunmamış geldiğini anlamaya, illam arif olmak istemez.
Menhir ev modeli kayaya yaslanarak duvar yüzeyini kayalardan istifade ederek yapım evdir. Toprak dam ev, bu menhir ev’den gelişme evdir. Fakat soğuk nedeninden pencere duvardan yapılamamıştır. Damın tepesinde iki güvercinin geçebileceği kadar bir oluk bırakılırdı. Bu camsızolurdu. Önüne çok istersen saltaş dikerdin. Soğuğa yine çare yoktu. çünki soğuk tam bir baş belasıydı.
Ardahan soğuğu başbelası mıdır?
Ardahan soğuğu dert midir?
yalçıner yılmaz
06-05-2011
gebze
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.