- 982 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Aşk Kadın Olmalıydı...
-Çok eski zamanlardan ellerinde martı telaşında ürkeklikler koparmıştım fırtınalarım da. Haykırışlarıma inat çoktan kalksa de gemim.-
Farid farjad aşkı nasıl anlatırdı acaba? Şimdi kalkmış başka işim yokmuş gibi bunu düşünüyorum. Farid – asheghem men- adlı müziği ile aşkı sözsüz ne de güzel anlatıyordu oysa. Parçanın adı aşk değildi, ama aşk adına bir şeyler hissettirebiliyordu en azından. Bir kadının gözyaşları ardınca sakladığı dünyasını akrebin akılalmaz gizemli haliyle nasılda yırtıp, çırılçıplak bırakıyordu. Bu duyguları 3-4 dakikalık bir parçada tekrardan yaşamak haz vericiydi gerçekten.Hal böyle olunca, herkes gibi bende aşkın tanımı üzerine kafa yormaya çalışayım dedim. Aşk bazı istisnalar dışında yaşarken hep kadın oluyordu. Kısaca aşk, kadın olmalıydı.
Ancak bunları düşünürken, tekrardan lanetlenmiş yanım aklıma geldi. Lanet sözcüğü kullanmak dinimizde hoş görülmediği için bana zehir gibi geliyordu. Ama yazıya bir türlü başlayamamanın kıvranışı ile zihnimde üstü üstüne ilham sigarası tüttürürken, küçükken annemin beni eve çağırışları aklıma geldi. Ve ansızın yazmaya koyuldum.
Biliyordum ki, lanetlenmiştik hepimiz. Birer lanetli sevgili olmuştuk. Aşkın yosmalardaki derinliğini dahi anlayamadan düşmüştük yollara ansızın.
İlk kanı metrelerce uzunlukta Havva’dan akıtmıştık. Adem olmanın ilk şartını, sıcak iki bacağın arası kadar bayağılaştırmıştık. Kadın aşkı aşarken, biz erkekler aşka çamur atmıştık.
Küçükken başlamıştık ve küçüklükten fıtrat oldu bazılarında. Aşkın virane eden yanından kaçan kederde, gülücük absürtnameleri altında ıssız sokaklarda jakoben düşlerde soyunmuştuk. Soyundurulmuş soytarılıklar ardınca seslerimizin geceler olduğu gurbetçi hislerimizin yankılarında edepsizlik kaçışların yangınlarının külleştirdiği varlıklarda büyümüştük. Dama oynarken Cennet kazanmayı bekleyen oğlanlar, şehvet peşinde düğümleştirilmiş şeytani arzularda omuzlarımızı çöktürmüştük.
Gariptik, garipsemelerde garipliğimizi garipser olmuştuk. Oysa biliyorduk ki, bu kadar değildi aşk. Aşk daha fazlasıydı. Bir şeyleri ağlatmadan, bir şeyleri kanatmadan da yaşayabilirdik. Örneğin, hiç dokunmamalıydık. Kendine dokunmaktan utanan serseri bir kalem gibi, koyulduğu kutusundaki yalnız hali gibi beklemeleri bilmeliydik.Vuslata ermek aslında aşkta erememekti. Bu yüzden kadınları anlamak için çok zamana ihtiyacımız vardı. Zaman tamam dediğimizde ise, ölüm kapımıza çoktan gelmiş olacaktı.
Fazlasıyla ünlü olmasına da gerek yoktu. Hayal dünyalarına girmek kadın için aslında gereksizdi. Ama biz erkekler kadınların hep hayal dünyasında yaşadıklarına inanmıştık.Ama yanılmıştık.Çünkü aşk Nisan’da uzamış çimenlerin arasında papatyaları izlemekti ve gerisi şairin sayfalarında angarya düşlerdi. Yaşamak eğer farz olmuşsa bedenlerimize, dünyaya ait her şey aslında birer hayaldi. Biz lanetlilerin elinde aşkın bitecek olması, yaşanılır olmasını değil ;gerekli olmasını istenç dışı bırakıyordu. Anlamsız olması en gerekli yazıydı belki de.
Unutmak mümkün olmuyordu güzel şeyleri. Ama aşk güzelden öte, tüm acıların ve sevinçlerin evrenselliği dışında bir yerdeydi. Çoğunlukla da acı ve ızdırap yüklü olması beklenirdi. Aşkın esas anlamı buydu. Parklarda buselerin hiç hükmünü almasını sağlayan gençler aşık değillerdi. Birkaç gecelik, birkaç aylık düşsel avuntular aşk değildi. Aşk, gidenin ardınca yataklarda depresyonlara girip hayattan bıkmak da değildi. Çünkü hayat zaten bir hayaldi. Aşk öyle bir şeydi ki; esas aşkı taşıyanın aşık olduğunu bilememesi haline dönüşen bir güzellikti. Aşk çoğunlukla kadın demekti. Kadın elleriyle sevgiyi büyüten bir çiçekti. Biz lanetlemişken dünya sofrasını, hatıra defterlerinde yazılan utangaç sızıntılarla iki gün sonra öleceğini dahi bilmeyen kelebeğin heyecanı gibi, kadın, ellerinde sevginin bembeyaz çiçekleri ile rengarenk şarkıların dudaklarında aşk düşürten korları ile lanetlenmişlerin uçurumlarında hayalin hüznünü bilmeden yürüyorlardı. Bizde ne idüğü bilinmez şehvani hisler ile koynuna yılan saracak aşkları kadınların arkasından siliveriyorduk. Çünkü aşkı bilmiyorduk.
Biz aşkı kirletmişken, biz aşka çamur atmışken; aşk Meryem’in rahminde cenin iken büyüyüp sultan oluyordu. Aşk ellenmesini kabul etmeyen bir güç olmanın yanı sıra, aşk kadınların kollarını ürpetip şeftali tüylerini dikleştiren bir esaretti belki de. Bizde dokunmanın yanılgılarında pişmanlıklarımızın yolculuklarında aydınlığa dönük avuntularımızı tekrardan aşk ile yıkıyorduk.
Öyle bir lanetlemiştik ki kendimizi, aşk, bizim tarafımızdan adının temize çıkartılmasına izin dahi vermiyordu. Her aşık kelamında aşk bir güzelliğini dahi yitirirken, aşk aşk diye inleyen nağme, kadehlerin boş seferlerinden ziyade, seccade üzerinde düşen yaşlarda mana buluyordu.
Biz, aşkın kadın olduğunu söylerken, aşka ihanet edip aşkı kirletiyorduk yine. Tüm afişlerde nü olmanın hayasızlığını kadına veren zihinlerimiz, lanetleşen yüreğimizde tekrardan aşkı temizlek adına şiirsel bir tezahür buluyordu.
Sütünden mahrum mahzun edasıyla yataklarda kıvranan bir sergüzeşt edasıyla aşkın nefesine nefeslerimizi banarken, aşk daha da kadın oluyordu.
Dokunmalardan uzak da, alev alen yanmaların ortasında.
Çünkü aşk hiçbir zaman bizim bildiğimiz aşk olmamıştı. Aşk,yani kadınları ağlattıktan sonra. İşte bu yüzden aşk, daha bir kadın oluyordu.
...
YORUMLAR
Biz, aşkın kadın olduğunu söylerken, aşka ihanet edip aşkı kirletiyorduk yine. Tüm afişlerde nü olmanın hayasızlığını kadına veren zihinlerimiz, lanetleşen yüreğimizde tekrardan aşkı temizlek adına şiirsel bir tezahür buluyordu.
kaç kişi bu şekilde düşünüyordur?sayıları çok olsaydı keşke.hayırlar göresin halacım.