5
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
688
Okunma
YASAKLI YÜREKLER 13
Oğuz, salona girdiğinde amcasının gittiğini, boşalan koltuğa teyzesinin oturduğunu gördü. Biran gözleri babasına kaydı. Babası başı önünde, dirseklerini dizine dayamış bir şekilde oturuyordu.
“Hoş geldin teyze” diyerek yöneldi teyzesine. Bir günde nasıl da çökmüştü. Ya teyzesi mi, bütün ailede hüznün sebep olduğu, gözle görülen bir yıpranma fark ediliyordu. Ama teyzesinin çökmüş gözleri; bir gecede oluşan, dudak kenarlarını aşağıya çeken çizgiler, en büyük yıkımı teyzesinin yaşadığını gösteriyordu.
Sarılıp öptü teyzesini. Yanakları yumuşacıktı. Kollarının arasında ne de kırılgan duruyordu. Kolu teyzesinin boynuna sarılı olarak kanepeye, teyzesinin yanına oturdu.
Sadık’la Ferit de teyzelerinin babalarını ziyarete gelmesine, tedirgin olsalar da sevinmişlerdi. Ellerinde olmadan yan gözle babalarını süzüyorlar, ama ikinci bir annelerine kavuşmuşlar gibi hüzün dolan gözleriyle teyzelerini kucaklıyorlardı.
Oğuz, abisi Ferit’e “ne oldu” bakışıyla dönünce Ferit de “ her şey yolunda” der gibi başıyla hafif bir işaret çaktı kimseye sezdirmeden.
Teyzeleri, seneler vardı ki evlerine gelmemiş, kapılarından içeri girmemişti. Ama yeğenlerinden de uzak kalmamıştı hiç. Yeğenlerini, çocukluklarında okudukları okullarda ziyaret etmiş, büyüdüklerinde ise işyerlerine uğramış, eniştesinin tüm engellemelerine rağmen hem yeğenleriyle hem de ablasıyla irtibatı devam ettirmişti. Yeğenlerinin hepsinin zihninden “Keşke annemiz de burada olsaydı, teyzemle babamın aynı odada olduklarını görseydi” düşüncesinin geçtiği o kadar belliydi ki. Kendisi bile nerdeyse aynı şeyi düşünüyordu. Kendisi de eniştesini sevmiyordu. Hatta eniştesinin kulağına da geldiği gibi;
“Tırnağının ucu kadar bile” sevmiyordu, şu an da buraya gelip gelmeme konusunda, neredeyse sabaha kadar kendisiyle mücadele etmiş, en sonunda, sırf ablasının hatırı var diye eniştesini ziyarete karar vermişti.
“Başın Sağ olsun enişte” derken bile sesindeki soğukluk, donuk tebessüm eden dudaklarına rağmen gözlerindeki düşmanlık, eniştesine karşı olan hislerini çok net anlatıyordu. Olan biteni çocuklar bilmezdi. Hatta on’lu yaşlarından beri teyzeleriyle babalarını aynı ortamda görmemişlerdi. Nurten’le Serap da, adet olan ikramı teyzelerine sunduktan sonra karşısına geçip oturdular.
“Allah’ın takdiri” dedi Nurten, “elimizden bişey gelmez. Sadece sabır gösterebiliriz. Dünden beri babam olsun, biz olalım kahrolduk… ama gideni geri döndüremiyoruz işte.”
Teyzelerinin zaten ıslak olan gözpınarlarından, iki damla yaş daha yanaklarında yol almaya başladı. Yanına yaklaştı Nurten, ellerinin arasına teyzesinin yanaklarını alarak;
“Üzülme artık teyze, hiçbirimiz için kolay değil. Ama bak ne kadar perişan ettin kendini” derken öpmeyi de ihmal etmedi.
“Biliyorum Nurten ama dayanamıyorum”. Sesi ta yüreğinden, yüreğinin acısıyla yoğrularak çıkıyordu.
“ Ablamı düşündükçe kahroluyorum. Bir kere olsun şu dünyada gün görseydi yanmazdım bu kadar”. Başı önüne düşmüş sesine hafif bir sertlik de ilave olmuştu artık.
“Çok fedakardı ablam, hep sessizliğe gömdü kendini, anlatmazdı ama bilirdim ben, az şey yaşamadı, çoğunu siz de bilmezsiniz belki de. İçim buna yanar benim.” Elindeki mendille gözyaşını kuruladı.
“Ölüm Allah’ın emri, ama beni yakan ablamın yaşadıkları”. Bu son cümleyi söylerken, cümleler bir volkanın ateşiyle birlikte sanki ablasına acı verenlerin yüzlerine fışkırmıştı.
Anlık bir sessizlik oluştu. Necdet bey hala gözleri yerde ellerini ovuşturuyordu. Vücudu ruhuyla beraber gerilmiş, memnuniyetsiz tavırları belirgin bir şekilde artmıştı. İstemediği bir olayı, şimdi gerçekleşecek telaşıyla bekler gibiydi. Birden salonu bir melodi sesi doldurdu. Nurten hızlı hareketlerle çantasının bulunduğu koridora ilerledi.
Teyzesinin hala hıçkırıklar arasında sesi koridora ulaşıyor, Belli belirsiz, kayınpederinin sesi, ne dediği anlaşılmadan, teyzelerinin sesine karışıyordu. Telefonu açtı Nurten;
“Alo Anne, nasılsın” telefondaki ses biraz sabırsız, biraz sitemli cevap verdi;
“ Nurten kızım, nerde kaldınız ayol” annesiydi. İçine derin bir nefes çekip sıkıntıyla bıraktı Nurten;
“Birazdan geliriz anne, niye, bir şey mi var”
“Bak ağrılarım tuttu. Hadi artık, nasılsa gene gidersiniz, gelin şimdi” Nurten telefonu kapattığında salona girdi. Direkt Sadık’ın yanına gelip;
“Sadık, annem rahatsızlanmış gene, ben kalksam mı ne dersin?” Salonun havası iyice gerginleşmişti. Bu havadan bunalan Oğuz da ayağa kalkıp;
“Yenge, ben de eve gidip birkaç eşyamı almalıyım, seni de bırakırım istersen” deyince babaları da ayaklandı;
“Beni de mezarlığa bırak Oğuz, ziyaret edeyim annenizi”
Serap, olanlara anlam verememiş gözlerini babasına çevirdi. Bu gerginlik, bu olumsuz hava, hem de böyle bir günde dağıtılması gerekirken ev halkı sanki kaçmaya zemin arıyor gibiydi. Evlerine ilk defa gelen teyzelerinin güceneceği endişesiyle yanına oturup ellerini avuçlarının içine aldı;
“Canım teyzeciğim, hepimiz için çok zor, bundan böyle hepimizin kanadı kırık, ama sabredeceğiz” derken, teselli eden bakışlarıyla da sanki teyzesinin yüzünü okşuyordu. Bakışları teyzesinden de karşılık gördü ve aynı sevgi dolu bakışlar Serap’ın üzerinde gezindikten sonra biraz endişe, biraz kırgınlık ifadesini takınıp eniştesine yöneldi;
“Rahat olun enişte, ben de kalkıyorum zaten, sizleri işinizden, gücünüzden alıkoymayayım” Bütün ev halkı ayaklanmış, teyzelerini yolcu ederlerken, Nurten de hızlı hareketlerle evi düzeltip, mutfağı toplamaya başlamıştı bile.
Kapıda Teyze Serap’a bütün içtenliğiyle sarılıp kulağına fısıldadı.
“Ablam, en çok seni severdi Serap”