- 1328 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ADIYAMAN'LI HAMİT
Adıyaman’ın kurak bir köyünde bir akşam üzeri doğdu Hamit. Doğduğu toprak evde ne büyük bir sevinç ne de heyecan oldu.
Eve gelen bu yedinci çocuk doğum kontrolünün anlaşılıp bilinmesinin ayıp sandığı yıllarda ve beldelerde ev halkına tıpkı diğer kardeşlerinde olduğu gibi hiç bir heyecan katmadı.
Çocuk baskını olmuş, Resmiye Kadın, ezgin, üzgün yeni gelen bu misafirede kucak açtı.
Höllük ısıtmak bez bağlamak, çocuk bakmak, ekmek yapmak ne bir’di ne beş. Bazen kadıncağız dünyaya neden geldiğini sorgular.Var olduğundan beri çile ve meşekkati yaşamanın bir çeşidi sanardı.
Ne olabilirdiki zaten.Çocukken ailesi, evlendikten sonra kocası kız çocuğu olmanın bedeli ötelerde bu kurak Doğu Bölgelerinde epey zahmetli yaşanırdı her zaman.
Yinede sabretmeye çalışırdı, çaresi yok .Hamit’in çileli anası buydu işte. Ataları Arap yarım adasından kimbilir kaç asır önce gelmişlerdi.
Ailede bilende yoktu. Doğunun bu kurak inatla sıcak bölgesinde tarlaya ne ekilirdi buğday, arpa, fıstık ağacı toprağa su verirsin içer içer suya doymayan güneşte kalmış deve gibi su yetmez toprağın ise suya ihtiyacı bitmez.
Hamit geldi şöyle on yedi, on sekiz yaşına baktı ne köyde bir değişim ne yörede bir gelişim var.
Yalvardı yakardı babasına bırak gideyim, büyük şehirlere derlerki taşı toprağı altınmış İstanbul’un. Fukara babası Arap Fevzi’nin yüreği hiç istemedi. Oğlunun İstanbul’a gitmesini .
Giden hemşehrilerinin haberlerini alırdı arasıra.’Ula Kamil senin oğlan ne yapıyor ?İstanbul da’. Arkadaşı boynunu büker ’Ne yapacak işte boyacılık’ diye mırıldanırdı.
Çoklarının oğlu inşaat işçisi, gevrekçi en itibarlı olanlarıda yanık sesleri ile türkücü.
Oğlu Hamit’te seste yoktu , tahsil ve ya parada. Adamcağız, kızardı bozardı baktı baş edemiyecek oğluyla sattı savdı beş on dönümlük tarlanın mahsülü olan fıstığı, evdeki altı yedi insanın rızkındanda az biraz kırptı Hamit’in cebine beş on kuruş sıkıştırdı, Verdi eline o köhne bavulu, anasıyla köyün sonundaki kavşağa kadar peşi sıra gelip ağlaya inleye uğurladılar Hamit’i.
Bu güne kadar en fazla Adıyaman’a kadar gitmiş olan Hamit heyecan içindeydi,ruh halini kendide anlıyamıyordu şu sıralar.
Adıyaman bu evliyalar erenler şehri, sönük ve ne kadar da bakımsızdı. Bir otobüs garı vardı ki. Hamitlerin köyden aşağı kalır yanı yoktu.
Çorak sıcak bir hava, yan yana dizili bir kaç köhne odalar, içeride de çaresiz garip insan yığınları bilet almaya çalışıyorlar.
Girdi içeriye dalgınca, oda bir bilet aldı istanbula, çıktı oturdu kapıdaki arkalıksız iskemleye.
Cebindeki ufak keseden bir tutam tütün çıkararak ihtimamla sardı. sardığı sigaradan bir nefes çekti, biraz heyecanı yatışmış kendine gelir gibi olmuştuki, yanında bir kaç kılıksız çocuk peydah oldu, illede ayakkabısını boyamak istiyorlardı.
Gayri ihtiyari eğilip, ayağındaki aykkabılara baktı. Sıcaktan ve fazla giyilmekten kuru bir köseleye dönen, üzeri yer yer çatlamış ve ayakkabı demeye bin şahit isteyen zavallı bir çift kuru deri yığını..
Kıyamadı ayakkabısını boyatacak paraya, gideceği yerde bir kaç akraba hemşehri yeri ve adresi cebindeydi ama koca istanbul, neme lazım dedi.
Allah’tan başkasından bir şey bekleyenlerin halini görüp duyuyordu. Çocuklar çevresinde hala yalvarıyor, para kazanmak istiyorlardı. Hele içlerinde dümdüz kara saçları anlını kapatan, şirin yüzlü bir çocuk vardı ki, ’Elini ayağını öpem abi, eve para götürmem lazım’ diye yalvarıyordu.
Hamit dayanamadı kıydı beş, on kuruşa, sonradan adının İsmail olduğunu öğrendiği, bu şirin çocuğa boyattı ayakkabılarını, hava sıcaktı, bir ilk bahar günü olmasına rağmen, epeyce sıcak..
Buralarda İlkbahar, Yaz demekti. Öylesine sıcaklar olurdu.Buralarda fakirlik,işsizlik zilleti çökmüş kalmıştı atadan babadan malı maşatı olmayanın üzerine bir yandan kurak yakıcı sıcaklar,doğduğu toprakları bırakamadıkça daha fazla örselendiğini anlayanlar gibi Hamitte gidiyordu işte,belki umduğunu bulacak ya da kimileri gibi daha da rezil olacak..
Temiz dupduru havayı ciğerlerine çekerken mırıldandı gardaşım bundan da rezili olacak değil ya bir yola çıktık haydi hayırlısı.. Adıyaman’ını evini,köyünü, toprağını hep severdi.
Onun için Batıda Doğuda birdi, yeterki insan, insan olsundu.
Vatanının her yanını çok seven yiğit bir adamdı Hamit.
Bilirdi her yerde hin adamlar olurdu, ha burası ha İstanbul,Türkü, Kürdü, Arabı, iyi iyidir, kötüde kötü..
Öğleye doğru otobüs geldi, boyacı çocuklarla vedalaşıp. Ver elini İstanbul dedi.. Bir kaç gün süren meşekkatli bir yolculuktan sonra İstanbula vardığında, şaşkın meyyus otobüsten indi, ne bir karşılayan ne bir arayan soran, kendisiyle gelenleri karşılayan ne de çoktu.
Kiminin karısı çocuğu boynuna sarılıyor, kimini bir yakını kucaklıyor, gülüşenler, ağlaşanlar..
Bu esmer çevresine korku ve heyecanla bakan kara gözlü babayiğit gence ne bir dönüp bakan, nede selam veren oldu.
,Köhne ayakkabılar ayağına dar gelir olmuştu. Düşündü düşündü, İstanbul’a gelmekle iyimi yapmıştı acaba? başını kaldırıp etrafa baktığında, yavaş, yavaş, akşam oluyordu.
Hava iyice kararmadan gitmeliyim buralardan diye düşündü. Elinde adres yazan kağıtla düştü yollara. Hayatında hiç böyle büyük gelişmiş yerler görmemişti. Kaç kere karşıdan karşıya geçerken tehlike atlattı, arabalar, otobüsler, nereye geldiğini bilmediği bir yerde şaşkın çevreye bakakaldı.
Yürüye yürüye boğazın kıyılarında buldu kendini.
Karşıda balık ekmek satanlar, ağızı bir karış açık yüzüne denizin kendine has kokusu vurdu bir an.
Bayağı acıkmıştı, dayanamadı. Gidip karşıdan bir balık ekmek aldı, oturdu deniz kenarına elindede bir şişe su, ağır, ağır, ekmeğini yedi.
ekmek taptaze çıtır çıtır. Ekmeğin o enfes kokusu, balığın kokusuyla güzel bir ikili oluşturuyordu.
Hamit hayatında hiç böyle bir balık ekmek yediğini hatırlamıyordu. Karnını doyurup kalan suyunuda içti. İstanbulda ilk konuştuğu ve selam verdiği kişiye doğru yürüdü..
Balık ekmek satan adamcağıza adres sordu, bineceği otobüsü öğrendiğinde hava kararıyordu. Güç bela buldu teyzesinin oğlunun evini. Sora sora Bağdat bulunur derler ya, bulana kadar sormadığı adam kalmamıştı.
Evde ev olsa yüreğini yanmayacaktı Hamit’in. Onca görkemli evlerden sonra, İstanbul’un bir ara sokağında, bilmem kaç yıl önce yapılmış, yıkılma tehlikesi olan bu köhne evde yaşıyordu akrabası Mehmet.
Zavallı adam,Hamitin geldiğine sevinir gibi olmuştu ya, durum meydandaydı. Kendisi hâl de hamallık yapıyor, zar zor yaşıyordu.
Şimdi iki kişi olmuşlardı, yani bir kap yemek iki kaba çıkacaktı. Mehmet’in içi bir hoş oldu, fakirlik zilleti ne kötü bir şeydi.
Memleketlerinde bile parası, tarlası, çiftliği olan, baştı ağaydı, ayrıydı yeri hep onlar bile acır, bir lokma ekmek verirdi aç kalana belki.
Ya İstanbul, koca şehir, birileri yaşıyordu bu şehirde ojeli parmaklarına kir bulaşacak sanarak. Uzun koca topuklu ayakkabıları, arabalar, evler ona keza.
Ya diğerleri, ümide, vaade, kapılıp istanbul’a gelenler? ellerinde ceketlerinin düğmelerini diken, tırnak dipleri kir içinde, çaresiz adamlar işte orada oralarda bir yerlerde.
Kendileri olsa tamamda Ya memlekete anasına, karısına para göndermek zorunda olanlar, onlar hepten çaresiz zorda.
Kimin umurunda Hamit aç kalmış, Mehmet sefil, kime’ne. Fakat genç delikanlı, kimseye yük olmak istemiyordu. Akşam akşam gidip yarım kilo kıyma iki ekmek alıp getirdi. Güzel bir kıymalı yumurta yaptılar. Tatlı tatlı yediler.
İşte aradan daha bir hafta geçmesine karşın Hamit işini bulmuştu.
İstanbul’a bu sabah güneş bir başka doğuyordu.
Hamit ilk geldiğinde, tanıştığı Konya’lı balık ekmekçi Rüstem Abisine gitmiş, tembih, uyarı, tavsiye alarak oda denize yakın başka bir köşede devir aldığı camekanlı sabit ufacık dükkanında balık ekmek satıyordu, akrabası Mehmet’te hamallığı bırakmış ona yardım ediyordu.
’Abi’ dedi Mehmet’e ihtiyar adamın balık ekmeğini paketlerken ’Eeeeeee Hamit’ ’Gördünmü bak Allah doğrunun yardımcısıdır sen hamallıktan kurtuldun benimde kira derdim olmadı’
Evet İşler güzeldi vesselam, Allah bu saf gence acımış işleri rast gitmişti.
Köyde babası Hamitin gönderdiği ilk parayı ve mektubu alınca, yaşlı ezgin gözlerinden bir kaç damla yaş yuvarlandı. Kendi kendine mırıldandı. ’Eeeeeeee düşmez kalkmaz bir Allah’..
’Hamit’i veren Allaha hamd olsun’.
RabiaBelgin
Bu yazının her türlü telif hakkı yazarın kendisine ve/veya temsilcisine aittir
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.