- 835 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Sonu Olmayan Hikaye -1
Neden ansızın yine çıktın karşıma? Neden beni aylardır dalmış olduğum derin uykudan uyandırdın? Neden artık yavaş yavaş alışmaya başladığım hissiz uyuşukluktan uyandırdın? Delireceğim, ya da öleceğim demeyeceğim, yalan söylemiş olurum. İnsan katlanamam dediği şeylere çok çabuk alışıyor ve katlanıyor. Ben de yaşayacağım… Ama nasıl?
Sadece tek bir şeye dayanmak artık benim için mümkün değil: Her şeyi içimde saklamayacağım. Anlatmak, içimi dökmek, çok şey anlatmak istiyorum. Ama kime?.. Şu koskoca dünyada benim kadar yalnız bir insan daha var mı acaba? Kime, neyi, nasıl anlatabilirim? Aylardır kimseyle dertleştiğimi hatırlamıyorum. Gereksizce insanlardan uzaklaşmış, onları kendimden uzaklaştırmışım. Şimdi tersini yapabilir miyim? Hayır, artık hiçbir şeyin değişmesine imkan yok, gerek de yok! Böyle olması gerekiyormuş ki, olmuş. Ah bir söyleyebilsem… Bir kişiye, sadece bir kişiye derdimi anlatabilsem, içimdeki tufanı gösterebilsem… Bunu gerçekten istesem bile öyle bir insan yok. Olsa bile, bende o insanı arayacak derman yok. Dermanım olsa bile, aramam… Zaten buraya neden yazıyorum? En ufak bir ümidim olsa, uğraşır mıydım? İnsanın mutlaka derdini anlatması lazım… Dün seni görmeseydim, şimdi eski ve belki rahat hayatım devam edecekti... Kim bilir?
Dün değil de, seni ilk gördüğüm anı hatırlıyorum. Büyükçe bir kafede, kapıya en uzak köşede oturuyordun. Seni gördüğüm anda, bulunduğum yere mıh gibi çakıldığımı hatırlıyorum. Kapıdan girip çıkan müşteriler omuzlarıyla beni sağa sola itiyor, fakat ben gözlerimi senden alıp masalardan birine oturamıyordum. Ne görmüştüm sende? Bunu anlatamayacağımın farkındayım; yalnız, yüzünde o güne kadar hiç görmediğim kadar garip, biraz sevecen, biraz mutlu fakat çok kuvvetli bir hüzün vardı. Bu yüzü, seni, daha önce hiçbir yerde görmediğime, daha önce hiç tanışmadığımıza emindim. Fakat anlam veremediğim duygulara kapıldım; tanışıyormuşuz gibi hissettim. Bu hafif soluk yüz, rengini tam göremediğim gözlerinin üstündeki belli belirsiz kaşlar, altın sarısı saçlar ve asıl, mutluluk ve iradeyi, çelik misali sağlam bir kişilikle bağlayan bu yüz ifadesine yabancı olamazdım. Sen, benim hayalimdeki bütün güzelliklerin vücut bulmuş haliydin. Siyah, muhtemelen deri bir ceketin içinde, gölgeye rağmen donuk sarı rengi belli olan bir boyun, ve bunun üstünde ışığın loşluğundan tam seçemediğim sarımtırak bir yüz vardı. Rengini tam göremediğim gözlerin derin düşüncelere dalmışçasına yere bakıyor, sanki bulamayacağından emin olduğu bir şeyi son bir umutla arıyor gibiydi. Buna rağmen bakışındaki üzüntü birazda çekinme ile karışıktı. Sanki: “Evet, aradığımı bulamayacağım, fakat aramakla ne kaybederim?” der gibiydi. Bu karmaşık ifade kırmızı ruj sürdüğün dudaklarında iyice belirginleşmişti.
Sert ve soğuk bir rüzgar yemiş, içim üşümüş gibi titrediğimi hissettim ve kendime geldim. Seni görebileceğim en uzak masaya oturdum ve sana dair bir şeyler öğrenebilmek umuduyla etrafa bakındım. Seni tanıyan bir garsondan ismini öğrenebildim. Başka hiç bir şey yoktu. Aslında bundan birazda memnun oldum. Bu harikulade kızın hakkındaki detayların üzerimde bu kadar etki etmeyeceğini, belki sana o anda duyduğum aşırı ilgiyi kaybettireceğini düşündüm, korktum. Saatlerce seni izledim. Her gözlerimi sana çevirdiğimde yeni bir ifade, git gide belirginleşen bir hayat görür gibiydim… Aşağıya bakan gözlerinin arada bana çevrildiğini, dudaklarının hafif hafif kıpırdadığını görüyordum, en azından öyle zannediyordum…
20.04.2011 Harun DUMAN
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.