- 2773 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
BENİMLE EVLENİR MİSİN?
Şimdi olmaz; önce uyumalı, düşüncelerimi ve duygularımı dinlendirmeliyim. Sabaha uyanınca, seni paralayacak uygun kelimeleri bulurum nasılsa.
Koca kafalı şey sen uyu. Sinirden yatakta, bir o yana bir bu yana dönüyorum. Sen hiçbir şey olmamış gibi uyuyorsun. Şimdi onu uyandırsam; “Kalk! Beni delirtip sonra da nasıl bu kadar rahat uyuyabiliyorsun.” desem, ya da biri beni öldürüyormuş gibi veya yer yerinden oynuyormuş gibi bağırsam dikkatini çeker miyim acaba?
Beynim sürekli faaliyet halinde, kadının içine düşecekmiş gibi, göğüslerine bakmış olması beni çileden çıkarıyor. Şimdi ona, bunun hesabını sorsam; “Horlamayı bırak, uyan ve söyle çabuk, niye baktın o kadının yarısı dışarıda duran göğüslerine hesap ver bana,” desem; “Canım bakmaktan bakmaya fark var, hem farkında bile değilim baktığımın, içiniz fesat siz kadınların. Sen başkasın, kendini o kadınla aynı kefeye mi koyuyorsun. Baksana onda iyi aile kadını hali var mı? Özellikle açmış bakalım diye.” diyecek bunu biliyorum.
Evet, ben kendimi o kadınla bir tutuyorum. Sonuçta o bir kadın ve göğüsleri var. Sen, hem koca kafalısın hem de yalancı. Hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsun. Deli oluyorum deli! Anlıyor musun? Sen çıtır seviyorsun diye, keyfimce çıtır simit bile yiyemiyorum ben. Baktın kadının göğüslerine için ferahladı, şimdi unuttun gitti değil mi? Ben kaç gündür nasılım, sen biliyor musun? Can çekişiyorum burada. Aklımdan öyle kötü şeyler geçiyor ki… Yok öyle yağma, bunun hesabını vereceksin.
Ben geceyi, sabahın koynuna bırakırken, senin yüzünden alkole başladım, kadehim elimden düşmüyor uyumaya devam et sen. Nazik bedenini dinlendir ki, öteki kadınların, orasına burasına bakmaya gücün olsun değil mi? Bütün gün senin ne yaptığını, kime baktığını düşünmekten, gözümün akları kırmızıya döndü, yüzüm kırış kırış oldu. Erkenden yaşlandım. Sen, bir şey olmamış gibi davranmaya devam et. Bu hallere düşmem senin yüzünden anlıyor musun? Senin yüzünden…
Sen, o kadının göğüslerinin içine düştüğün an, bittim ben. Niye bana öyle bakmıyorsun? Beni neden görmezden geliyorsun? Senin boyuna ulaşmak için, giydiğim yüksek ökçeli kırmızı terliğimi, cilveli gülüşümü, nazlı nazlı salınışımı, varla yok arasındaki geceliğimi neden görmüyorsun ha söylesene neden?
Seni de anlıyorum, kolay değil. Geleneklere karşı mı çıkacaksın? Enayi mi desin, sana arkadaşların? İki senedir bir kadına takıldın kaldın mı desinler? Gülsünler mi? ardından. Ayağına kadar gelen fırsatları değerlendiremeyen salak yerine mi koysunlar? Aileden sorumsuz Devlet Bakanlığı tarafından hazırlanan madalyaları götürüp, Ahmet’e, Samet’e, Yalçın’a ya da bilmem hangi kahraman arkadaşlarına mı taksınlar?
Yüreğini, mavi boncuklara bölmüşsün, her bir parçası bir kadında. Bir boncuk; arkaya savrulan sarı saçta, bir boncuk; yarısı dışarıda bırakılmış göğüslerde, diğeri varla yok arası mini etekte, bakışlar sütun bacaklara kilitli. Kaç kadının gölgesi var aramızda söylesene? Birini alt etsem, diğeri çıkıyor karşıma. Topraktan fışkırıyorlar, sanki yediveren gülleri gibi. Bunca kadını yüreğine nasıl sığdırıyorsun sen?
Çıldırmak üzereyim. Uyan! Diri göğüslü, sarı saçlı, mini etekli, kadınlarla birlikte bu yatağa kaç kişi giriyoruz anlat bana. Hey kime diyorum ben!
Offf her tarafım bu kadınlarla dolu. Buna acilen çare bulmalıyım. Annemi mi arasam acaba? Yok yok o şimdi ortalığı velveleye verir. En iyisi Jale’yi aramalıyım. Ne de olsa o, benden tecrübeli. Aradaki sevgilileri saymazsak 4 koca eskitti, “Ben erkek yüzü mü gördüm.” diyor. Gözünü toprak doyursun emi Jale. Yakında 7 kocalı Hürmüz’e döneceksin…
—Alo, Alo, Alo Jale orda mısın?
—Evet, buradayım baş belası. Kızım sapık mısın sen ya? Saat kaç?
—Saat 04,30. Jale, zor durumdayım yardım et ne olur? Tecrübelerine ihtiyacım var.
—Yaa! Demek sonunda o koca kafalıdan kurtulmaya karar verdin.
—Yok yok tam da öyle değil. Ondan değil de, etrafımda oluşan tehlikeli kadınlardan nasıl kurtulacağımı bilmiyorum. Benim yanımdayken başka kadınların içine düşecekmiş gibi bakıyor. Kıskançlıktan çıldırıyorum.
—Diğer kadınları, erkeğinin gözünden düşürmek için hamile kalmalısın?
—Saçmalama, hiç olur mu?
—Sen bilirsin?
—Tamam, tamam dur kapatma telefonu. Deneyeceğim, teşekkür ederim.
—İyi sabahlar
—sana da.
***
—Koca kafalı uyan!
—Saat kaç?
—Herkes saate takmış. Kimsenin benim durumumu düşündüğü yok. Saat sabahın 05.00’i,
—Ne oldu?
—Elinin körü oldu, ben hamileyim.
—Ne! Hamile misin?
—Evet hamileyim. Şaşırdın değil mi?
—Evet, hem de çok. Kaç aylık?
—İki yıldır hamileyim.
—Saçmalama, biz birlikte olalı iki yıl doldu mu ki? Hem iki yıl sürer miymiş hamilelik? 9 ay 10 gün.
—Sürer, koca kafalı sürer. Neden sürmesin? Ben diğer kadınlardan farklıymışım, bunu sen söylemiştin. İçime attıklarımla hamile kaldım ben. Ben seni çok seviyorum, hem de çok kıskanıyorum. Sen niye kıskanmıyorsun beni? Baktığın güzel kadınlardan, ne eksiğim var benim? Nasıl bu kadar eminsin sana ait olduğumdan? Senden gitmeyeceğimden. Ya benim de gözüm bir yakışıklıya kayarsa.
Heyy kime diyorum ben… Yine umursamadı söylediklerimi. Kalk koca kafalı uyan. Eğer uyanmazsan seni yataktan düşüreceğim.
Değişiklik istiyorsan hayatında, evlenelim. Heyecan istiyorsan balayına gidelim. Elini, bir zahmet vicdanına koy! Senden sadece tek bir cümle bekliyorum. İki yıl da taş olsa çatlardı. Sabrıma bakıp aldanma sakın. Off hayalinle konuşuyorum. Yine yoksun yanımda. Nereye gittin kör olasıca. Annem söyledi de, dinlemedim onu. Senden koca olmaz. Senden olacak çocuklarla, dünyaya senin gibi koca kafalılar hediye etmenin manası yok.
***
“Atilla kapının zili çalıyor duymuyor musun?” Atillaaaa nerdesin canım? Ses yok, bir şeyler almaya gitti herhalde. Sabahın bu saatinde kim bu? Aman Tanrım! Ne sabahı öğlen olmuş.
Kafamda uçuşan cümlelerle kol kola girip, kapıyı açtım. Sevimli bir çocuk, tüm şirinliği ile bana bakıyor. Bir zarf uzattı, pembe ve gül kokulu bir zarf ve hiçbir şey söylemeden hızla uzaklaştı. Merakla açtım, içinden pembe bir kâğıda “Ellerimden uçup giden hayallerimin ardından bakarken tanıştım seninle.” diye yazıyordu. Kim yazdı bunu; Ahmet mi? İlker mi? yoksa Hakan mı? Kim? Deli olacağım. Atilla yazmış mıdır? Yok, yok romantik değildir o, böyle cümleler kuramaz. İki yılda ne gördüm, kocaman bir sıfır. Eyvah! Hemen saklamalıyım mektubu, Atilla görmesin. Nereye saklasam? Koltuğun altına, çekmeceye, yok yok en iyisi çantama koyayım. Nasılsa Atilla’nın çanta karıştırma huyu yoktur. Hayda kapının zili çalıyor yine, sonra saklarım bu mektubu.
Kapıyı açtım, başında simit tablası ile bir çocuk duruyor. Yine bir zarf, pembe olanından. Gül kokusunu çektim içime. Zarfı açtım, yine pembe bir kâğıda “Yanımdayken bile özlerdim seni.” yazıyor. Bingo… Geçmiş zaman kullanmış cümlede. Demek ki mektuplar Atilla’dan değil. Evet, kesin bunu İlker yazmış. Bu sözler onun sözleri. Canım, ne kadar da severdik birbirimizi… Olmadı, yapamadık. Kıskançlığımla boğdum onu…
Kapının zili bugün hiç susmayacak galiba. Bu kez kim geldi acaba? Bakkalın çırağı mı? Gazeteci çocuk mu? Yoksa köşede su satan çilli kız mı? Hiç biri değilmiş. Zaten hiç şansım yoktur böyle şeylerde. Kapıda duran sevimli çiçekçi kızın, elindeki sepete özenle yerleştirilmiş kırmızı güllerden gözlerimi alamıyorum. Ne kadar ısrar etsem de, gülleri kimin gönderdiğini söylemiyor. Belli ki iyi para almış. Aman! Kim gönderdiyse gönderdi. Bu güzel heyecan, günümü şenlendirdi. Kafamdaki tüm kötü düşüncelerden arındırdı beni. Gelen mektupları saklarım, ama gülleri nereye saklayacağım. Atilla’ya nasıl bir şey söylesem acaba? Ne söylesem inanmaz ki… Önce vazoya yerleştireyim şu gülleri. Güllerin içinden çıkan zarf yine merak uyandırıyor bende. Zarfı açıp içindeki mektubu aldım. Gül kokan satırlarla yüreğim hızla çarpmaya başladı. “Sen bende bensin… Nefesimsin ve yeminimsin.” diye yazıyordu. Mektubu yüreğimin üstüne koydum. Heyecandan, evin içinde eteklerimi uçururcasına dans ettim. Çok mutluydum. Hemen bunu ve diğer mektupları çantama koymalıyım, Atilla neredeyse gelir.
Zilin sesine koşturdum heyecanla. Kapıya bırakılmış mektupla heyecanım korkuya dönüştü. Zarfın rengi değişmişti. Beyaz renk, ayrılık demekti. Mektupların Atilla’dan gelmediğinden emindim. Ancak ayrıldığım sevgililerimden gelse bile, ayrılık düşüncesi hep içimi yakmıştır. Korkuyla aldım zarfı, içinden pembe kâğıda yazılmış bir not çıktı. “Sen bu satırları okurken, ben çook uzaklarda olacağım. Denizin dibine bakıp okyanus rengi gözlerini göreceğim, belki de… Hemen hazırlan, yarım saat içinde beyaz bir araba seni alıp bana getirecek. Sakın korkma!”
Şaşkınlık içindeydim. Bütün bunları anlatmalıyım Atilla’ya, mutlaka anlatmalıyım. Ya, o da benimle gelmek isterse. Yok yok önce ben gidip ne olduğunu anlayayım, sonra Atilla’ya anlatırım.
Giyindim süslendim, -kime süsleniyorsam, bende bilemedim. İçgüdülerimle hareket ediyorum tamamen- birkaç dakika sonra gelen araba ile yola koyulduk. Şoföre ne sordumsa cevap alamadım. Kör, sağır, dilsizdi adeta. Yola çıktım artık, geri dönüşüm yok. Umarım kadınsı meraklarım hayatımı tersine çevirmez.
Birkaç saatlik yolculuktan sonra araç, limanda durdu. Büyük bir tekne limana demirlemişti. Arkasında birkaç tane yelkenli vardı. Araçtan inip tekneye yaklaştığımda, yelkenlilerin her birinde, gönderilen mektuplardaki sözlerin yazıldığı bayraklar açılmıştı. Büyük teknede kocaman puntolarla yazılmış “AŞKIM BENİMLE EVLENİRMİSİN?” cümlesi vardı. Hani benim yıllarca duymayı hayal ettiğim cümle. Şaşkındım. Heyecandan elim, ayağım titriyordu.
Atilla her ne kadar romantik olmasa da yine de hep onunla evlenmeyi hayal ettim. Artık emindim, Atilla’nın sürpriziydi bu bana. Birkaç kişinin yardımıyla tekneye çıktım. Sağda Atilla’nın, solda benim fotoğraflarımızın olduğu şövalyeler vardı. İçeriye adımımı atar atmaz, tanıştığımız ilk gün dinlediğimiz, Ayten Alpman’ın “Ben Varım.” şarkısıyla karşılandım. İki arkadaşım beni, teknenin kamarasına aldılar. Her şey en ince ayrıntısına kadar hesaplanmıştı. Gelinliğimi giymeme yardımcı oldular. Düğün müziği eşliğinde, babamın kolunda, beyaz tüllerle ve çiçeklerle süslü koridordan geçerek teknenin arka kısmına geldik. Ailelerimiz ve dostlarımız mutluluğumuzu paylaşmak için oraya toplanmışlardı. Babam beni Atilla’ya teslim ederken “Sakın kızımı üzme.” diye tembih etti. Nikâh masasında birbirimize “Evet.” derken olanların bir rüya olduğunu düşünüyordum. Ya uyanırsam ve bu rüya biterse diye korkuyordum. Nikâh defterine imzalarımızı atıp, şampanyalar patladığında, gökyüzüne fırlatılan havai fişeklerin çıkardığı sesler ve muhteşem görüntülerle, rüyada olmadığımı anladım.
Çok mutluydum. Hayatım bir gün içinde değişmişti. Romantik müzik eşliğinde Atilla’nın kollarında mutluluktan uçarken, kafasının o kadar da kocaman olmadığını anladım. Birkaç gün öncesine kadar yataktan düşürmeyi ve ona hesap sormayı düşünürken, bugün koca kafalı Atilla kocam olmuştu.
Ondan beklediğim tek cümleyi yine bana söylememişti, yazmıştı. Bu cümleyi nikâhtan önce sözlü olarak herkesin içinde neden bana söylemedi? diye şimdi balayımızda onu tekneden atmayı düşünüyorum.
Hülya TÜRK
21.08.1999
YORUMLAR
Yaşanmışlıklar güzeldi,,, bu kocakafalı lafı sanırım 8-10 yerde geçiyor,,, demekki hitap şekilleri bile değişmiş,,, koca kafalı,,,, sonunda kocası olunca, unutulmuş bu kelime.. Sevindim. En azından bundan böyle canım cici derler birbirlerine.. Tabi, en az 10 yıl olmuş bu yazı yazılalı,, cicim ayı mı kaldı??? merak ettim, sizin kocakafalılar ne yapıyor ki şimdi??? :))))
sağlıcakla..
HÜLYA TÜRK
www.sarikoza.com edebiyat sitemize de beklerim.
Yaşanmamış Aşkların Şairi
Aman nazar değmesin koca kafalılara :)
Sarı Koza edebiyat sitenize ziyaretçi sıfatıyla mı geleyim, yazar kimliğimle mi?
Orada da yazmak isterim,,
Saygılar....
Hülya Hanım,
Öykün, anlatımın ve duygu yansıtmaların çok hoş. Bunları yazım kuralarına biraz daha özen göstererek aktarsaydın eğer, öyküye doyum olmazdı.
Başarılar diliyorum.
HÜLYA TÜRK
Veysel Başer
Bu konuda size yardımcı olacağını umduğum, "YAZIM, KÜLTÜR; YAZIN, SANATTIR" yazımı okumadıysanız eğer, bir göz atsanız iyi olur. O yazıyı da
yeni kalemlere yararlı olsun diye dile getirdim.
Saygılar.